Kendini tekrarlayan bir kötülükle sınanıyor hep insanlık

Kendini tekrarlayan bir kötülükle sınanıyor hep insanlık

Filistinde yaşanan savaş yeni değildi fakat arsızlığın ve yüzsüzlüğün yeni bir boyutu ile tanışıyordu tüm dünya. Kendi yazdıkları bir oyunun içinde, oyunun tüm kurallarını kendileri koyarak, bu sefer ikiyüzlü davranmaya bile gerek duymadan, haksızca gasp ettikleri Filistin topraklarında zulme devam ediyorlardı. Uzun lafın kısası; her zaman olduğu gibi, yine onların kurbanları kıymetli, karşı tarafta yer alan yalnız ve çaresiz Filistin halkının kurbanları ise kıymetsiz ve değersizdi.

Dünyanın gözleri önünde, kural ve kaide barındırmayan bir savaşın içinde, masumlar hayatlarını kaybetmeye devam ediyor. İsrail’in Gazze’deki soykırımı birinci ayını doldurdu. Bu bir ay içinde Filistin’de hayatını kaybedenlerin sayısı on bini geçti. Ölenlerin ise %70’ini kadın ve çocukların oluşturduğu bildiriliyor. Her savaşta olduğu gibi bu savaşın da en çok zarar göreni, olan biten hiçbir şeyle alakası olmayan, kadın ve çocuklar. Çaresizlik içindeler ve ne yapacaklarını bilmiyorlar. Tüm dünya sessizce onları seyrederken, onlar dipsiz bir karanlığın içinde hayatta kalma mücadelesi veriyor. Üstelik bu mücadele bizim son bir aydır konuştuğumuz soykırım ile başlamış da değil. Yıllardır süregelen bir zulmün ve kötülüğün içinde yaşam mücadelesi veriyor Filistin halkı. Yani savaş onlar için yeni bir durum değil. Yeni olan, zulmün ve vahşetin her geçen gün dozunu artırıyor olması.

1948 yılından beri Filistin’de, güçlü olanın arsızca, hakkı olmayan her şeye el uzatışını ve hadsizliğine rağmen, güçlü olmasından dolayı tüm dünyanın sessiz kalışını seyrediyoruz.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, bölgede hâkim güç olan İngiltere’nin, “Yahudi halkına Filistin’de bir devlet kurma” sözüyle başlıyor her şey. Yahudilerin Filistin’e yoğun bir şekilde gelmeye başlamaları ise, İkinci Dünya Savaşı sonrası gerçekleşiyor. Yahudi soykırımını yaşayan ve yaşadıkları vahşetten kaçarak Filistin’e sığınan Yahudiler, daha sonra o bölgenin kendilerine ait olduğunu iddia ederek paylaşım planı yapmaya başlıyorlar. O dönem Filistin nüfusunun üçte birini oluşturan Yahudiler, Birleşmiş Milletler ile yaptıkları plana göre Filistin’de ikili bir devlet kurarak Filistin’in %56,47’sini Yahudi devletine, %43,53’ünü ise Arap devletine bırakıyorlardı. Bu paylaşım planı, Yahudiler tarafından kabul edilmiş fakat Araplar tarafından kabul görmemiştir. Bu nedenle de hiçbir zaman uygulanamamıştır. Kabul etmemekte de haklıydılar elbette. Sinsice planlanan bir paylaşımla, kendi sahip oldukları toprakları, bir anda ortaya çıkan bir devletle paylaşmaları, hatta büyük bir kısmını onlara vermeleri bekleniyordu.

Rolünü başarıyla tamamlayan İngiltere’nin bölgeden çekilmesinin ardından, Yahudiler 1948’de İsrail’in kuruluşunu ilan ettiler. Bu ilan aynı zamanda Filistin’de yaşanacak olan tüm çatışmaların da başlangıcı olmuştu. Yüzbinlerce Filistinli İsrail’in zorbalıkla gasp ettiği toprakları terk etmek zorunda kalmış ya da zorla göç ettirilmişti.

Arkasına aldığı büyük devletlerin gücü ile dur durak bilmeyen İsrail, Yahudi soykırımında yaşadıklarının acısını Filistin halkından çıkarmak ister gibi, her fırsatta saldırdı Filistin’e. Yeni değil bugün yaşananlar. Bebek demeden, masum demeden her fırsatta orada yaşayan halka zulmetmeye devam etti İsrail. 1948 yılında başlayan o çatışmalar zaman zaman sessizce, çoğu zaman da tüm dünyanın gözü önünde yaşanmaya devam etti. Topraklarını ve vatanlarını müdafaa etmeye çalışmaktan başka hiçbir suçları olmayan bir halk, hiçbir haklı gerekçesi olmayan bir devletin zulmüyle kuşatılmış, yıllarca cehennemi yaşamaya mahkûm edilmişti. Bu çatışmaları durdurmak için yapılanlar ise, çatışmaların şiddetlendiği zamanlarda uluslararası kuruluşların çıkıp “kınama” açıklamaları yaparak, vicdanlarını rahatlatmalarından öteye geçemedi hiçbir zaman. Çünkü onlar dünyanın yöneticisi olanlardı (!) ve kurdukları örgütler de yalnızca onların haklarını müdafaa etmek için varlardı. Büyük bir ikiyüzlülükle, dünya barışını sağlamaya çalıştıklarını iddia ederken, aslında sadece kendi hegemonyalarını devam ettirmeye çalışan emperyalizmin başat kahramanları, Filistin halkının yaşadıkları bu büyük zulmü hiçbir zaman görmediler.

Bugün farklı olan ise, yaşanmakta olan son savaşta, bu ikiyüzlülüğe bile gerek duymadan açıkça İsrail’in yanında yer almalarıdır. Savaşın başladığı ilk günlerde BM yetkilileri Hamas saldırısı sonucunda hayatını kaybedenlere Brüksel’de anma töreni düzenleyerek açık bir şekilde İsrail’e destek vermişlerdi. Yine savaşın ilk haftalarında Berlin’de düzenlenmek istenen Filistin ile dayanışma mitingi engellenip, ilgili yerlere İsrail bayrağı yerleştirilmişti. Sonrasında ABD Başkanı Biden başta olmak üzere, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinin devlet başkanları İsrail’e bizzat giderek desteklerini göstermekten çekinmemişlerdi. Filistin halkının yaşadığı tüm abluka, vahşet ve soykırıma rağmen onlar hiç utanmadan İsrail’in yanında yer almaya ve bu zulmü desteklemeye devam ettiler. İstedikleri tek şey Filistin halkının Sina Çölü’ne sürülmesi ve bölgedeki en büyük gücün İsrail olmasıydı. Kendi çıkarları bunu gerektirdiği için de orada can veren çocukların, kadınların ve sivil halkın ne yaşadığıyla asla ilgilenmiyorlardı. Çünkü dünyanın yöneticisi onlardı. (!)

Hiçbir şey yeni değildi. Dünya her zamanki gibi aynı yöntemlerle daha doğrusu aynı kötülükle, kendi varlığını ispatlamaya çalışan şımarık güç budalalarının elinde, savrulmaya devam ediyordu. Büyük bir soykırıma maruz kalmış olan Yahudi halkı, şimdi aynı duruma bir başka halkı getirerek, kötülüğün fırsat verildiğinde nasıl da mümkün olduğunu öğretiyordu tüm dünyaya.

Filistin’de yaşanan savaş yeni değildi fakat arsızlığın ve yüzsüzlüğün yeni bir boyutu ile tanışıyordu tüm dünya. Kendi yazdıkları bir oyunun içinde, oyunun tüm kurallarını kendileri koyarak, bu sefer ikiyüzlü davranmaya bile gerek duymadan, haksızca gasp ettikleri Filistin topraklarında zulme devam ediyorlardı. Tıpkı 11 Eylül olaylarında olduğu gibi, kendilerine bir “mağduriyet” yaratarak, haklı olduklarını iddia ediyor ve olağanüstü bir güvenlikleştirmeyle karşı tarafa acımasızca saldırıyorlardı. Yani uzun lafın kısası; her zaman olduğu gibi, yine onların kurbanları kıymetli, karşı tarafta yer alan yalnız ve çaresiz Filistin halkının kurbanları ise kıymetsiz ve değersizdi.

Yaşanan o büyük acılar, o büyük cehennem, işte böyle basit gerekçelerle yaratılıyordu. İnsanlar sığındıkları hastanelerde, çocuklar okullarda, sokaklarda, annelerinin gözleri önünde vuruluyordu yine bu basit gerekçelerle. Kadınlar hastaneler olmadığı için sokaklarda doğum yapıyor, yararlılar anestezi ilaçları olmadığı için canlı canlı ameliyat edilerek tedavi edilmeye çalışılıyordu. Ölenlerin yaşayanlardan daha şanslı sayıldığı bir felaketin içinde, savaş devam ediyordu. Dünya ise kıymetsiz kurbanlarını görmemeye ve onlar için hiçbir şey yapmamaya kararlı gözüküyordu.

Hiçbir şey yeni değildi. Dünya her zamanki gibi aynı yöntemlerle daha doğrusu aynı kötülükle, kendi varlığını ispatlamaya çalışan şımarık güç budalalarının elinde, savrulmaya devam ediyordu. Büyük bir soykırıma maruz kalmış olan Yahudi halkı, şimdi aynı duruma bir başka halkı getirerek, kötülüğün fırsat verildiğinde nasıl da mümkün olduğunu öğretiyordu tüm dünyaya. Öğrenebilmeyi becerebilseydik, öğrenecek çok şey vardı belki ama kötülükten daha çabuk kavradığımız başka bir şey olmuyor genelde.

Sürekli tekerrür ettiğimiz bu büyük acıların içinden geçerken her birimiz ayrı bir insanlık imtihanı veriyor ve bu kötülük gerçeği ile yaşamaya çalışıyoruz. Evet, her defasında, Hobbes’un, “İnsan doğası gereği kötüdür.” dediği o noktaya geliyor ve ne kadar da haklı olduğunu idrak ediyoruz. Ama yine de, “Zulüm nerden ve kimden gelirse gelsin zulümdür!” diyerek dili, dini, milleti olmayan ve evrensel değerler etrafında birleşen bir iyilik halini de hayal etmek istiyoruz. Zira çok yorulduk aynı şeyleri yaşamaktan ve hep aynı oyunun bir parçası olmaktan. Bugün, kendimiz için, geleceğimiz ve çocuklarımız için yeni bir dünya kurmak zorundayız. Bunu başarmak için iyiliği korumak, insanlığımızı muhafaza etmek, dünyanın kötü olan yüzünü normalleştirmemek zorundayız. Açıkçası tüm dünyada Filistin halkı için yapılan eylemler bana bu konuda ümit verdi. Umarım bu yaşadıklarımız büyük bir kırılmaya yol açar ve ibresini şaşırmış olan insan, yeniden doğru bir rota bularak, kötülüğün yerine iyiliği koymayı başarabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir