Bir çadır dolusu düşünce

Bir çadır dolusu düşünce

Sonuç olarak, mevcut iktidar, şehidin evsizlik halini, ancak o ölünce gördü. Isınamayan konteynır ve içinde on ısıtıcının bulunduğu çadır, aslında bir milletin evsizlik halini sembolize ediyor. Yıkılan her bina elbet bir gün geri inşa edilecek. Ancak önemli olan, binaları inşa etmek değil, o binaları yuvaya çevirebilmektir.

Depremin üzerinden neredeyse 1 yıl geçmiş olmasına rağmen şehitlerimizden birinin ailesinin hala çadırda kalıyor olduğunu öğrenmek beni oldukça sarstı. Birçok haber kaynağı şehidimizin sözleşmeli er olarak çalışmasındaki motivasyonlardan birinin depremzede ailesine ev alabilmek olduğunu kaydetti. Bu genç adam, kendi hayatını bizim “ev”imiz için siper ederken; devletimiz, böyle bir fedakarlığı yapan genç adamın ailesine sıcak bir ev bile bulamamıştı. Şehit ailesinin kaldığı çadır ve içine alelacele getirilmiş on ısıtıcının çadırın içindeki sıkışmış görüntüsü beni “ev” kavramıyla ilgili düşünmeye sevk etti. Son dönemde gerek dünyada gerek ülkemizde “ev” kavramı oldukça etkin. İsrail’in Gazze’yi işgal ederek kendince “ev”ini geri almaya çalışması, Gazzelilerin kendi evlerini canları pahasına terk etmemeleri, dünyanın çeşitli yerlerinde göçmenlerin kendilerine yeni bir “ev” arayışı, “ev”lerini korumak adına oldukça sert politikalar yürüten ülkeler vb.

Ev, güvenliği, tanıdıklığı, sıcaklığı, kapsanmayı, yuvayı temsil eder ve birlikte güvende hissettiğimiz ötekileri de kapsar. İç dünyamızda olanları yansıtır bazen evimiz. Mesela, daha depresif hissettiğimiz zamanlarda evimiz daha dağınık ve özensiz olurken, daha enerjik hissettiğimizde evimizi toplamak, küçük detaylarını bile adeta (kendimiz gibi) canlandırmak isteriz. Ait hissettiğimiz yerdir evimiz. Eğer bir yere yerleşmek istersek, orada bir toprak/ev almak isteriz. Birçoğumuzun hayalidir bir arsa alıp üzerinde kendi evini inşa etmek. “Kendini evinde hissetmek.” deyimi, bir yerde kendini rahat, özgür hissetmek anlamına gelir.

Ülke, vatandaşlarının bir nevi büyük evidir. Ülkesinde kendisini güvende hissetmeyenin, kendi evinde de güvende hissetmesi zordur. Burada güvenlik derken sadece can güvenliğini kastetmiyorum, adalet, eşitlik ve hatta aşinalık bile güvenlikle ilgilidir. Ve bunların eksikliği kişinin, ülkesine olan aidiyet hislerini zedeler. Ne gariptir ki, mevcut iktidarın en büyük yatırımı inşaat sektörü üzerine olmasına rağmen, biz kendimizi eskisinden de daha evsiz hissediyoruz. Daha somut olarak konuşursak, deprem bölgesindeki vatandaşlarımızdan hala evleri olmayanlar var. Kiracılar, oturdukları evlerde kendilerini güvende hissetmiyor, ev sahiplerinin evleri ise işgal edilmiş durumda. Ayrıca, milyonlarca insanımız, olası bir depremle evlerinin başına yıkılacağı korkusuyla yaşıyor. Ve bu konuda alınan önlemler çok yetersiz. Buyur edilen misafirlerin (mülteciler) kontrolsüzlüğü ve uyum sağlamalarına dair gerekli eylemlerin uygulanmaması, ev sahiplerini (yani bizleri) kendi evimizde dışlanmış hissettiriyor.

Ev kavramının, aşinalıkla alakalı olduğunu yazmıştım yukarıda. Kendi ülkemize aşinalığımızı kaybediyoruz. Sokaklar artık tanıdık değil. Çocukken oynadığımız yeşil alanların yerinde rezidanslar var. Gördüğümüz yüzlere, seslere aşina değiliz. Paramızın değerine bile aşina değiliz artık. Oysa, bir ülkeye ait hissetmek, orada “evinde” hissetmek için aşinalık, tutarlı bir tanıdıklık hali gerekir. Değişim, dönüşüm olmasın demek istemiyorum. Ancak bunun zaman içerisinde karşılıklı uyumlu olarak ve vatandaşı güvende hissettirerek olması gerekir. Somutlaştırmak gerekirse, büyüdüğünüz evin bahçesindeki tüm ağaçları keserseniz ve evi yıkıp yerine yeni bir bina yaparsanız uzay-zaman düzleminde aynı konumda olsa da o ev, artık sizin çocukluğunuzun evi olmayacaktır. Bizim kendi benliğimizin inşasında, geçmişimizle şimdimiz arasında bir tutarlılık hissi önemlidir. Geçtiğimiz yollar, aşina olduğumuz yüzler, evlerimiz vb. hepsi benliğimizin inşasında yer eder. İşte bu yüzden, kendini, ülkesine ait hissedenlerimizin sayısı günden güne azalıyor. Daha doğrusu, bazılarımız aidiyetini yitirirken ve kimliği ile ilgili karmaşaya düşerken, bazılarımız kimliğine ve aidiyetine akışkan olmayan, katı bir şekilde yapışıyor ve radikalleşerek kendini kaybediyor.

Yine enteresandır ki, bahsettiğim bu yozlaşmanın sorumlusu olan mevcut iktidar mensuplarından imkânı olanlar da yurt dışından taşınmaz (ev) ediniyorlar. Ancak, aslına bakarsanız, “Yeni Türkiye”, erk sahiplerinin tasarladığı ve büyük ölçüde kendi iç dünyalarını yansıttıkları yeni evleri.

Türkiye’de yaşarken, uzun yıllar ev alma isteği duymamıştım. Sonunda eşim ikna etti, yatırımlık, küçük bir ev aldık. Diğer taraftan, İngiltere’de ev alacak maddi imkânım olmamasına rağmen, kendimi ara ara satılık ev ilanlarına bakarken buluyorum. Oturduğum ev, yaklaşık 150 yıllık ve evden çıktığımda asırlık ağaçlar beni selamlıyor. Türkiye’de iken, oturduğum semt, doğduğum, büyüdüğüm semt olmasına rağmen, sokağa çıktığımdaki karmaşa ve sokakların hızlı değişimi beni çok yoruyor ve oraya “yerleşme” isteğimi alıyordu. Oysa, İstanbul ne kadar muhteşem bir şehirdi. Gençliğimde, İstanbul’dan uzun süreli ayrılmayı hiç tahayyül etmemiştim. Ancak, şimdi, benim atalarım tarafından olmasa bile yaşanmışlık olan bir yerde yaşamak daha iyi ve hatta ait hissettiriyor. Ben öldüğüm zaman bile bu evin ve ağaçların sabit kalacak olduğunu bilmek, yani sabitin içinde hareket etmek ruhuma iyi geliyor. Nitekim, artık yeni İstanbul’a ve yeni Türkiye’ye aşina değilim.

Bu benim kişisel deneyimim. Lakin, birçok kişinin benzer hissettiğini biliyorum. Gençlerin çoğu, yurt dışında çalışma hevesindeler. Benim jenerasyonumdan imkânı olanlar, yurt dışına gitmeseler de çocuklarını yurt dışına hazırlıyorlar. Bir nevi, “ev” arayışındalar. Yine enteresandır ki, bahsettiğim bu yozlaşmanın sorumlusu olan mevcut iktidar mensuplarından imkânı olanlar da yurt dışından taşınmaz (ev) ediniyorlar. Ancak, aslına bakarsanız, “Yeni Türkiye”, erk sahiplerinin tasarladığı ve büyük ölçüde kendi iç dünyalarını yansıttıkları yeni evleri.

Sonuç olarak, mevcut iktidar, şehidin evsizlik halini, ancak o ölünce gördü. Isınamayan konteynır ve içinde on ısıtıcının bulunduğu çadır, aslında bir milletin evsizlik halini sembolize ediyor. Yıkılan her bina elbet bir gün geri inşa edilecek. Ancak önemli olan, binaları inşa etmek değil, o binaları yuvaya çevirebilmektir. Şu aşikâr ki, özellikle deprem bölgesinde kimse eski evine bir daha kavuşamayacak. Ama yeni evlerinin de birer yuvaya dönüşmesini umut ediyorum.

Rüveyda Çelenk Yılmaz
Latest posts by Rüveyda Çelenk Yılmaz (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir