Unutulan kalpler

Unutulan kalpler

Unutulmuş, hor görülmüş, itilmiş-kakılmış olan her kalp bir gün ansızın çıkıp geliverir. Yerel seçim öncesi yazmış olduğum bu yazımın yerel seçimden başarılı şekilde çıkacak tüm çiçeği burnunda belediye başkanlarına da ayrıştırmadan, ötekileştirmeden gerçekleşecek bir yönetim döneminde ilham olmasını dilerim. 

Birkaç gündür çevremden sıkça duyduğum “Sonuçları bizim elimizde olmayan durumlar ile ilgili stres yaşamayı bırakın.” sözü sanırım son aylarda içinde bulunduğum zihinsel durumu özetler nitelikte. Yaşadığımız hayata baktığımızda birçok şey bizim elimizdeymiş gibi görünse de gün içerisinde yaşadığımız en basit durumda dahi onlarca farklı bileşen ve değişken var. Bu durumda ne kadar kontrollü ve denetimli yaşayabiliriz ki? 

Hele ki söz konusu tüm ülkenin eşit derecede oy hakkına sahip olduğu bir seçim olunca… Bahsi geçen seçim organizasyonunda yurttaş olarak hepimizin eşit oy hakkı, emeği var. Peki sonuca giden süreçte atılan adımların sorumluluğundan hepimiz eşit derecede haberdar mıyız? Veya dillendirdiğimiz söylemlerin, yaptığımız davranışların halkta nasıl bir karşılık bulacağı, halk tarafından nasıl algılandığı hakkında en ufak bir fikrimiz var mı? Sanmıyorum. Öylesine hoyrat, öylesine gelişigüzel konuşuyoruz, paylaşımlar yapıyoruz ki… Halbuki davranışlarımızın, sözlerimizin bir yerlerde nelere sebep olabileceğini az buçuk hesap etsek, düşünsek belki de bir milyon kere düşünüp öyle konuşuruz. Belki de konuşmayız bile. Bu durum toplum tarafından tanınan, bilinen ve bir şekilde itibar gören insanlar isek çok daha bıçak sırtı bir durum haline gelmekte üstüne üstlük. 

Halkın ne kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğu gerçeğini önemsemeden attığımız, bizim için küçük halkın kararlarına yön verme adına büyük adımlar Türkiye gibi ülkelerde inanılmaz sonuçlar doğurabilmekte.

HALKIN ALINGANLIĞINA KÖR OLMAK

Halkın ne kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğu gerçeğini önemsemeden attığımız, bizim için küçük halkın kararlarına yön verme adına büyük adımlar Türkiye gibi ülkelerde inanılmaz sonuçlar doğurabilmekte. “Türkiye gibi ülkeler” derken ne demek istiyorum? Burada Türkiye gibi ülkeler derken aslında toplumumuzdan bahsetmek isterim. Halk olarak seçimlerimizi entelektüel birikim, akademik okuma veya eleştirel bir bakış açısı ile rasyonel ve analitik şekilde gerçekleştirdiğimiz çok da söylenemez. Biz daha çok duygularımıza hitap eden, bize kendimizi değerli ve önemli hissettiren, coşku güdümüzü motive eden ideolojileri bile değil, siyasi liderleri, siyasi figürleri takip etmeye yatkın, tabir-i caizse retorik sanatına aşık bir milletiz. Bu durum üzerine eminim birçok araştırma yapılmıştır. Neden ve sonuçları üzerine literatürde sıkça tartışma da gerçekleşmiştir. Nihayet zaten varılan sonuç ortada: 20 küsür yıldır duygulara nasıl hitap etmesi gerektiğini çok iyi bilen, artık Türkiye siyasetinde efsaneleşmiş bir lider…

Halkın bu coşkulu kalabalık özelliğini çok iyi analiz eden bir iktidarımız var evet. Fakat bu durumu -belki de- özellikle görmezden gelen bir de muhalefet kanadımız var. Halkın neleri duymak istediğini veya neleri duymak istemediğini, nelerden rahatsız olduğunu, neleri sevdiğini, hangi durumlarda kendini itilmiş, küçük yaşta yatılı okula verilmiş çocuk gibi hissettiğini, neler yapıldığında evin kömürlüğüne kaçmak isteyen evin beslemesi durumuna düştüğünü hiç umursamayan bir muhalefet var. Burada muhalefet derken siyasi liderlerden de bahsetmiyorum. Buradaki muhalif öznem ben, siz, komşum, iş arkadaşım, bakkalım, öğretmenim, annem… Hepimiz. Ayrışmanın sokakta başladığını anlamayan bizler. 

Halk dediğimiz organizma nihayetinde teker teker biz insanlardan oluşmakta. Ona bu yaşam hakkını veren bizleriz. Halkı inşa eden unsurlar tabii ki yadsınamaz fakat yine de bizim o inşa edilme durumunda da bir durup düşünmemiz gerektiği kanaatindeyim. Bu inşa yapılırken nerede ayrışıyoruz, nasıl ayrışıyoruz ve asıl can alıcısı neden ayrışıyoruz? Ayrıştığımız her bir birey günün sonunda tıpkı bizim gibi iki eli, iki kulağı, iki gözü, bir beyni ve –en çok unuttuğumuz- bir de kalbi olan bir insan…

 Muhalif seçmenin kendinden olmayana karşı olan alerjisi, bireylerin toplanıp oluşturduğu halkın nihayetinde keskin sınırlarla ayrılmış bir topluma dönüşmesine neden olmakta.

ÇÜNKÜ UNUTULAN NE VARSA BİR GÜN KENDİNİ HATIRLATIR

Muhalif seçmenin kendinden olmayana karşı olan alerjisi, bireylerin toplanıp oluşturduğu halkın nihayetinde keskin sınırlarla ayrılmış bir topluma dönüşmesine neden olmakta. Kendisinin kutsallaştırdığı adeta putlaştırdığı değerleri, kişileri meşru görüp karşı tarafın değerlerini küçük görme, alışkanlıklarını ciddiye almama, normlarını tehdit olarak algılama paranoyası ise bir süre sonra taraflardan ciddiye alınmayanın mağduriyetine dönüşüp ilgili tarafın söylemlerinin halkta çok daha büyük bir ilgi ile karşılanmasına neden olmakta. Bu durum başta bahsettiğim Türkiye gibi ülkeler dediğimiz ülkelerin tam da siyasi karakterinin özeti niteliğinde.

28 Şubat sürecini hatırlayın. Bir muhalif seçmen olarak devamlı eleştiri ve körü körüne reddediş refleksimden artık kendimin bile yorulduğu bir dönemde olaylara farklı bir bakış açısı ile yaklaşmam gerektiğine karar verip iktidar medyasının bayrak tutan televizyon kanallarından birinde 28 Şubat ile ilgili bir belgeseli geri ala ala, olayların ifade ediliş şekline takılmamaya ve en üst seviyede empati yapmaya çalışarak izlediğim gün, tam da bu “unutulmuş kalpler” gerçeğinin yüzüme bir tokat gibi çarptığı gündü. Kimseyle burada laiklik, Kemalizm, rejim tehdidi, şeriat gibi kavramlar üzerine bir tartışmaya girmek değil niyetim. Ben işin biraz daha bireysel, biraz daha bireyler üzerinden ilerleyen süreç kısmındayım. Çünkü toplumsal kırılmanın tam da bu bireyler üzerinden inşa edildiği fikri, benim siyasetimin karakteristiği. 

Benim siyasetimin karakteristiği 28 Şubat’a giden yolda Ankara Kocatepe Camii’de yankılanan “Şeriat isteriz” nidaları ile ilgilenmiyor. Veya yıllardır tekrar tekrar dile getirilen Karatepe, Yılmaz konuşmaları da değil. Hasan Hüseyin Ceylan’ın Kemalizm üzerine vermiş olduğu beyanlar ve belki de gelinen sürecin zirve noktası meşhur iftar yemeği davetlisi Fethullah Gülen. Hayır, tüm bunlar da benim siyasetimin karakteristiği değil. Benim yakalamaya çalıştığım unutulan kalpler noktası. Örneğin belgeseli izlerken unutamadığım bir kız çocuğu. Okulunda derece yapmış kız çocuğunun ödülünü almak için sahneye çıkmak isteyip, çıkamayışı…

Toplumun ayrışmasına, birbirimizden ayrılmaya, birbirimize alerjimiz varmış gibi aynı ortamda dahi bulunmaktan rahatsız oluşumuza ve gelinen bu iki kutuplu toplum sonucuna giden süreçte bizim bireysel olarak verdiğimiz tepkilerin, o tepkilerin fitilinin ateşi işte bu kız çocuğunun sahneye çıkmasına izin verilmeyişi ve türevleri belki de. Bir annenin oğlunun askerden terhis olduğunu göremeyişi belki de. Bugün 2024’te geldiğimiz bu noktanın başlangıcı fillerin karşı tarafın çimenlerine mağduriyet üstüne mağduriyet yaşatması belki de. Toplumun dönüşüm çarklarının biz bireylerden oluştuğu düşünüldüğünde bu fikir tam da öznelerine kavuşmuş oluyor aslında. Biz, birbirimizle bireysel ayrışmalar yaşadıkça bizim unutulmuş kalplerimiz ile gerçekte hiçbir gönül bağı olmayan büyük filler kazanıyor, yiyor, içiyor, harcıyor. Biz ise altta hem birbirimizle -en kaba tabirle- dalaşıyoruz hem de fillerin ayakları altında eziliyoruz. Canhıraş bir kavganın ortasındaymışız gibi davrandıkça karşı tarafın da bir kalbinin olduğunu unutup daha da abartılı haller alıyoruz.

Mesela Ramazan Ayının ilk günü sosyal medya hesabımızdan alkollü içecek paylaşımları yapıyoruz. Veya gözaltına alınıp salıverildikten sonraki ilk paylaşımımız yine bir alkollü içecek görseli oluyor “Türkiye laiktir, laik kalacak.” yazısı ile birlikte. Bu anlamsızlıkları neden yapıyoruz, inanın bilmiyorum. Neye yarıyor, onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yinelemekte fayda görüyorum ki, Türkiye gibi ülkelerde bu söylemlerin karşı tarafı beslemekten başka bir şeye yaramadığı. Kalp kırdığı, itilmiş hissettirdiği, cahil yerine konduğu, bir kavga ortamı yarattığı… Ve son 20 küsür yıla baktığımızda kalbi kırık olan çoğunluğu kendine gönülden bağlamış olan bir iktidarın varlığı sanırım benim bu tezimi de doğrulamakta. Unutulmuş, hor görülmüş, itilmiş-kakılmış olan her kalp bir gün ansızın çıkıp geliverir. Gelecektir de…

Yerel seçim öncesi yazmış olduğum bu yazımın yerel seçimden başarılı şekilde çıkacak olan tüm çiçeği burnunda belediye başkanlarına da ayrıştırmadan, ötekileştirmeden gerçekleşecek bir yönetim döneminde ilham olmasını dilerim. 

Buse Köseren
Latest posts by Buse Köseren (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir