AK Parti anayasacılığı ve yeni anayasa çıkışı

AK Parti anayasacılığı ve yeni anayasa çıkışı

Bir siyasi partinin tek başına ya da küçük ortaklarıyla toplumun diğer yarısını dışlayarak ve onlara kendi dünya ve devlet görüşünü dayatmak için ya da kısa vadeli siyasal çıkarlarını korumak için anayasa yapabilmesi demokratik olarak mümkün değildir. Bu tür bir anayasa ancak otoriter yöntemlerle dayatılabilir.

İktidara geldiği 2002 yılından bu yana neredeyse her yıl anayasayı kısmen veya tümden değiştirmekten söz eden; 12 adet anayasa değişikliği hakkında kanun ile 140 madde düzenlemesini hayata geçiren AKP ve lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan, artık yeni bir anayasa yapmak arzusunda olduklarını ilan ettiler. 1982 yılından bu yana 19 ayrı Anayasa Değişikliği Hakkındaki Kanun ve 180 ayrı madde düzenlemesi ile değiştirilen mevcut Anayasamızın, şimdi artık bütünüyle değiştirilmesi gerektiğini ileri sürmekteler.

En son 2017’de yargı, yasama ve yürütme organlarına ilişkin birçok temel maddesini yeniden düzenledikleri Anayasa’nın, yeni hükümet sistemine geçilmesinden 6 yıl sonra bütünüyle neden değiştirilmek istenildiğinin ise somut gerekçesi gösterilmedi. Yalnızca Anayasa’nın yamalı bohçaya döndüğü, eskidiği ve zaten bir darbe anayasası olduğu, dolayısıyla artık yeni bir anayasa gerektiği belirtildi.

Bu gerekçeler muhalefetten gelmiş olsaydı elbette daha anlaşılır olacaktı. Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet Sistemi’ni değiştirmek, anayasal kontrol-denge mekanizmalarına sahip demokratik bir parlamenter sistem inşa etmek, bunu yaparken de anayasal hükümlerin bütünlüğünü muhafaza etmek için yeni anayasa gereklidir. Ancak hükümet sisteminden memnun olduğu anlaşılan ve bu tercihten dönmek istemeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birçok hükmünü kendi partisinin yeniden yazdığı Anayasa’dan neden hala memnun olmadığı sorusunun üzerinde durmak gerekiyor.

Bilindiği gibi dünyanın birçok ülkesinde anayasanın yeniden yapılmasını bırakın, değiştirilmesi bile oldukça güçleştirilmiştir. Anayasal demokrasilerde anayasaların, her gelen siyasi iktidar tarafından, o yılki siyasi ortama göre yeniden yazılması istenmez. Nedeni de anayasanın liberal demokrasilerdeki işlevinde gizlidir. Anayasalar siyasi iktidarı sınırlamak, temel hak ve hürriyetleri güvence altına almak için yapılmaktadır. Sıklıkla değiştirilmeleri, her türlü rejim açısından siyasi istikrarsızlık belirtisi olarak kabul edilir. Sürekli değiştirilen anayasalar, siyasi bakımdan “öngörülebilirlik” yaratamazlar. Kuralları maç sırasında, sıklıkla oyunculardan birisi tarafından değiştirilen oyun yaratılmaktadır.

Elbette anayasaların yeniden yapılması için devrim, darbe, büyük kırılmalar, yeni devlet kurulması vs. gerekli değildir. Yeni devlet kurmadan, rejimi değiştirmeden de anayasa yapılabilir. Ancak bu tür asli kurucu iktidar demokratik bir uzlaşıdan motivasyonunu almaktadır. Yenilenme ihtiyacı toplumca benimsenen, farklı siyasi aktörlerce dillendirilen bir husustur. Kast edilen ihtiyacın ne olduğu konusunda bir uzlaşı yok ise, tek taraflı bir çıkarın dayatılması söz konusudur.

1983’de sivil siyasete dönüldükten ve Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı sona erdikten sonra askeri darbenin izlerinin silinmesi konusu siyasetçilerin üzerinde uzlaştığı bir ihtiyaçtı. Bu sebeple 1987 tarihli ilk Anayasa Değişikliği Hakkında Kanun ile anayasa değişikliği yapmak için gerekli karar yeter sayısı, halk oyuna sunulmak koşulu ile üçte ikiden, beşte üçe indirilmişti. 1990’lı yıllarda neredeyse bütün siyasi partiler yeni bir anayasa yapılması gereğini dile getiriyordu. Sivil toplum örgütleri farklı anayasa önerileri hazırlayarak tartışmaya açıyordu. Ancak TBMM çatısı altında bir araya gelen ve darbe anayasasının demokratikleştirilmesi konusunda uzlaşan siyasi partiler bile yeni anayasa yapma işine girişemedi. Sonuçta yeni bir anayasa değil, ancak anayasa değişikliği yapabildiler. Bu değişiklik önemli bir demokratikleşme adımıydı. Darbeyi meşrulaştıran “Başlangıç” kısmındaki ifadeler çıkarılmış, temel hak ve hürriyetleri, özellikle siyasi faaliyet özgürlüğü bakımından kısıtlayan birçok hüküm değiştirilmişti. 2001 Anayasa değişiklikleri ile de temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimine yönelik geniş kapsamlı iyileştirmeler yapılmıştı. Böylece 1982 Anayasası orijinal halinden çok daha iyi bir temel hak ve özgürlükler düzeni kurulmuş ve darbenin anayasal izleri en azından özgürlükler için kayda değer biçimde silinmişti.

AKP iktidar sonrasında yapılan değişikliklere ve bir bakıma AKP anayasacılığına baktığımızda üç tür anayasa değişikliği gözlüyoruz. Bunlardan birincisi, dönemsel olarak da daha çok AKP’nin ilk dönemlerine denk düşen, AB’ye üyelik sürecinin hızlandığı ve Kopenhag kriterlerini karşılamak istediğimiz süreçte yapılan Anayasa değişiklikleridir.

ÜÇ DÖNEM, ÜÇ TÜR ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ MODELİ

AKP iktidar sonrasında yapılan değişikliklere ve bir bakıma AKP anayasacılığına baktığımızda üç tür anayasa değişikliği gözlüyoruz. Bunlardan birincisi, dönemsel olarak da daha çok AKP’nin ilk dönemlerine denk düşen, AB’ye üyelik sürecinin hızlandığı ve Kopenhag kriterlerini karşılamak istediğimiz süreçte yapılan Anayasa değişiklikleridir. Daha ziyade ulusal-üstü hukuk ile uyumlaştırma amacı taşıyan bu düzenlemelere, 2004’de AY 90. md eklenen, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelere, kanunlarla çatışmaları halinde üstünlük veren kural ya da AY. 38. maddeden ölüm cezası yasağının istisnalarının kaldırılması, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olunduğunda vatandaşların suç sebebiyle iade edilebileceği gibi değişikleri örnek verebiliriz. Bu gruba dahil edebileceğimiz düzenlemelerin kimisi de, karma amaçlar taşıyan anayasa değişikliği paketlerinin içine eklenmişti. Örneğin; 2010’daki anayasa değişikliği paketi içinde bireysel başvuru hakkı da vardı. Düzenlemenin ana amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki davaları ve ihlal kararlarını azaltmaktı. Bunlar daha orta-uzun vadeli amaçlara yönelik düzenlemelerdir.

İkinci grup değişiklikleri ise, AKP ve liderliğinin kendi kısa vadeli siyasi menfaatleri gereği ihtiyaç duydukları değişikliklerle orta-uzun vadede güçlerini pekiştirmek için arzu ettikleri düzenlemelerdir. Örneğin; 2002’de seçme ve seçilme hakkı bakımından Tayyip Erdoğan’ın mahkumiyetinden kaynaklanan birtakım sınırlamalar vardı ve milletvekili seçilme yeterliliği yoktu. Abdullah Gül başbakandı. Erdoğan, AKP Genel Başkanı’ydı ama milletvekili olamıyordu. AY 76. maddede yapılan Anayasa değişikliği ile bu adaylığın önündeki hukuki engeller kaldırıldı. Aynı şekilde siyasi parti kapatmaları ile anayasal hükümler de AKP ile yakından ilgili siyasi sonuçlar doğurabilecek potansiyele sahipti. Kapatmaya neden olan milletvekillerinin üyeliğinin düşmesine ilişkin düzenleme 2010’da AY 84’den kaldırılarak parti kapatma kurumu neredeyse işlevsizleştirildi. Bunun gibi yakın gelecekte kısa vadeli olarak ihtiyaç duydukları ya da duyabilecekleri anayasa kurallarını değiştirerek kendi yakın siyasi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yaptıkları anayasa değişiklikleri var. 2007’de Anayasa’nın 67. maddesi ile seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde uygulanamaması hükmünü o yılki seçimde uygulamamak için; yine aynı yıl AYM kararı ile AKP’nin arzu ettiği bir cumhurbaşkanını seçemeyince cumhurbaşkanının halk tarafından beş yıl için seçilebilmesi için yaptıkları, 2010’da Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nu ve Anayasa Mahkemesi’ni, arzu ettikleri çoğunluğu oluşturarak “ele geçirmek” için yeniden yapılandırdıkları değişiklikleri de bu gruba dahil etmek gereklidir. İkinci kategori değişiklikler, güce erişmekte önlerine çıkan hukuki engelleri kaldırmak, kontrol-denge işlevi gören ya da görebilecek organları etkisizleştirmek ve daha fazla anayasal yetki/kamu gücü ve parası üzerinde kontrol elde edebilme amacını taşımaktadır.

Bu bakımdan 2016 sonrası getirilen Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet Sistemi’ni de bu kategori içine katmak gereklidir. 2011-2013 TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na AKP şimdikine çok benzer bir başkanlık sistemi önermiş ancak dönemin muhalefet partileri başkanlık sistemine geçilmesine karşı çıkmışlardı. Bu çaba akamete uğrarken, temelde orta sınıf destekli bir toplumsal muhalefet hareketi, Gezi Parkı olayları ile patlak vermişti. Ardından Gülen Cemaati’nin 17-25 Aralık 2013 operasyonları gerçekleşti. Müteakiben AKP liderliği siyasi iktidarını sağlamlaştırmak amacıyla hızlı bir “otoriterleşme” yoluna girdi. 2016 Anayasa Değişikliği ile iktidar için sıkıntı yaratan önemli kimi siyasi rakipleri elimine edebilmek, muhalefeti bastırabilmek için topluca milletvekili dokunulmazlığı askıya alınmış; askeri darbe teşebbüsü sonrası ortaya çıkan siyasi baskı ikliminde de 2017 değişikliğini gerçekleştirilmişti. Bu değişiklikle Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet Sistemi’ne geçilmiş; yasama, yürütme ve kısmen yargı organlarının kurumsal yapıları radikal biçimde yeniden düzenlenmiş; güç büyük oranda merkezileştirilmiş ve kontrol-dengeden arındırılmış, neo-patrimonyal rekabetçi otoriterliğin üst yapısı tesis edilmişti.

Üçüncü grup anayasa değişiklikleri ise daha ideolojik motivasyonlu düzenlemelerdir. Bunların içinde an itibariyle iş birliği/koalisyon kurdukları gruplara ya da kendi seçmenlerine vaatlerini yerine getirmek üzere yaptıkları düzenlemeler de dahil edilmelidir. Ancak bu değişiklikler, zaman zaman ikinci gruptaki düzenlemelerle iç içe geçerek oluşmuştur. Örneğin; 2008’de türban yasağını kaldırabilmek için Anayasa’da yapılan değişiklikler bu türdendi.  İlgili yasak, daha önce yönetmelik ile kaldırılmak istenmiş; fakat değişiklik Danıştay tarafından iptal edilince söz konusu değişiklik kanun ile yapılmak istenmişti. Kanunun da Anayasa Mahkemesi tarafından iptali üzerine, anayasa değişikliği yoluna gidilmişti. Bunun da Anayasa Mahkemesi tarafından iptali, bir sonraki anayasa değişikliği hamlesinin belirleyicisi oldu. Hedef yargıydı. 2010’da yargıda kadrolaşma temel amacını taşıyan, Gülen Cemaati destekli Anayasa değişikliği yapıldı. Bu çok kapsamlı değişikliğin esas amacı, yukarıda belirttiğimi gibi, yargıda kadrolaşmaktı; başörtüsü yasağının kaldırılması, bunu meşrulaştırmaya da hizmet etmişti. Bugün de birtakım siyasi çıkarlar, başörtüsünün altına gizlenerek yapılmaya çalışılmaktadır.

O halde, zaten uygulanmayan anayasal özgürlük güvencelerini kaldırmak için yeni anayasa yapılmak isteniyor olabilir. Böylece muhaliflerin sıklıkla dile getirip, ileri sürdüğü kimi anayasal güvenceler bütünüyle ortadan kaldırılabilir ve rekabetçi özelliğini büsbütün yitirmiş bir otoriter rejime geçilebilir.

YENİ ANAYASANIN TEMEL MOTİVASYONU ÜZERİNE

Yapılan değişikliklere yukarıdan baktığımızda, birkaç şeyi açıklıkla görebiliriz: Bunlardan ilki, askeri darbenin anayasasından geriye pek bir şey kalmadığı ve geriye kalanlardan çok daha vahim otoriterleşme düzenlemelerinin AKP ve ortakları yani sivillerce yapıldığıdır. Askeri otoriterlik olabileceği gibi sivil otoriterlik de vardır.

İkinci nokta ise AKP anayasacılığının temel motivasyonunun kendi iktidarını sağlamlaştırmak, önündeki engelleri kaldırmak, kontrol-denge araçlarını yok etmek ve iktidarın demokratik yöntemlerle değişmesini engellemek olduğudur. Yapılan anayasal düzenlemelerin çoğu kısa ve orta vadeli siyasi manevraların gereği olarak vücut bulmuşlardır.

O halde geçmişte yapamadığı ya da yapılması gerekmeyen ve şimdi ihtiyaç duydukları nedir? Bu soruya cevap verirken bakılması gereken ilk husus anayasa değişikliği ile değiştirilmesi mümkün olmayan ve dolayısıyla şimdiye kadar dokunulamayan nelerin olduğudur. Bunlar ilk üç maddede ifadesini bulan Cumhuriyet devrimi ile kurulan devletimizin temel ilkeleridir. Bunların başında da üniter bir ulus devlet olarak tanımlanan Cumhuriyetimiz ve onun insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olma özellikleri gelir. Kısaca kurucu felsefesi ve temel dayanakları mı değiştirilmek istenmektedir? Asli kurucu iktidarlar, tali kurucu iktidarın aksine bir önceki anayasanın kuralları ile bağlı olmadıklarından ilk üç maddeyi ancak yepyeni bir anayasa ile kaldırmak amaçlanıyor olabilir.

İdeolojik dayanağını siyasal İslam’dan almış AKP liderliğinin, Türk ulus devrimiyle gelen laiklik dahil pek çok ilkeye özünde bağlı olmadığını tahmin etmek ya da anlamak zor değildir. Fakat ilk üç maddeyi değiştirmek mevcut devletin kurucu felsefesini kaldırarak yeni bir devlet kurmak anlamına gelecektir. Hiç olmadığı kadar zayıflamış olan AKP iktidarı yarattığı ekonomik buhran ortamı içinde toplumun yarısını ve belki yarıdan da fazlasını tahrik ederek ayağa kaldıracak böyle bir hamleyi yapabilir mi? Ulus kavramını öldürüp, yerine 19. yy. sonunda imparatorlukla birlikte ölmüş olan “ümmet” kavramını tekrar diriltip koyabilirler mi? Dağıtılan pasaportlar, nüfusumuza eklenen Müslüman göçmen kitlesini ulusun bir parçası yapmaya yetmeyeceği gibi, ulusu da ümmet yapmaz. Devlet baskısıyla dayatılmaya çalışılan İslami hayat tarzı, laikliğe savaş açmak, toplumsal hayat tarzı farklılıklarını kaşımak, vatandaşların bir kısmını makbul vatandaş sayıp, diğerlerine karşı nefreti tahrik etmek, Arap kimliğini ümmet kimliği zannederek devlet eliyle özendirmek, Arap sermayesine memleketi pazarlamak, Filistin meselesinden alternatif bir kimlik çıkarmaya çalışarak bu insanlık dramını “bayraklaştırmak” ümmet fikrini bir devlet yapısının temeline oturtmaya yeterli gelir mi? Bilemiyorum.

Öte yandan şimdiye kadar yapılan anayasa değişikliklerinin çoğunda pragmatik ve daha kısa-orta vadeli siyasal çıkarlar amaçlanmıştı. Bu denli radikal bir amaç, her ne kadar açıkça ortaya konulmaya cesaret edilemese de şimdiye kadar ki AKP anayasacılığının genel tutumundan farklı görünmektedir.

Yürürlükteki Anayasamızın başta özgürlükler olmak üzere pek çok güvencesi hayat bulamazken; yaygın biçimde siyasallaşan yargının da yardımıyla, üstün norm olma değerini yitiren anayasamız, yalnızca iktidarın eylemlerini ve varlığını meşrulaştırmak için uygulanırken, iktidarın daha çok demokrasi ya da özgürlük getirmek için yeni anayasa yapmak istediğine inanmak bir hayli güçtür. O halde, zaten uygulanmayan anayasal özgürlük güvencelerini kaldırmak için yeni anayasa yapılmak isteniyor olabilir. Böylece muhaliflerin sıklıkla dile getirip, ileri sürdüğü kimi anayasal güvenceler bütünüyle ortadan kaldırılabilir ve rekabetçi özelliğini büsbütün yitirmiş bir otoriter rejime geçilebilir. Bunu en azından muhafazakârlara pazarlayabilmek için de İslami bir sosla servis etmeyi deneyebilirler. Demokratik milli egemenlik ilkesinden meşruluğunu alamadıkları yeni anayasayı, siyasallaştırdıkları inançla kabul ettirmeye çalışabilir; uzun süredir ittifak içinde oldukları cemaat ve tarikatları memnun etmeye çalışabilirler.

Bu tür otoriter rejimlerde görev süresi sınırlamasının da uygulanması oldukça zordur. Nitekim 2023 seçimlerinde, Anayasa’nın 101. md açık hükmüne rağmen Erdoğan’ın bir dönem daha seçilmesi sağlanmıştır. Hükmün kaldırılması, sürekli bir gerekçe üretme arayışına son verilmesini sağlayacaktır.

Diğer taraftan kısa vadede iktidar için sıkıntı yaratabilecek anayasal hükümler vardır. Bunları kısmi bir anayasa değişikliği ile kaldırmaya çalışmak tepki çekeceği için sanki yeni ve daha iyi bir anayasa yapma amacının altına gizlemeyi seçmiş de olabilirler. Bu hükümler; cumhurbaşkanın görev süresinin iki dönem ile kısıtlanması ve seçilmesi için geçerli oyların yarıdan fazlasını alma zorunluluğudur.

Ödül-ceza mekanizmasıyla, kamu kaynaklarını ve gücünü kullanarak hayatta kalan bir kişi otoriterliğinde “liderin” bir halefi de yoktur. Mümkün mertebe ölünceye kadar iktidarda kalması amaçlanır. Rakip olabilecekler süreç içinde elimine edilir. Gücüne meydan okuyabilecek hiç kimsenin yakın çevresinde ya da muhalifler arasında bulunmasına izin verilmez. Dolayısıyla bu tür otoriter rejimlerde görev süresi sınırlamasının da uygulanması oldukça zordur. Nitekim 2023 seçimlerinde, Anayasa’nın 101. md açık hükmüne rağmen Erdoğan’ın bir dönem daha seçilmesi sağlanmıştır. Hükmün kaldırılması, sürekli bir gerekçe üretme arayışına son verilmesini sağlayacaktır.

Yüzde elli artı bir olarak ifade edilen diğer düzenlemeye gelince: Erdoğan ve ortaklarının bu sınırı aşmakta artık hayli zorlandıkları ortadadır. Pasaport dağıtılarak yeni seçmen kitlesi yaratmak, gelecek güvencesine sahip olmayan ve gittikçe çoğalan genç seçmenlerin tepkisini ne kadar bastırabilir? Hala birinci parti konumundaki AKP için bu eşiğin düşürülmesi, en azından kısa vadede farklı koalisyonlar arama zorunluluğundan kurtulmak anlamına gelecektir.

AKP anayasacılığının geçmişine bakıldığında bu davranış dizgesinin, bahsettiğimiz son iki hususu öncelikli hedef olarak belirlemesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Tüm bunlar ayrı ayrı ya da birlikte de hedefleniyor olabilir. Fakat bir siyasi partinin tek başına ya da küçük ortaklarıyla toplumun diğer yarısını dışlayarak ve onlara kendi dünya ve devlet görüşünü dayatmak için ya da kısa vadeli siyasal çıkarlarını korumak için anayasa yapabilmesi demokratik olarak mümkün değildir. Bu tür bir anayasa ancak otoriter yöntemlerle dayatılabilir. Her dayatma bir etkidir ve kendi tepkisini yaratır. Bu tepkisellik, muhalefet partilerinin basiretsizliği sebebiyle parçalanmış ve umutsuz duran geniş kesimleri canlandıracaktır. Yeni örgütlenme biçimleri, direniş yöntemleri ve hatta yeni liderler yaratacaktır. Ciddi bir ekonomik buhran ve gelir dağılımı adaletsizliği yaşayan toplumumuzda yeni çatışma sahaları, yeni anayasal belgeler ortaya çıkaracaktır. Ancak unutmayalım ki, anayasalar geçmişle hesaplaşmak için değil gelecek içindir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir