8 Mart: Eserlerimizle kutlu olsun

8 Mart: Eserlerimizle kutlu olsun

Dünyadaki her şey kadının eseri ve dünyadaki her şeyi değiştirebilmek de kadının elinde. Herkesin evinin önünü süpürmesi gibi herkes evinin oğlunu-kızını güzelleştirebilirse dünya bambaşka bir yer olacak. Kadın, her şey gibi bunu da başarabilir.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü üzerinden 1 hafta kadar geçti. Gönül isterdi ki bu yazımı tam da Kadınlar Gününde yayınlayıp çok klas bir duruş sergilemiş olalım; gelgelelim kadınlık işte, ne temizlik bitiyor ne çocuğun işleri, ne yemek. Bir yandan akademik kariyer yapmak için çabalamak, devamlı kendi kariyerin ve diğer hayat gailesi arasında bir seçim yapmak ve tabii ki maddi ve manevi imkansızlıklar yüzünden para kazanmak için işini, beşeri nedenlerden dolayı da “ev”ini tercih etmek zorunda kalıp diğer her şeyi “bekleme” moduna almak gibi kadınsal sorunlarımızdan dolayı yazımız biraz rötarlı oldu. Sorun değil, her yemeğin bir yapım ve bir de hazım süreci vardır. Benim yemeğim biraz sert oldu, hazmı da sanırım biraz zor olacak.

Başlayalım.

Görüyoruz ki karnı asla doymayan kapitalizm, bir taktik olarak bükemediği bileği öpüyor. Hatta öpmekle de kalmayıp o bileği sahipleniyor. Öyle bir zaman geliyor ki, bütün dünya o anma gününün nereden ne amaçla çıktığını unutup, günü görmezden gelip, yok sayıp bambaşka bir kültüre dönüştürüyor.

SON KOMÜNİST HAREKETİN METAYA DÖNÜŞÜMÜ

Kadınlar Gününün ortaya çıkışı ile ilgili birçok farklı rivayet olmasına karşın hepsinin ortak yanının sosyalizm kaynaklı hareketler olduğu görülmekte. En popüler olan ve sanırım herkesin bahsetmekten en çok hoşlandığı alternatif, 25 Mart 1911 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerinde gerçekleşmiş olan Triangle Gömlek Fabrikası yangını. Yangında 123 kadının ölmesi daha sonrasında Kadınlar Günü olarak anılmaya değer bir durum olarak kıymet görmüş; ne kadar ince bir düşünce… Onun dışında sayabileceğimiz alternatifler Sosyalist Enternasyonel’e ve Komünist Enternasyonel’e bağlı Komünist Kadınlar Konferansları, Rusya’da 8 Mart 1917’de kadınların başı çektiği yürüyüşler ve grevler olarak gösterilebilir. Birleşmiş Milletlerin de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Anma tarihçesininin başlangıcını  Rusya’da gerçekleşmiş olan bu ayaklanma olarak ele aldığını görmekteyiz.

Tahmin edersiniz ki Amerika Birleşik Devletlerinin Rusya, sosyalizm, komünizm gibi alerjilerinden dolayı Kadınlar Gününü uzun bir süre tabir-i caizse görmezden geldiği nihayet 1970’li yıllarda günü resmi olarak kabul ettiği de bilinmekte. Görüyoruz ki karnı asla doymayan kapitalizm, bir taktik olarak bükemediği bileği öpüyor. Hatta öpmekle de kalmayıp o bileği sahipleniyor. Öyle bir zaman geliyor ki, bütün dünya o anma gününün nereden ne amaçla çıktığını unutup, günü görmezden gelip, yok sayıp bambaşka bir kültüre dönüştürüyor. Günün sonunda hangimiz kadın olarak “Bundan yıllar önce çalıştığı işinden hak ettiği ücreti alamadığından ayaklanan ve grev yapan, hatta yanarak canından olan kadınlar için kocam, sevgilim vs. bana hediye alıyor?” dedik, diyebildik?

Kusura bakmayın, sorgulamadık bile. Hatta hediye almayan karşı cinsimizle kavga ettik, küstük. Kendimiz gibi her şeyi metalaştırdığımız bu dünyaya bir tuğla da kendi ellerimizle koyduğumuzu fark etmedik, etmek istemedik.

Zannediyorum dünyanın genel anlamda gelmiş olduğu durumu en iyi özetleyen günlerden biridir, Kadınlar Günü.

Gerçekten dünyadaki her şey bizim eserimiz olabilir mi? Bu kanlı savaşlar, bu kavgalar, tabiatın bu hali, çekişmeler, bu tüketim çılgınlığı, üretim yoksunluğu, birbirine saygısı olmayan tahammülsüz, kedi köpeğe bile acımasızca, canice şiddet uygulayan bu insanlar biz kadınların eseri mi gerçekten?

HER ŞEY BİZİM ESERİMİZ Mİ?

Dünyanın bu duvarına bir tuğla da bizim koyuşumuz kendimizi değerli hissetmek isteyişimizle açıklanabilir mi, meşrulaşabilir mi; sanmıyorum. Yazımın başında da belirtmiştim, benim yemeğim sert ve yemeğimin hazmı zor olacak diye.

Tabiatının teoisi ile yaşayışın pratiğinin birbiri ile hiçbir ilgisinin olmadığı, daha önceden varsa bile artık günümüzde zerresinin kalmadığını düşündüğüm bir anma günü özelinde, böyle zamanlarda, aslında konusu başlı başına başka bir haftanın yazısı olabilecek kadar derin olan yanlış anlaşılmalar aklımın odacıklarını doldurmakta. Tamamen yanlış anlaşılmış ve yaşam pratiklerine tamamen yanlış uyumlanmış bir gün. Benzer şekilde bana Mustafa Kemal’in “Dünyada gördüğünüz her şey kadının eseridir.” sözünü de aynı “yanlış anlaşılmışlık huzursuzluğu” ile hatırlatmakta.

8 Mart günü sanıyorum sosyal medyada en çok karşılaştığımız paylaşım bu idi: Dünyada gördüğünüz her şey kadının eseridir. Doğrudur, ben de bu görüşe katılıyorum fakat bu cümle üzerine hiç düşündünüz mü? Sahi, Mustafa Kemal acaba burada ne demek istemiş olabilir? Hani demiş ya “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.” Her şeyde olduğu gibi bir bakıp çıkıyor muyuz, yoksa “Acaba bu metnin altında ne anlatmak istemiş olabilir?” diye düşünüyor muyuz?

Gördüğümüz, okuduğumuz her şeyde bunu zaten yapmalıyız fakat bana göre Mustafa Kemal okuması yaparken biraz daha uyanık olmalıyız diye düşünmekteyim. Bu fikrimi elde tutarak düşünelim, gerçekten dünyadaki her şey bizim eserimiz olabilir mi? Bu kanlı savaşlar, bu kavgalar, tabiatın bu hali, çekişmeler, bu tüketim çılgınlığı, üretim yoksunluğu, birbirine saygısı olmayan tahammülsüz, kedi köpeğe bile acımasızca, canice şiddet uygulayan bu insanlar biz kadınların eseri mi gerçekten? Bu buz gibi gerçek maalesef hepimizin uzak durduğu, anlamakta güçlük çektiği için dolabimizin en dibinde durmakta. Çünkü evet, bunların hepsi kısmen de olsa bizim eserimiz.

Bu yazımda Kadınlar Günü üzerinden, başka hiçbir derdimiz kalmamışcasına, şımarıkça kaprisli cümleler kurabilirdim. Olaya karşıdan baktığınızda birçoğunuz tarafından haklı da bulunur, alkışlanırdım. Ama olayları tersinden okumak adetimdir, düzenli okuyucularım bilir. O nedenle dünya üzerindeki her şeyin biz kadınların eseri olduğu fikrini o gurur duyan, kibirli bakış açısı ile içselleştiremiyorum. İçselleştirdiğim nokta, dünyanın gelmiş olduğu bu duruma olan katkımızın biz kadınlar tarafından fark edilip, bu gidişata artık bir “Dur!” denmesi gerektiği.

İçselleştirdiğim nokta 21. yüzyıl belası “özgür ve özgüvenli çocuk” projesi uğruna yetişkinliğinde sınır bilmeyen, karşı cinsinden “Hayır” cevabı aldığında deliye dönen, toplumla uyumsuz, kural tanımaz bireyler gerçeği…

İçselleştirdiğim nokta oğullarımızı kral gibi yetiştirmememiz gerektiği. Çünkü bu “saray”dan çıktıklarında aslında “kral” olmadıklarını fark etmek için çok geç olduğu. O küçük kralcıkların yerlerinden kalkıp bir bardak su almaya bile egosal anlamlar yükleyip, başka bir annenin evladına zulmedecek şekilde bilinçsiz yetişmesine katkı sağladığımız gerçeği…

İçselleştirdiğim nokta daha minicik yaştaki çocuklarımıza Anneler Günü, Öğretmenler Günü, Babalar Günü o günü bu günü adı altında yaşattığımız hediye dayatması, “en pahalıyı ben aldım” güdüsü ile bir tüketim canavarı yarattığımız gerçeği…

İçselleştirdiğim nokta “Benim kızım daha güzel, süslü, bakımlı, zayıf vs” üzerinden çocukları hemcinslerine daha küçüklükten rakip olarak gösterdiğimiz gerçeği…

İçselleştirdiğim nokta her insanın tabiatı gereği sahip olmasının dünyadaki en doğal şey olduğu cinsel organı yüzünden dönen sohbetlerin seviyesizliği. Bir oğlan çocuğunun salt “Pipi”sinin varlığı ile dünya üzerinde var olan diğer tüm cinsler üzerinde tahakküm kurmasının meşruluğu… “Ben horozumu salıyorum…” mantığının çiğliği ve çirkinliği.

İçselleştirdiğim nokta yalnızca hormonal güdülerimiz veya toplumsal beklentiler nedeni ile dünyaya getirilen, sonrasında bir köşeye atılmış “instagram bebekleri”. Kendinizi düşünün, ben 40 yaşımda annemin sevgisine, şefkatine, onayına muhtacım. Küçük bir çocuğun annesinin ilgisini ve sevgisini kazanma çabasını görmezden gelmek… Annesinde bulamadığı sevgi, şefkat, onay yüzünden bütün dünyaya düşman olarak yetişen koca koca çocuklar gerçeği…

İçselleştirdiğim nokta toplum önünde genel kabul görmek için hata yapmayan mükemmel çocuklar uğruna, yetişkinliğinde herkesin onayını almaya kıvranan ve insanlar tarafından oraya buraya çekiştirilen insanlar yetiştirildiği gerçeği…

İçselleştirdiğim nokta 21. yüzyıl belası “özgür ve özgüvenli çocuk” projesi uğruna yetişkinliğinde sınır bilmeyen, karşı cinsinden “Hayır” cevabı aldığında deliye dönen, toplumla uyumsuz, kural tanımaz bireyler gerçeği…

Örnekler maalesef çeşitlendirilebilir fakat sanıyorum ne demek istediğimi az-çok anlatabilmişimdir. Dünyada her şey gerçekten kadının eseri. Erkekler fiziksel olarak avcı, savaşçı vs. olabilirler fakat bana kalırsa Allah manevi savaşma ve direnme gücünü kadına daha çok bahşetmiş. Dünyadaki bunca zorluğa, kısıtlanmaya, baskıya rağmen bu dünyayı daha iyi bir yere dönüştürebilmek için bence bizim bir ayağa kalkıp silkelenmemiz gerekmekte. Erkek cinsinin dünya ile ilgili pek bir fikrinin olduğunu düşünmüyorum açıkçası, onların fikir yapısı “önümüze ne gelirse yaşıyoruz.” kapasitesinde. Fakat biz kadınların dünyaya Allah’ın bir lütfu olarak gönderildiğini düşünüyorum, çünkü dünyaya gelen varlıkları yetiştirmek, büyütmek bize bağışlanmış ve lütfedilmiş. Ve bu bence boşuna değil.

Dünyadaki her şey kadının eseri ve dünyadaki her şeyi değiştirebilmek de kadının elinde. Herkesin evinin önünü süpürmesi gibi herkes evinin oğlunu-kızını güzelleştirebilirse dünya bambaşka bir yer olacak. Kadın, her şey gibi bunu da başarabilir.

Buse Köseren
Latest posts by Buse Köseren (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir