Yılda 50 bin gemi Marmara Denizi’ni nasıl kirletiyor?

Yılda 50 bin gemi Marmara Denizi’ni nasıl kirletiyor?

İstanbul Boğazı ve çevresinde, çeşitli ulaşım türlerinden kaynaklanan toplam emisyonların yüzde 10’u gemilerden kaynaklanıyor. Türk Boğazlar Sistemi’nin, Emisyon Kontrol Alanı ilan edilmesi halinde bölgeden geçen gemilerin daha temiz yakıtlar kullanması, kirlilikte yüzde 80’e varan azalma sağlayabilir.

Bu yazıda yakın zamanda açıklanan ve özellikle İstanbul ile Marmara Denizi’nde süregelen kirliliğe dikkat çeken iki ayrı çalışmadan bahsetmek istiyorum. Her ne kadar birbirinden bağımsız çalışmalar olsa da, aslında ikisi de içinde bulunduğumuz hava kirliliği durumuna farklı bilimsel açılardan bakıyor.

İstanbul’da hava kirliliğini 37 hava kalitesi izleme istasyonundan yedi yıl boyunca topladıkları veriler üzerinden inceleyen uzmanlar, insan sağlığı için tehlikeli bazı kirleticilerin sınır değerlerin üzerinde tespit edildiği yönünde uyarılarda bulunuyor. 

Yeni yayınlanan bilimsel bir çalışmaya  göre, kanserojen ilan edilen ince partikül maddenin (PM2,5) sadece kentlerin merkezlerinde değil, kırsal alanlarda da Dünya Sağlık Örgütü’nün sınır değerlerinden yüksek olduğunu gösterdi. 

PM2,5 birçok sağlık sorununun temel nedenlerinden biri olarak gösteriliyor. 

Özellikle solunum sisteminden akciğerlere kadar ulaşabilen bu kirletici, İstanbul’da en az tespit edildiği yerlerde bile Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği yıllık ortalama değerin iki katı seviyesinde tespit edildi. 

Uzmanlar, henüz PM2,5 kirliliği için bir üst sınır belirlememiş olan Türkiye’nin bir an önce yönetmeliği güncellemesi gerektiğine dikkat çekiyor. 

PM2,5 ve PM10 olarak adlandırılan iki kirletici arasındaki temel fark ise, partikül çapları ve içerikleri. PM2,5, 2,5 mikrometreden küçük, PM10 ise 10 mikrometreden küçük partikülleri ifade ediyor. Boyutu küçüldükçe partikül maddenin solunması ve kana karışması daha kolay hale geldiğinden insan sağlığı açısından son derece tehlikeli olabiliyor. 

İstanbul, hem çok fazla nüfus yoğunluğuna sahip olması hem de ekonomik anlamda Türkiye’nin lokomotifi olması dolayısıyla, ciddi hava kirliliği baskısı altında. Ülke ticaretinin yarısından fazlası İstanbul’da yapılıyor ve ürünlerinin dörtte birinden fazlası bu kentte üretiliyor. Tekstil, metal, kimya gibi birçok kirletici sektör, İstanbul ve civarında üretim yapıyor.

İSTANBUL CİDDİ HAVA KİRLİLİĞİ BASKISI ALTINDA

Bu çalışmada İstanbul’a dair başka önemli bulgular da var. 

Mesela, çoğu istasyonda Türkiye’nin belirlediği yıllık ortalama limitin üzerinde tespit edilen PM10’un en yüksek konsantrasyonları taş ocaklarının yakınındaki Sultangazi istasyonunda ölçüldü.

Ayrıca, Esenyurt, Başakşehir, Tuzla istasyonları ile yerleşimin yoğun ve yakın olduğu bölgelerin yanı sıra Göztepe, Mecidiyeköy, Kağıthane ve Aksaray istasyonları gibi trafiğe yakın yerlerde en yüksek değerlerde ölçüldü. 

Bu çalışma aynı zamanda İstanbul’da hava kirliliğinin en önemli kaynakları olarak karayolu trafiğine, sanayi bölgelerine ve İstanbul Boğazı’ndaki gemi trafiğine de işaret ediyor. 

Çalışmada İstanbul’da yapılması gerekenlere ilişkin öneriler ise şöyle sıralanıyor:

“Trafikteki fosil yakıtlı taşıtları, özellikle dizel araçları azaltmak, raylı sistemleri entegre şekilde kent geneline yaygınlaştırmak önemli. 

Aksaray gibi tarihi yarımada içinde kirliliğin yüksek seyrettiği bölgelerde, ‘‘ultra düşük emisyon alanı’’ bölgeleri tasarlanabilir. 

Ayrıca, şehir ile iç içe bulunan ve yerel konsantrasyonların önemli düzeyde artışına sebep olan sanayi tesislerine daha katı emisyon sınırlandırmaları getirmek, çevresel etki alanlarında izleme ve kontrol tedbirleri almalarını sağlamak da önemli bir azaltım stratejisi olabilir.

Marmara Denizi ve Boğazları’nın düşük emisyon salımı yapan gemilerin geçişi için gerekli girişimlerin yapılması değerlendirilmesi gereken çözüm önerileri arasında.”

İstanbul, hem çok fazla nüfus yoğunluğuna sahip olması hem de ekonomik anlamda Türkiye’nin lokomotifi olması dolayısıyla, ciddi hava kirliliği baskısı altında. 

Ülke ticaretinin yarısından fazlası İstanbul’da yapılıyor ve ürünlerinin dörtte birinden fazlası bu kentte üretiliyor. Tekstil, metal, kimya gibi birçok kirletici sektör, İstanbul ve civarında üretim yapıyor. Kocaeli, Dilovası, Bursa ve Çorlu, sanayi dolayısıyla önemli kirlilik kaynaklarının olduğu yakın alanlar olarak öne çıkıyor. 

Şehir içi alanlarda faaliyet gösteren ve önemli bir kirlilik kaynağı olan sanayi tesislerine, etki alanları olan çevrelerinde, hava kirliliğini sürekli izleme ve önleyici tedbirler alma zorunluluğu getirilmesi gerekiyor.

İstanbul Boğazı kenarında gemi emisyonlarını izleme amacı ile kurulmuş olan Kandilli istasyonunda SO2 konsantrasyonlarının, şehrin yerleşim alanlarına kıyasla iki kat daha yüksek değerler aldığı tespit edildi. 

İSTANBUL BOĞAZI’NDAN HER YIL 50 BİN GEMİ GEÇİYOR

Bu çalışmada, sülfürdioksit (SO2) değerlerinin İstanbul’un hiçbir noktasında yıllık sınır değerin üzerinde olmadığı gözlendi. 

Ancak, İstanbul Boğazı kenarında gemi emisyonlarını izleme amacı ile kurulmuş olan Kandilli istasyonunda SO2 konsantrasyonlarının, şehrin yerleşim alanlarına kıyasla iki kat daha yüksek değerler aldığı tespit edildi. 

Dolayısıyla, Marmara ve Boğazları’nın gemi emisyon kontrol alanı olarak ilan edilmesi, gemi bacalarından salınan SO2 emisyonlarının şehir atmosferine olan bu katkısını azaltmak için etkili bir yöntem olarak değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekildi.

Kısa süre önce, bu çalışmadaki temel bulguları ve özellikle gemi geçişleriyle ilgili tespitleri destekleyen başka bir araştırma daha açıklandı.

Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Levent Bilgili tarafından yayınlanan çalışmaya göre, dünyanın en önemli ticaret rotaları arasında bulunan Çanakkale ve İstanbul Boğazları’ndan her yıl 50 bine yakın gemi geçiyor. Ancak bu gemiler, yaktıkları ağır fosil yakıtlar nedeniyle Marmara Bölgesi’nde yüksek seviyelerde kaydedilen hava kirliliğinin önemli sebepleri arasında. 

İstanbul Boğazı ve çevresinde, çeşitli ulaşım türlerinden kaynaklanan toplam emisyonların yaklaşık yüzde 10’unun gemi kaynaklı olduğu düşünülüyor.

Levent Bilgili’nin çalışmasında tespit ettiği bulgularla ilgili değerlendirmeleri şöyle:

“Gemi faaliyetleri nedeniyle açığa çıkan kükürt ve azot oksitler ile parçacıklı maddelerin, solunum ve dolaşım sistemi hastalıklarının yanı sıra erken yaşta ölümlere sebep olduğu biliniyor. 

Bu kirliliği büyük ölçüde azaltmanın yolu ise Türk Boğazlar Sistemi’ni ‘‘Emisyon Kontrol Alanı’’ ilan etmek. 

Emisyon Kontrol Alanı, devletlerin önerisi ve Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün (IMO) onayıyla kabul edilen özel bir deniz alanıdır. Bir deniz bölgesi emisyon kontrol alanı ilan edildiğinde, o bölgeden geçen gemilerin kullandığı yakıtlar ve motorları denetlenerek, neden olabilecekleri kükürt ve azot oksit emisyonları sınırlandırılır. 

Bu alanların dışında seyreden gemilerin kullandığı yakıtlarda, kütlece yüzde 0,5 oranında kükürt bulunabilirken, bu alanlara giren gemilerde bu oran yüzde 0,1 olmak zorundadır. Buna ek olarak, azot oksitlerin de belli bir seviyenin altında bulunması gerekir. Bu şartları sağlayamayan gemiler, emisyon kontrol alanlarına giremez.

Marmara Bölgesi ve burada yaşayan 25 milyonluk nüfus, kirleticilere uygulanacak bu gibi bir sınırlamadan büyük ölçüde yarar sağlayabilir. 2022 yılında yayınlanan ve Türk Boğazlar Sistemi’ni Emisyon Kontrol Alanı ilan etmenin hava kirliliğine etkisinin hesaplandığı bu çalışmaya göre, bölgeden geçen gemilerin daha temiz yakıtlar kullanması, kirlilikte yüzde 80’e varan azalma sağlayabilir. 

Denizcilik Örgütü’nün (IMO) en güncel verilerine göre, dünyadaki toplam kükürt ve azot oksit emisyonlarının yüzde 24’ünden, parçacıklı maddelerin ise yüzde 9’undan gemiler sorumlu.

Akdeniz de 1 Mayıs 2025 itibariyle emisyon kontrol alanı ilan edilecek. 2022 yılında alınan bu karara ilişkin öneri, Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler tarafından Akdeniz Eylem Planı ve Barselona Sözleşmesi çerçevesinde 2021’de Türkiye’de gerçekleştirilen toplantıda hazırlanmıştı.

AKDENİZ EMİSYON KONTROL ALANI İLAN EDİLECEK

Yıldan yıla artan bu kirlilik; Türk Boğazları’nın yanı sıra Kuzey Atlantik, Kuzey Pasifik, Çin Denizi, Cebelitarık, Süveyş ve Panama kanalları gibi dünyanın önemli ticaret rotalarında yoğunlaşıyor. Azaltılması için Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün geliştirdiği kapsamlı önlemlerin başında ise dünyadaki bazı bölgelerin emisyon kontrol alanı ilan edilmesi geliyor. 

Halihazırda Emisyon Kontrol Alanı olarak onaylanmış olan Amerika Birleşik Devletleri – Kanada kıyıları ile Baltık Denizi’nde seyreden gemiler, daha düşük oranda kirletici üreten yakıtlar kullanmak zorundalar. Bunu yapmadıkları takdirde, bu sulara girişlerine izin verilmiyor. Çok başarılı sonuçlar veren bu uygulamada, doğru yakıt kullanıldığı takdirde kirleticiler neredeyse tamamen ortadan kaldırılabiliyor. 

Avrupa Birliği de birçok limanında gemi emisyonları için etkin kısıtlamalar uyguluyor. Emisyon kontrol alanlarından bağımsız olarak tüm AB limanlarında, gemi yakıtlarında yüzde 0,1 kükürt sınırlaması geçerli.

Ayrıca Akdeniz de 1 Mayıs 2025 itibariyle emisyon kontrol alanı ilan edilecek. 2022 yılında alınan bu karara ilişkin öneri, Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler tarafından Akdeniz Eylem Planı ve Barselona Sözleşmesi çerçevesinde 2021’de Türkiye’de gerçekleştirilen toplantıda hazırlanmıştı. 

Cebelitarık Boğazı, Akdeniz’de belirlenen emisyon kontrol alanına dahil, fakat  Süveyş Kanalı kapsam dışında bırakılıyor. Uygulamanın, Akdeniz genelinde gemi emisyonları kaynaklı kirliliği ciddi ölçüde azaltacağı öngörülüyor. Ne var ki bu uygulama için öngörülen sınırlar, Çanakkale Boğazı girişinde son bulacak ve Marmara Denizi’ni kapsamayacak.”

Bir iç deniz olan Türk Boğazlar Sistemi’nin tüm kontrolü Türkiye’ye ait olsa da, bölgeden geçen gemiler, uluslararası deniz trafiğinin bir parçası. Bu nedenle bölgenin emisyon kontrol alanı olarak ilan edilmesi, ancak uluslararası kurallar çerçevesinde ve Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün çalışmalara dahil olmasıyla mümkün olabilir. Ayrıca böyle bir kararın alınması, çevresel olarak ve halk sağlığı açısından büyük yararlar sağlayacak olsa da, sosyal ve politik sorunlar yaratabilir. 

Emisyon kontrol alanlarında kullanılması gereken yakıtlar, genellikle daha maliyetlidir. Dolayısıyla bu yakıtların kullanılması, navlun ücretlerinin ve haliyle de son tüketicinin marketten satın aldığı ürünlerin fiyatlarının artmasına yol açabilir. Bu nedenle, bu ve bunun gibi kararların sosyal boyutlarının da iyi incelenmesinde fayda görülüyor. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin tek çıkış noktası olması, bu ülkeler üzerinde de baskı oluşmasına yol açacak potansiyele sahip.

Dolayısıyla, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi’nin korumak, üzerindeki yükü azaltmak ve elbette Boğaz’ın keyfini kaçırmamak için gemilerden kaynaklanan emisyonlar üzerine hızla harekete geçilmesi gerekiyor.

Pelin Cengiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir