Seçim paradoksu: Modern seçenekler labirentinde seçememe sorunumuz

Seçim paradoksu: Modern seçenekler labirentinde seçememe sorunumuz

Çok fazla seçeneğe sahip olduğunuzda ortaya çıkan bir diğer sorun da artan yanlış seçim yapma korkusu. İşte size -sanki yeterince yokmuş gibi- kaygı düzeyinizi arttıracak bir durum daha! Fazla seçeneğe sahip olmak hem karar alma sürecinde Ya yanlış karar alırsam?” kaygısının, hem de karar verildikten sonra pişmanlık hissetme ihtimalinin artmasına neden oluyor. 

Sabah kahve makinesine hangi kapsülü atacağınızdan kariyer yolunuzun gireceği yeni yola karar vermeye kadar, hayatlarımız sürekli bir karar akışından oluşuyor. Sorum şu: Sizce beyniniz bu kadar çok kararın getirdiği yükle baş edebiliyor mu? Seçeneklere sahip olmak tabii ki bir ayrıcalık. Ama özellikle son on yıllık periyotta kendimizi tuhaf bir paradoksun içinde bulur hale geldik: Ne kadar çok seçeneğimiz varsa, karar vermek de o kadar zorlayıcı hale geliyor. Bu seçim paradoksunun, zihinsel sağlığımızdan hayattan duyduğumuz tatmine kadar her şeyi etkileyen, hayatlarımızı nasıl yaşadığımızı şekillendiren derin etkileri var.

Seçim paradoksu kavramı, psikolog Barry Schwartz’ın 2004 tarihli “Seçim Paradoksu: Neden Daha Fazlası Daha Azdır” kitabı ile popüler hale geldi. Schwartz, seçeneklere sahip olmanın genellikle olumlu bir durum gibi görülüyor (ya da gösteriliyor) olmasına karşın seçeneklerin fazlalığının bunalım ve kaygı hissine yol açabileceğini savunuyordu. Bunun nedeni de aslında başlangıçta sorduğumuz soruydu: Yanlış karar verme korkusu ve çok sayıda seçeneği değerlendirmek için gereken zihinsel çaba durumu bizim için olumlu olmaktan çıkartıyordu.

Seçim paradoksunun en belirgin etkilerinden biri karar yorgunluğu. Ne kadar küçük olursa olsun yaptığımız her seçim zihinsel enerjimizi tüketiyor. Gün boyunca kahve kapsülü seçiminden, eve en kısa sürede varmanızı sağlayacak en az tıkalı yolu seçmeye varan sınırsız seçeneklere boğulduğumuzda zihinsel rezervlerimiz hızla tükeniyor. Beyin kolay şarj olabilen bir organ değil. Dolayısıyla özellikle günün ilerleyen saatlerinde kaynaklarımız tamamen tükenmiş oluyor. Seçim yapmaktan kaçınan, dürtüsel hareket etmeye çok daha meyilli bir hale geliyoruz. Doğal olarak, kötü kararlar alma ihtimalimiz de artıyor.

Çok fazla seçeneğe sahip olduğunuzda ortaya çıkan bir diğer sorun da artan yanlış seçim yapma korkusu. İşte size -sanki yeterince yokmuş gibi- kaygı düzeyinizi arttıracak bir durum daha! Fazla seçeneğe sahip olmak hem karar alma sürecinde “Ya yanlış karar alırsam?” kaygısının, hem de karar verildikten sonra pişmanlık hissetme ihtimalinin artmasına neden oluyor. Çok sayıda seçenekle karşı karşıya kaldıklarında insanlar “en iyi” seçeneği seçmemenin fırsat maliyetiyle meşgul olmak zorunda kalıyorlar. Bu da sürekli olarak “Acaba daha iyi bir alternatif var mıydı?” sorusunu sormalarına neden olduğu için, genel olarak seçimlerinden daha az tatmin olmalarına neden oluyor.

Zaman zaman seçeneklerin sayısı o kadar artıyor ki kendimizi olası alternatifler karşısında felç olmuş halde bulabiliyoruz. Alternatifleri araştırmak ve değerlendirmek için aşırı zaman harcıyoruz ve bu da bıkkınlık duygusu yaratarak kaçma isteği duymamıza neden olabiliyor.

Dijital çağda seçim paradoksu internet tarafından daha da kötüleştirildi. Çevrimiçi alışveriş, flört uygulamaları ve farklı platformlardaki yüzlerce farklı bilgi kaynağı… görünüşte sonsuz sayıda olasılık sunuyor. Tüm bu bilgileri sıralamak oldukça yorucu ve zaman alıcı olduğu gibi, aynı zamanda hayatın diğer önemli alanlarına da çok az zaman bırakıyor.

Problemi kabaca da olsa tanımladık. Her sistemik problemde olduğu gibi burada da bugünden yarına düzelme ihtimali olmayan, hatta muhtemelen daha da derinleşecek bir problemden bahsediyoruz. Kararınız için yarışan alternatifler azalmayacak, pazar kavgası kızıştıkça daha da artacak. Bu yüzden konuya “farkındalıkla” yaklaşarak problemi hafifletmeye çalışacak olan da yine bizler olmak zorundayız. Bilimsel çalışmalardan derlediğim ve kendi hayatımda da uygulamaya çalıştığım birkaç alternatif şöyle:

Öncelikleri belirlemek, seçim paradoksuyla baş etmede faydalı olabiliyor. Aldığımız her kararda sormamız gereken ilk soru şu olmalı: Bu kararı verirken tek bir kriteri değerlendirmeye almam gerekseydi bu ne olurdu? Sizin için en yüksek önemdeki kriter açısından seçim kararı almak hem karar süresini hızlandırır, hem de pişmanlık ihtimalinizi azaltır; zira beyne sonrasında kullanmak üzere en iyi gerekçelendirmeyi çoktan vermişsinizdir.

“Mükemmel iyinin düşmanıdır.” mottosuyla hareket etmek de ikinci en önemli taktik. Mükemmel seçeneği aramak yerine ihtiyaçları karşılayan iyi bir seçenek bulmaya “bilinçli bir şekilde” odaklanmak kaygıyı ve karar yorgunluğunu azaltabilir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da daha isabetli bir karar alma ihtimaliniz artar.

Gelelim söylemesi kolay, yapması en zor olana… Bırakmayı öğrenmek. Hiçbir karar mükemmel değildir. Zira karar alma, sınırsız değişkenler tarafından etkilenen bir sorunu, sınırlı bilgiyle çözmeye çalışmaktır ve özü gereği hataya açıktır. Geçmişte almış olduğunuz kararlarla hesaplaşmaya girmektense, zamanın ve bağlamın gerektirdiği olası en iyi kararı alıp almadığımızı sormak ve şayet almamışsak bunun nedenlerini çözmeye çalışmak en mantıklı yol olacaktır.

Bir dahaki sefere kendinizi sonsuz alternatifler arasında paralize olmuş vaziyette bulduğunuzda bu üç kuralı hatırlamaya çalışın. Dilerim bende olduğu gibi sizde de işe yarar.

Dicle Yurdakul

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir