Suç işlemekten vazgeçin, Can Atalay’ı serbest bırakın!

Suç işlemekten vazgeçin, Can Atalay’ı serbest bırakın!

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kavala ve Demirtaş kararının uygulanmaması gibi Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmaz ve Can Atalay’ın tutsaklığı devam ederse, Türkiye Anayasasız” bir döneme girer. Bu da Türkiyenin değil hukuk devleti, bir devlet olma özelliğinin yitirildiği, kaotik bir döneme geçmek anlamına gelir.

Anayasa Mahkemesi, geçen hafta Gezi davası kapsamında aldığı cezası onanan, Milletvekili Can Atalay’ın başvurusunu sonuçlandırarak, “seçme ve seçilme hakkı” ile “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” yönünden hak ihlal kararı verdi. Resmi Gazete’de yayınlanan gerekçeli kararın 114. paragrafında çok açık bir şekilde; dosyanın görüldüğü ilk derece mahkemesi olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin; “yeniden yargıla, mahkumiyet hükmünün infazını durdur, ceza infaz kurumundan tahliye et ve yeniden yapılacak olan yargılamada durma kararı ver” şeklinde yapması gereken işlemleri listeledi.

Anayasa Mahkemesi’nin, “Şerafettin Can Atalay” kararı, bireysel başvurunun tanındığı 2012 yılından bu yana verilen kararlar arasında en açık ve kararı uygulayacak olan alt mahkemelerin ne yapması gerektiğini en ayrıntılı şekilde anlattığı kararı oldu. Karar, o kadar sade ve kesin bir dil kullanılarak yazılmıştı ki kararı anlamak ve uygulamak için hukukçu olmaya bile gerek yoktu. Yani aslında Yüksek Mahkeme, karar sonrası tartışmaları önlemeyi amaçlamış ve bu nedenle bu sade dili tercih etmiş, alt mahkemenin atması gereken her bir adımı açıkça belirtmişti. Bir bakıma alt mahkemeye rehberlik hizmeti verdi. Yapılacak tüm işlemleri tek tek anlatan Yüksek Mahkeme, kararın gereğinin uygulanması için kararı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne tebliğ etti.

Anayasa Mahkemesi kararının 114. paragrafında yapılacaklar çok netti, tartışmaya ya da yeni bir müzakereye kapalıydı; yeniden yargılama yapılması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, Can Atalay’ın tahliye edilmesi ve yeniden yapılacak yargılama hakkında durma kararı alınması. Yüksek Mahkeme tarafından verilen karar, yeni bir hukuki tartışmaya yer bırakmamayı özellikle amaç edinmişti. Belki de daha önce Enis Berberoğlu kararında yaşananların bir daha yaşanmaması amaçlandı.

Kararın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne tebliğ edilmesinden sonra hepimizin haklı olarak beklentisi; bu kadar açık bir karar karşısında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin derhal tahliye kararı vermesi ve Can Atalay’ın tahliye edilmesiydi. Zira Anayasa’nın 153. Maddesi, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar” hükmü; İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyetine konu üzerinde hukuki bir tartışma yapma yetkisi vermiyordu, yapmaları gereken doğrudan tahliye kararı vermekti. Anayasa Mahkemesi kararı tebliğ edildi; ancak tebliğ sonrası heyet günlerce adliyeye gelmedi. Nihayet adliyeye geldiği günlerde de, odalarının kapısını arkadan kilitlediler, ışıklarını kapattılar; ne avukatlarla ne de milletvekilleriyle görüşmeyi kabul ettiler. Dışarıya söylenen ise, heyetin kararı müzakere ettiğiydi. Oysa Anayasa Mahkemesi kararı müzakereye veya yeni bir tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin, Anayasayı yok sayan tavrına karşılık başta Adalet Bakanlığı olmak üzere tüm kurum ve kişilerin tavrını net koyması gerekir. Ya hukuktan, Anayasadan yana tutum alacaklar ya da Anayasayı ihlali görmezden gelip alkış tutacaklar.

Bütün bu sinir harbinin ardından, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararının tebliğinden ancak altı gün sonra dosyayı incelemeye alabildi. Ancak herhangi bir karar da vermedi, sadece ortada bir kâğıt parçası belirdi. Mahkeme başkanın münhasıran attığı imzayı taşıyan, hukukta hiçbir karşılığı olmayan, nev’i ve tarihi belirsiz bir metinle; hak ihlalinin Yargıtay’ın işlemlerinden kaynaklı olduğu gerekçesiyle dava dosyasını Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderdi.

Şimdi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin cevabını bekliyoruz. Büyük olasılıkla da Yargıtay, Anayasa Mahkemesi kararının muhatabının alt mahkeme olduğu gerekçesiyle, dosyayı tekrar İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderecek. Alt mahkemenin vereceği muhtemel direnme kararının ardından dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun önüne gelecek. Bu şekilde süreç uzatılacak; kararın uygulanmasına yönelik tartışmalar artacak; Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin ve rolüne yönelik tartışmalar alevlenecek. Devlet Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi’ne yönelik sürdürdüğü saldırıları da göz önünde bulundurduğumuzda; aslında bu dosya, Anayasa Mahkemesi’nin rolünü kırpmaya yönelik bir kampanyaya dönüşecek. Burada amaç; Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlallerini gidermeye yönelik karar verme yetkisini baltalayıp, hak ihlallerini tespit etmekten öteye geçemeyen etkisiz bir kurum haline getirmek olacak. Tüm bu süreç devam ederken Can Atalay tahliye edilmeyecek; hem Can’a hem de seçmenlerine yönelik hak gaspı devam edecek.

Artık bu gerçeği belki de daha güçlü sesle ifade etmeliyiz. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkan ve üyeleri Can Atalay’ı tahliye etmeyerek bile isteye suç işlemeyi; Anayasa’yı çiğnemeyi tercih etti. Bu ülkede yasaları uygulamakla, denetlemekle yükümlü olan “yargı” kurumu, Anayasa’yı çiğnemeyi, Anayasa Mahkemesi’ni yok saymayı tercih etti. Hukuken tartışmaya kapalı, ne yapılması gerektiği açıkça yazılan bu karara uymamanın, dosyayı Anayasa Mahkemesi kararının muhatabı olmayan Yargıtay’a göndermenin başka bir izahı olamaz. Mahkeme heyeti bu tutumla hem Ceza Kanunu nezdinde hürriyeti tahdit, görevi ihmal suçu işliyor hem de meslek kurallarını çiğniyorlar.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Anayasa’yı yok sayan tavrına karşılık başta Adalet Bakanlığı olmak üzere tüm kurum ve kişilerin tavrını net koyması gerekir. Ya hukuktan, Anayasa’dan yana tutum alacaklar ya da Anayasa’yı ihlali görmezden gelip alkış tutacaklar.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Kavala ve Demirtaş kararının uygulanmaması gibi Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmaz ve Can Atalay’ın tutsaklığı devam ederse, Türkiye “Anayasasız” bir döneme girer. Bu da Türkiye’nin değil hukuk devleti, bir devlet olma özelliğinin yitirildiği, kaotik bir döneme geçmek anlamına gelir. Bunu istemiyorsak yapılması gereken; bu heyetin görevden el çektirilmesi, HSK tarafından soruşturulması ve yeni oluşacak heyet ile birlikte Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasıdır.

Veysel Ok
Latest posts by Veysel Ok (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir