Yoksulluk, memleketin en önemli meselesi

Yoksulluk, memleketin en önemli meselesi

Yoksulluk sadece bir iktisadi mesele, istihdam ya da sosyal yardım politikalarıyla çözülebilecek bir sorun değil. Yoksulluk, özellikle ülkemizde boyutu ve biçimleriyle yoksulluk çözmemiz gereken en önemli sorun olarak siyasal ajandamızı işgal etmeli ve parti programlarının kenar süsü olmaktan çıkmalı.

Ülkemizi saymaktan sorumlu olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından Mayıs 2023’te açıklanan verilere göre, 2022 yılında vatandaşlarımızın %14.4’ü “göreli yoksul” olarak tanımlanmış. Göreli yoksul demek, geliri ortanca gelirin %50’si olan bireyler demek. Bu sınır da 2022 yılında 17.747 TL olmuş, bu hesaba göre göreli yoksulların sayısı 12 milyon kişi…  Yine TÜİK verilerine göre, düşük eğitimliler ve kalabalık hanelerde yoksulluk daha yaygın.

Yoksul sayısını merak ediyorsanız başka göstergeler de kullanabilirsiniz: Örneğin TÜRK-İŞ’in düzenli olarak yürüttüğü bir çalışmaya göre dört kişilik bir ailede aylık hane halkı geliriniz 44.573 TL’nin altındaysa yoksul; 13.684 TL altında ise “aç” olarak tanımlanmış durumdasınız. Bu rakamlardan yola çıkarsak, ülkede yaşayan 32 milyon kişinin yoksul olduğunu söyleyebilirsiniz, yani nüfusun %40’ına yakını…

Yoksulluk meselesini kurcalarken neyi ve kimi yoksul olarak tanımladığınız da önemli. TÜİK, yoksulluk sınırını basitçe hane halkı geliriyle ilişkilendirirken; TÜRK-İŞ tipik bir hanenin yapması gereken minimum harcamadan yola çıkıyor; birbirinin tam tersi yöntemler diyebiliriz. Mesela ünlü ekonomist Amartya Sen ve takipçileri için yoksulluk, sadece belirli bir gelir sahibi olup olmama meselesi değil, eğitim ve sağlık gibi temel haklara erişememe de bir yoksulluk olarak görülmekte; böyle tanımlandığı zaman da yoksulluk bir eşitsizlik sorunu, bir tür insan hakkı ihlali. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın geliştirmiş olduğu Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi (ÇBYE) bütün bu farklı yaklaşımları bir araya getiriyor; bu endekste yoksulluk sağlık, eğitim ve yaşam standartları üzerinden hesaplanıyor; beslenme, çocuk ölümü, eğitim süresi ve eğitime devam oranı, ısınma, içme suyu, elektrik ve barınma gibi hizmetlere erişimi de dahil ediyor. Yayınlanan en son rapora göre küremizde 1,1 milyar kişi yoksulluk çekmekteymiş, bu kişilerin %80’i de Afrika ve Güney Asya ülkelerinde yaşamakta. Türkiye veri eksikliği nedeniyle BM tarafından yayınlanan raporlarda yer almıyor ama dolaylı yöntemlerle yapılan tahminler Peru’yla Bolivya arasında bir yerde bulunduğumuzu gösteriyor; yoksulluk çoğunlukla ülkenin Güneydoğu bölgelerinde, kadınlar ve yaşlılar arasında gözlemleniyor.

Yoksulluğun sadece gelirle ilişkili olmayan çok boyutlu bir sorun olduğunda uzlaşma var. Benzer bir uzlaşmayı da yoksullukla mücadele politikalarında gözlemlemekteyiz; en azından BM, AB ve Dünya Bankası gibi kurumların arasında…

BM’nin küresel ölçekte kalkınma için belirlediği hedeflerin arasında yoksullukla mücadele birinci sırada geliyor. Bu hedef sadece belirli bir gelir düzeyine sahip olmakla sınırlı değil. Temel hizmetlere eşit erişimi sağlamak da hedefleniyor, bu da hem küresel hem de ulusal düzeyde hükümetlere önemli bir sorumluluk veriyor. Ülkemizin 2024-2028 arasındaki politikalarına yön vermesi beklenen 12. Kalkınma Planı, yoksulluk ve eşitsizlikle mücadeleye olabildiğince yer vermiş. Toplumsal hizmetlerin iyileştirilmesi, sosyal yardımların yaygınlaştırılması, vergi ve istihdam politikalarıyla yoksulluk sorununun azaltılması hedeflenmiş. Kalkınma planlarını kimsenin umursamadığı “iyi niyet beyanları” olarak görme eğilimi yaygın olsa da, gerek metni inşa edenlerin dünya görüşünü yansıtması gerekse de kurumların oluşturacağı strateji belgelerine ve politikalara yön vermesi nedeniyle bu planlar hakkında mutlaka bilgi sahibi olmakta yarar var; bizim 12. Kalkınma Planı da yoksulluğu bir istihdam ve sosyal yardım meselesi olarak tanımlayarak sorunun çok boyutluluğunu göz ardı etmiş gibi gözüküyor.

Yoksulluğun sadece gelirle ilişkili olmayan çok boyutlu bir sorun olduğunda uzlaşma var. Benzer bir uzlaşmayı da yoksullukla mücadele politikalarında gözlemlemekteyiz; en azından BM, AB ve Dünya Bankası gibi kurumların arasında… Öte yandan yoksulluğun çok farklı tipleri olduğu ve bu tipler arasında geçişkenlikler bulunduğu da unutulmamalı. Örneğin kadın yoksulluğu var, çok iyi bildiğimiz bir şey; kadınlar erkeklere kıyasla daha fazla yoksullar. Bunun temel nedeni önce eğitimden, sonra da iş piyasasından dışlanma; bunu da biliyoruz. Kadınlar eğitimlerini erkeklere kıyasla daha erken bırakıyorlar, eğitimlerini tamamlasalar bile “Kadının yeri evidir.” şiarı doğrultusunda ev kadınlığına geçiş yapıyorlar. Keza evdeki bakım yükünün kadının sırtında olduğu, bu “görünmez emeğin” yok sayılması nedeniyle de kadınlar yoksulluğa mahkûm oluyorlar.

Başka bir yoksulluk türü çocuk yoksulluğu, yoksulluğun miras alınması nedeniyle, yoksul ailelerin çocukları hem hak ettikleri hizmetlere erişemiyorlar hem de yetişkin olduklarında da yoksulluk içinde yaşıyorlar. Yoksul çocukların eğitimden daha erken ve daha fazla dışlandıklarını biliyoruz, bir kısmı daha okurken çalışmaya başlıyorlar. Her çocuğun evinde gerektiğince ders çalışmasını sağlayacak olanaklar yok, bu da ister istemez okulda başarısızlığa ve sonrasında da eğitimin yarıda kalmasına yol açıyor. Bizimki gibi aşırı yarışmacı sistemlerde ders dışı destek alabilmek de bir maddiyat meselesi, o da dışlanmaya yol açıyor. Eğitimi erken terk etmek gelecekteki yoksulluğun en önemli belirleyicisi. Çocukların aileleri mülteci ya da göçmen ise, eğitimi kendi anadilinde alamıyorsa, sınıfta arkadaşları ve öğretmenleri tarafından dışlanıyorsa, eğitimde başarısızlık neredeyse kadere dönüşüyor.

Yoksulluk bu kadar çok boyutluysa, çok farklı yoksulluk profilleri varsa ve en önemlisi bu profiller birbiriyle kesişiyorsa; toptancı politikaların bizi götürebileceği yer sınırlı olur.

Bu yoksulluk türlerine ekleyebileceğimiz kırsal yoksulluk var; zira modernleşme öykümüz kırların ihmal edilmesine ve geri kalmasına yol açmış durumda, burada insanca bir yaşam sürmek neredeyse imkânsız. Yaşlı yoksulluğunu ekleyebiliriz; ülkemizde yaşlıların arasında biraz önce bahsi geçen gelirlere erişebilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez, emekli maaşları insancı bir yaşam sürdürmekten çok uzakta… Engelli yoksulluğu var, bu ülkede engellilik eve hapis olmak demek. Üstelik hayatınızı ev içinde hizmet ederek geçirmişseniz, herhangi bir sosyal güvence kapsamında değilseniz, yaşlı bir kadın olarak yaşamınız kolay olmuyor. Kırda yaşamanın bu yoksulluğa çarpan etkisi yaptığını da ekleyelim. Kentsel yoksulluk da var; kentte yaşamak sağlanan bütün olanaklara erişebilmek anlamına gelmiyor, kent birçok kişi için enformel sektörde geçici istihdam olanağı demek. Mavi yakalı ve beyaz yakalı yoksullukları da var, nereden baksanız hepimiz “prekaryayız” bir noktada.

Yoksulluk bu kadar çok boyutluysa, çok farklı yoksulluk profilleri varsa ve en önemlisi bu profiller birbiriyle kesişiyorsa; toptancı politikaların bizi götürebileceği yer sınırlı olur. Örnek, tabii ki iş bulabilmek insanların maddi olanaklarına katkıda bulunur; ancak sadece istihdamı artırarak yoksulluk sorununu çözemiyorsunuz, çünkü yoksulların büyük bir kısmı zaten çalışabilecek durumda değil, sağlık durumu ya da ev içi sorumluluklardan dolayı. İstihdamı arttırarak eğitimden kopuşları azaltmak bir dereceye kadar mümkün, ama yoksul ailelerin çocukları ellerini taşın altına sokmaya devam edecekler. Kırsal kesimde zaten hemen herkes katma değeri düşük işlerde yaşamlarını tüketiyorlar, kırsal istihdam artsa ne olacak, daha fazla kişi sürünmeye devam edecek. “Erişemediğime sosyal yardım ile ulaşırım” derseniz, ülkedeki sadaka sistemini güçlendirmekten öteye gitmezsiniz.

Bu açıdan bakıldığında yoksulluk sadece bir iktisadi mesele, istihdam ya da sosyal yardım politikalarıyla çözülebilecek bir sorun değil. Yoksulluk, özellikle ülkemizde boyutu ve biçimleriyle yoksulluk çözmemiz gereken en önemli sorun olarak siyasal ajandamızı işgal etmeli ve parti programlarının kenar süsü olmaktan çıkmalı.

Ucu bir yandan “iktidar”a bir yandan “bölüşüm”e, bir yandan da “adalet”e dokunan çok katmanlı bir mesele yoksulluk.

Bir bakıma çağımızı bir yoksulluk çağı olarak tanımlamak mümkün.

Hem küresel hem de yerel iktidarların neo-liberal politikalarının altında giderek ezilecek bir yerleri kalmayan yoksullar.

Bu dosyada yoksulluğu ele alıyoruz; daha adil ve eşit bir dünyanın mümkün olduğu umuduyla…
Dosyanın diğer yazılarını buradan okuyabilirsiniz.

Emre Erdoğan
Latest posts by Emre Erdoğan (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir