Cumhuriyetin ikinci yüzyılında “Devlet Sorunu” ve “Türkiye Sözleşmesi”

Cumhuriyetin ikinci yüzyılında “Devlet Sorunu” ve “Türkiye Sözleşmesi”

Başta gençler, Cumhuriyetin İkinci Yüzyılının yeni aktörleri olmak üzere toplumun farklı kesimleriyle eşit vatandaşlık ve denge ve denetleme temelinde yeni bir Türkiye Sözleşmesi inşa sürecini başlatmalı. Türkiye Sözleşmesi olmadan yeni anayasa tartışmalarına girmemeli. Devlet sorunu ve ikileminin çözümünün başlangıç noktası, toplumla birlikte yapılacak Türkiye Sözleşmesi olmalı, CHP de bu sürecin kurucu ve taşıyıcı aktörü…

31 Mart yerel seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ve CHP lideri Özel görüşmesiyle ortaya çıkan “yumuşama” ya da “normalleşme” beklentisinin ve tartışmasının son günlerde yaşadığımız “hükümet-mafya çatışması”, “Osman Kavala davası” ve “Kobani Davası”nda verilen kararlarla ülke siyasi tarihi ve yönetimini kaale almayan sadece iyimser bir beklenti olduğunu gördük.

Yumuşama, normalleşme, helalleşme hamlelerine karşı olmayan, aksine olumlu ve yapıcı görme eğilimindeyim. Ama bunun ne kadar zor ve “siyasi mücadele-irade” istediğini bilerek. 

Bir tarafta Cumhurbaşkanı Erdoğan-CHP lideri Özel ilişkisi; diğer tarafta Cumhur İttifakı içi Cumhurbaşkanı Erdoğan-MHP Lideri Bahçeli ilişkisi.  Birincisi, ikinciyi, ikincisi birinciyi istemiyor. 

Birincisi ülke için iyi, yumuşama, normalleşme ve helalleşmenin önünü açabilir, ama gerçekçi değil; ikincisi, var olanın ve yürütmeci başkanlık sistemiyle yaratılan statüsko’nun devamını istiyor, ama ülke yönetimini ciddi krizlere sokuyor, ama gerçekçi. 

Kazanan yine ikincisi oluyor.  

Niye?

Ve değiştirmek için ne yapmalı, bugün değişim için bir olasılık ya da fırsat var mı?

Bu sorulara yanıt vermek için sadece bugüne değil, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girdiğimiz bugün, son yüzyılın taşıdığı, dün ile bugün arasındaki süreklilik ilişkisine ve noktalarına bakmamız gerekiyor. 

Bu bağlamda iki önermede bulunmak istiyorum:

Devletin nasıl yönetildiği değil, kimin tarafından yönetildiği birincil amaç haline geliyor.

Siyasi değişim mücadelesi de, devlet-toplum ilişkisinde değil, devlet içi mücadele olarak geçiyor. Son haftalarda alınan tüm yargı kararları, siyasi cinayetler, tasfiyeler, hükümet-mafya ilişkileri, hepsi, devletin bu ikili yapısının tezahürleri

DEVLET SORUNU VE İKİLEMİ

Birincisi, her ne kadar “Türkiye Yüzyılı”, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı tarafından “Yeni Türkiye”nin Cumhuriyet Modernleşmesine karşı, 29 Ekim 2023 günü başlayan ve “Eski Türkiye” ile süreklilik değil kırılma ilişkisi yaşayan bir tanım içinde sunulsa da, aslında tam tersine, çok ciddi bir süreklilik ilişkisini devam ettirdiğini bugün çok net görüyoruz. 

Yeni ile eski arasındaki süreklilik, sadece demokrasi, hukukun üstünlüğü, birlikte yaşama ve farklı kimliklere yaklaşımdaki ötekileştirme ve baskı altına alma eğiliminin devamında yatmıyor.

Çok daha önemlisi, yeni eskinin en önemli özelliğini, hem de çok daha netleştirerek yaşıyor: devletin Türkiye siyasi tarihi içindeki sorunlu ikili yapısı ve ikilemi yürütmeci başkanlık sisteminde ve Cumhur İttifakında merkezi ve tanımlayıcı bir yerde işlev görüyor. 

Cumhur İttifakı son altı yılda, eskiden devir aldığı devlet sorununu ve ikilemini en tepe noktasına çıkartmış durumda. 

Nedir devlet sorunu ve ikilemi?

Devlet, hem dün, hem bugün, hem eski hem yeni olanda; bir taraftan, toplumdan kopuk ve toplum üzerine yer alan, ve toplum yönetiminin, siyasetin, ve siyasi değişimin yaşandığı merkezi alan, aktör ve söylem konumunda.  

Böyle olduğu için, devlet-toplum ilişkisinden daha çok, devlet içi ilişkiler yönetim ve değişimin belirliyi alanını oluşturuyor.

Toplum yönetimi, siyasi modernleşme ve değişim, eski ve yeni arasındaki süreklilik ilişkisini devlet-merkezci yapı olarak kuruyor. 

Hatta, bugün ve yeni olan, dünden ve eski olandan çok daha devlet merkezci bir yapıya sahip. 

Devlet bekası, devlet güvenliği, devlet yönetimi, insani, doğa ve yaşamsal güvenlikten, haklar ve özgürlüklerden ve hukukun üstünlüğünden önce geliyor;

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın yerine, devlet yaşasın, makbul olanlar da yaşasın anlayışı öne çıkıyor.

Yürütmeci başkanlık sistemi, kurumları yok ederek de, devlet merkezciliği ve devletin merkezi konumunu arttırıyor.

Devlet eski ile yeni arasındaki sürekliliği sağlayan bir mücadele ve hareket alanı işlevini görüyor. 

Diğer taraftan da, devletin bu yapısı ve niteliği, yönetim elitleri ve sınıfları için iştah kabartıcı bir olanağı da ortaya çıkarıyor: devlete sahip olmak, devlet kaynaklarını ve iktidarını kullanma olanağını yakalamak, devlet yönetiminde etki sahibi olmak, siyasi/ekonomik iktidar ve güce sahip olmak anlamına geliyor. 

Devletin nasıl yönetildiği değil, kimin tarafından yönetildiği birincil amaç haline geliyor.

Siyasi değişim mücadelesi de, devlet-toplum ilişkisinde değil, devlet içi mücadele olarak geçiyor. 

Son haftalarda alınan tüm yargı kararları, siyasi cinayetler, tasfiyeler, hükümet-mafya ilişkileri, hepsi, devletin bu ikili yapısının tezahürleri.  

Devlet ve devlete sahip olmak, merkezi siyasi mücadele alanı ve amacı.

Toplumun, bu işleyişe evet diyen ve bu işleyişten nemalanan makbul vatandaşları ve dışlanan ötekileri olarak yer aldığı devlet merkezci bir sistem var karşımızda. 

Bugün yeni olanda kurumları ve denge ve denetlemeyi yok ederek ülke yönetimde sürekli kriz yaratan bir yapı içinde. 

Devlet sorunu ve ikilemi, devletin ikili niteliği, kaygı verici nitelikte, ana ve merkezi süreklilik ilişkisi olarak dün gibi bugün de yaşanıyor.

Türkiye Partisi olmak dün ile bugün arasındaki sürekliliği sağlayan devlet sorunu ve ikilemini ciddiye almayı, çözümü için demokrasi, hukuk devleti, birlikte yaşama, denge ve denetleme ve eşit vatandaşlık için net siyasi irade ve tavır almayı gerektiriyor. CHP, yüzünü topluma dönmeli, Türkiye partisi olmak için Türkiye Sözleşmesi inşası için çoğulcu, kapsayıcı bir çalışmaya girmeli.

TÜRKİYE SÖZLEŞMESİ

Sadece aktörlerin farklılaştığını yaşıyoruz: dün devlet merkeziyetçiliğin kurucu ve taşıyıcı aktörü CHP idi, bugün ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur ittifakı. 

Bu değişim önemli.

2019 yerel seçimlerinden sonra, 2024 yerel seçimlerinde AK Partinin erimesi, buna karşın CHP ve başta İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun, Ankara’da Mansur Yavaş’ın elde ettiği büyük başarı olmak üzere, CHP’nin ilk defa seçimleri kazanan birinci parti olması, yumuşama, normalleşme ve helalleşme açısından önemli bir fırsat yaratıyor.

Belki yerel seçimler, ulusal düzeydeki devlet merkezci yapıyı, devlet sorununu ve ikilemini tek başına çözebilecek kapasite de değil ama önemli bir fırsatı da doğuruyor. 

2024 seçimlerindeki CHP ve belediye başkanlarının başarısında en önemli faktör, tüm seçim sonrası araştırmaların gösterdiği gibi, seçimlerde ilk defa oy verenler ve gençler oldu. 

Farklı kimlikleri ve siyasi görüşleri içinde gençler toplum yönetiminin ve siyasi değişimin ana alanı ve aktörü olarak CHP’yi tercih ettiler. 

Çalışanlar, emekçiler, öğrenciler, emekliler olmak üzere, gençlere çalışan, fakirleşen, emek üreten kesimleri ekleyebiliriz. 

CHP’ye, halkın ve çalışanların partisi, “Türkiye Partisi” ol dediler.

Türkiye Partisi olmak dün ile bugün arasındaki sürekliliği sağlayan devlet sorunu ve ikilemini ciddiye almayı, çözümü için demokrasi, hukuk devleti, birlikte yaşama, denge ve denetleme ve eşit vatandaşlık için net siyasi irade ve tavır almayı gerektiriyor.

CHP, yüzünü topluma dönmeli, Türkiye partisi olmak için Türkiye Sözleşmesi inşası için çoğulcu, kapsayıcı bir çalışmaya girmeli.

İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın diyebilmeli.

Başta gençler, Cumhuriyetin İkinci Yüzyılının yeni aktörleri olmak üzere toplumun farklı kesimleri ile eşit vatandaşlık ve denge ve denetleme temelinde yeni bir Türkiye Sözleşmesi inşa sürecini başlatmalı.

Türkiye Sözleşmesi olmadan yeni anayasa tartışmalarına girmemeli.

Devlet sorunu ve ikileminin çözümünün başlangıç noktası, toplumla birlikte yapılacak Türkiye Sözleşmesi olmalı, CHP’de bu sürecin kurucu ve taşıyıcı aktörü…

Fuat Keyman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir