Çuvaldız ile iğne meselesi

Çuvaldız ile iğne meselesi

Sokakta ve pazarlarda yapılan bu röportajlarda nasıl oluyor da bunca ekonomik zorluğa rağmen vatandaşın AKP’ye destek verdiğini açıklaması gündem oluşturuyor. Elbette herkesin kendine göre bir nedeni var. Sanırsınız ki biz “elitlerin” (kimine göre ise ‘Beyaz Türklerin’) tercihleri farklıymış gibi. Sanki iktidar seçimlerde o kadar desteği sadece sokaklardaki o vatandaşlardan alıyormuş gibi davranılıyor. Hiç kimse başarısızlığın ve ülkedeki kötüye gidişim sorumluluğunu yüklenmek istemiyor.

Her şeye rağmen hala AKP’yi desteklemeye devam eden halk kitlelerini küçümsemek son zamanlarda bir kesim arasında yaygın bir hal aldı. İnsanların yaşadıkları sıkıntılardan şikâyet edip, ardından da hala AKP’yi destekleyeceklerini söylemesi insanları şaşırtıyor tabi.

Ama durum sıradan halk için böyle de, ülkemizin sözüm ona “elitleri” arasında çok mu farklı?

Belki sıradan vatandaş yaşadığı sıkıntıların iktidarın uyguladığı yanlış politikalarla ilişkisini kuramayabilir. Ama “elit” denilen kesimlerin, gerek eğitim olarak gerekse toplumdaki sosyal ekonomik ilişkilerde aldıkları roller bu bağları kurabilmelerine elverecek donanı onlara sağlamıştır. Belki sokak röportajlarında yer almıyorlar ama bu kesimde de iktidarın uygulamalarını eleştirip, onun devamını isteyen çoktur.

Tıpkı sokak röportajlarındaki iktidar destekçisi sıradan vatandaşlar gibi bu kesimler de, muhtemelen muhalif kesimlerin göremedikleri bir şeylerin iktidardaki siyasi anlayış tarafından yapılabileceği görüyorlar ve destekliyorlar.

Şahsen ben, beli bir eğitim ve kültür düzeyinde olan ve bununla orantılı siyasi bir bilince sahip olduğunu düşündüğüm vatandaşlarımızın bugün karşı karşıya kaldığı ekonomik ve siyasi sorunlarımızın bizzat yaratanların yanında yer alıp, bu sorunları düzeltebileceğine inanmalarını anlayamıyorum.

Ülke “tek adam rejimi” gibi “ala Turca” bir rejimle yönetilirken, hem dış politikada, hem de ekonomide bir uçtan bir başka uca savrulup dururken, yine bu kesimler sessiz kalmayı tercih ediyorlar.

Toplumun daha bilinçli kesimlerinin siyasette ilke aramaları ve bu ilkelerin siyasette temsil edilmesine bağlı olarak siyasi tercihte bulunduklarını düşünürdüm.

Oysa toplumda ilkelerin bir önemi kalmadığı gibi, toplumun “elit” diye nitelenebilecek kesimlerde de bu ilkelere yeterince önem verildiğini ve öne çıkartıldığını görülebilmek artık mümkün değil.

Sonra da aynı “elit” kesimler içinde yer alan “aydınlarımız” da siyasette ilkesizliğin böylesine yaygınlaştığı bir dönemde, kişiselleşmiş ve ekonomik menfaate dayalı uygulamaları içeren “siyasi popülizmin” yükselişinin nedenlerini aramaya koyulmaktadırlar.

Örneğin ülkede anayasal rejim tehlike altına ve ülkemizin aydınları böyle bir tehlike karşısında sessizliklerini korumayı tercih ediyor.

Ülkemizin en önemli eğitim kurumlarından biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara, imkânları olduğunda bu üniversitenin herhangi bir bölümünde eğitim alabilmek için varını yoğunu feda edecek olanların sessizlikleri de anlaşılmakta zorlandığım bir diğer husustur.

Örnekleri böyle uzatmak mümkün.

Ülke “tek adam rejimi” gibi “ala Turca” bir rejimle yönetilirken, hem dış politikada, hem de ekonomide bir uçtan bir başka uca savrulup dururken, yine bu kesimler sessiz kalmayı tercih ediyorlar.

Türkiye’nin 100 yılda oluşturabildiği burjuvazisinin bir kısmı da, son derecede “steril” bir ortamda sadece milli günlerimizde ortaya çıkıp, şu anda fiili olarak olmayan bir rejimi destekleyerek, varlıklarını borçlu oldukları Eski Türkiye’ye ilişkin gerçek  (?) düşüncelerini ortaya koymayı tercih ediyorlar.

Bir nevi yasak savma amacıyla yapılan bu çıkışların ardından, iktidarın eski rejim karşıtı uygulamalarına karşı sesiz kalıyorlar.

Bazen de iktidarın yaptığı uygulamalar sonucunda, bıçak kemiğe dayandığında münferit çıkışlarla kendileri için kamuoyu oluşturmaya çalışıp, itirazlarını yine son derecede ürkek bir şekilde dile getirmeye çalışıyorlar

Anlaşılan herkesin kaybedeceği çok şeyi var.

Onların bu sessizliği bir yanda rejimin giderek otoriterleşmesine ve beraberinde muhafazakârlaşmasına yol açarken, Cumhuriyetle birlikte elde edilmiş olan edinimlerden de vazgeçilmesine yol açıyor.

Sonra da kibirle karışık bir üstencilikle, o sokak röportajlarını bahane ederek tüm bunların sorumluğunu sıradan vatandaşa yüklemeyi tercih ediyorlar.

Sokak röportajları her seçimde olduğu gibi bu seçimde de gündeme damga vuruyor.

Sokakta ve pazarlarda yapılan bu röportajlarda nasıl oluyor da bunca ekonomik zorluğa rağmen vatandaşın AKP’ye destek verdiğini açıklaması gündem oluşturuyor. Elbette herkesin kendine göre bir nedeni var. Sanırsınız ki biz “elitlerin” (kimine göre ise ‘Beyaz Türklerin’) tercihleri farklıymış gibi. Sanki iktidar seçimlerde o kadar desteği sadece sokaklardaki o vatandaşlardan alıyormuş gibi davranılıyor. Hiç kimse başarısızlığın ve ülkedeki kötüye gidişim sorumluluğunu yüklenmek istemiyor.

O zaman suçlu “sıradan vatandaş” oluyor.

Kamuoyu anketlerindeki durum da pek farklı değil. En son IPSOS araştırmasının sonuçlarına göre göre, ülkede her şeyin kötüye gittiğine inanılıyor. Dahası iktidarın ekonomiyi iyi yönetmediğini söylemiş vatandaş.

Ama bu yaygın inanç seçmen tercihlerine yeterince yansımıyor. Bu tercihlere göre, yaygın bir şekilde ülkedeki kötüye gidişten sorumlu olan anlayışın İstanbul’daki temsilcisi hala %40 civarında destek alabiliyor.

İktidarın İstanbul Büyükşehir Başkanlığı için seçtiği aday belki de bugüne kadar görülmüş en güçsüz adaylardan birisi. Tutarlılığı olmayan söylem ve vaatleri, dahası hemen hemen her gün yaptığı önemli “gafları” ile bu seçim sürecine damgasını vuruyor. Ama böyle bir aday bile Sayın Ekrem İmamoğlu karşısında hala %40 mertebelerinde bir desteğe ulaşabiliyor.

Sokakta ve pazarlarda yapılan bu röportajlarda nasıl oluyor da bunca ekonomik zorluğa rağmen vatandaşın AKP’ye destek verdiğini açıklaması gündem oluşturuyor. Elbette herkesin kendine göre bir nedeni var. Sanırsınız ki biz “elitlerin” (kimine göre ise ‘Beyaz Türklerin’) tercihleri farklıymış gibi. Sanki iktidar seçimlerde o kadar desteği sadece sokaklardaki o vatandaşlardan alıyormuş gibi davranılıyor. Hiç kimse başarısızlığın ve ülkedeki kötüye gidişim sorumluluğunu yüklenmek istemiyor.

Nasıl oluyor bu?

Acaba basit bir “körlük” müdür yaşanılanların değerlendirilmesine yönelik olarak?

Tek sebep kimlik siyaseti yapmak ve toplumu kimlikler etrafında seçmen tercihinde bulunacak şekilde kutuplaştırma mı?

Bu bahanelerin toplumun “elitleri” arasında da yankı bulduğuna inanmak çok zor.

Elbette bu boyuta bir destek sadece sokak röportajlarında görülen sıradan vatandaş desteğiyle elde edilemez. Onların dışında, belki biz “elitleri” şaşırtacak olan bazı kesimlerden de geliyor bu destek. Dahası bu desteği verenlerin yaptıkları siyasi tercihlerle kamuoyunda çok da görünür olmak istememeleri bizlerdeki kafa karışıklıklarına neden oluyor.

Anlaşılan AKP’nin temsil ettiği “Siyasi İslam” düşüncesi bile her kesimden zimmi olarak da olsa destek alabiliyor. Böylece “elit” kabul edilen kesimlerin temsil ettiği ama çok da içselleştiremedikleri anlaşılan Eski Türkiye’nin ilkelerini kolaylıkla terk edip, Yeni Türkiye’nin temsil ettiği yeni değerleri benimsemeleri ve o değerlerin korunmasını amaçlayan ilkeleri hiç de zor olmamış görünüyor.  Öyle ki, kendi aralarından birisine yapılanlara bile çok kolay sessiz kalabilmiştir bu kesimler.

Rejim üzerinde yaratığı tehlikeler, ülkenin laiklikten uzaklaşması gibi uygulamaları bu kesimler tehlike olarak görmediği anlaşılmaktadır.

Ya da tehlike olarak görseler bile, bu algılarını telefi edebilecek bir “menfaati” AKP iktidarında görebilmektedir. Görünürde Cumhuriyet’in temel ilkelerine destek veriliyor olsa da, bu kesimler pratikle kendi maddi çıkarlarına hizmet edecek bir siyasi anlayışa da destek vermekte geri durmuyorlar.

Bu kesimlerin desteklerinin bir nedenin de muhalefet siyasetçilerinin ülkenin ve ekonominin geleceğine yönelik öngörülerini temsil edecek, tüm topluma yeni bir vizyon kazandıracak görüşlerinden tüm kamuoyunu mahrum etmeleridir. Belki bu konuda bu kadar çok “cimri” dvranılmasa, bugünkü siyasetin kutuplaştırmaya dayalı seçmen tercihi oluşturmaya yönelik stratejisinin de boşa düşmesi sağlanabilir. Hatta Türkiye siyasetinde iktidara bağımlılıktan kurtulup yeni bir siyaset dili oluşturulabilir.

Peki, şimdi soru şu:

Acaba muhalefet böyle bir hedefin neresinde, hangi aşamasında?

Sanrım daha farkında bile değil. Zira en son Afyon’da yaşanılanlar ana muhalefetteki siyaset yapanların hala “stajyer” durumda olduklarını ve Türkiye siyasetinde iktidarın söylemlerine tıkılıp kalmış olmalarını hala anlamadıklarını gösteriyor.

Bu şekilde muhalefetin de kayda değer bir başarı elde edebilmesi mümkün değil.

Öner Günçavdı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir