Derin yoksullukla mücadelenin yeni koşulları

Derin yoksullukla mücadelenin yeni koşulları

Yoksulluk içerisindeki tüm kesimlerin öznellik kazanmasının içinde bulunduğumuz şartların değişmesi için olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu gösterdiğine inanıyoruz. Bu bağların inşası için Türkiye’de sadece yoksulluk üzerine çalışan her öznenin değil, ayrıca farklı mağdun grupların temsilcilerinin de bir ortak platformda yeni bir başlangıç yapması gerektiği kanaatindeyiz.

Türkiye’de derin yoksullukla mücadele özellikle iki açıdan maalesef giderek zorlaşmakta:

Birinci olarak; seçimler sonrasında işe koyulan yeni ekonomi yönetiminin yıllardır yaşanmakta olan bölüşüm krizini bırakalım çözmeyi, çok daha derinleşmesini muhalefetin de katkısıyla 2024 Yerel Seçimleri’nin yaratacağı baskıya rağmen göze aldığına dair işaretler görülüyor. Örneğin Orta Vadeli Program metninde “yoksul”, “yoksulluk” kelimelerini aradığımızda çıkan sonuç sayısı sıfırdır! Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın da, “Aşırı yoksulluk veya açlık sınırı içinde yaşayan kişi bulunmamaktadır” sözleri ile birlikte düşündüğümüzde, seçimin de ardından Türkiye’nin tarihinde görülmemiş bir yoksullaşma dalgasının yükseleceği endişesine, bir de yoksulluğun mutlak bir şekilde inkar edileceği korkusu eklenmektedir. Bunun saha çalışmalarımıza yansıttığı güçlüklere de değinmek gerekiyor: Bakanların yoksulluğu inkar ettiği yerde, sahadaki bürokratlar arasında da mealen “ülkeyi yoksul göstererek itibarını zedelemek”vari sözlerle ifade edilen dirençlerle karşılaşıyor olmamız, maalesef bizi şaşırtmıyor…

İkinci olarak; Türkiye’nin 2023 Genel Seçimleri ile birlikte demokratik bir dönüşüme gireceği beklentisi içinde olan seçmenlerin hatırı sayılır bir kesimi arasında, seçim sonuçlarının ardından yoksulluk koşulları altındaki bireylere karşı büyük bir nefret dalgasının oluştuğunu; hatta bunun gerek sokakta gerek sosyal medyada adeta yeni bir nefret söylemine dönüşerek yoğun bir şekilde dolaşıma girdiğini üzüntüyle gözlemliyoruz. Yaşanan yenilgiyle beraber, muhalefetin de sürekli beslediği değişimin kapıda olduğu ve sandıkla beraber kolaylıkla gerçekleşeceği beklentisi, aniden yerini müthiş bir paniğe ve dağınıklığa bıraktı. Bu panikle içine kapanmaya karar verenler olduğu gibi, hayal kırıklığının acısını değişime karşı oy kullanan yoksullaşmış seçmenlerden çıkarmaya çalışanlar da oldu. İşte bu içine kapanma ve acı çıkarma dalgası, dayanışmanın daha da derin yoksullaşma dalgasını göğüsleyebilecek bir genişleme umudu yerine, aksine, daralacağı endişesini besliyor.

Özetle; yoksulluğun çok daha yakıcı bir hal almasının önünün açıldığı, dayanışma duygularının zayıfladığı, ve değişime şartlanan sivil toplumun potansiyelinin profesyonel siyaset tarafından aşındırıldığı bir döneme girmiş durumdayız.

Bu yeni “endişe dönemi”ne sivil toplumun hazırlıksız yakalandığı söylenebilir. Bu hazırlıksızlığın arkasında, 2013’te Gezi Direnişi ile başlayan ve 2023 Seçimleri ile kapanan bir massetmenin olduğunu varsayabiliriz. Şöyle ki: İronik bir şekilde, esasen Türkiye’de sivil toplumun kitleleri mobilize edebilecek bir potansiyele eriştiğinin Gezi Direnişi ile anlaşıldığı yerde, bu yeni potansiyeli gerek iktidarın gerekse muhalefetin yüksek siyasi özneleri adeta bir tehdit olarak gördü. Sokaklar, iktidarın geçmişten kalma travmalarının tetikledi ve iktidar, oluşan potansiyele karşı, sonu hukuk devleti olmaktan çıkmaya varan amansızca bir mücadele başlattı. Muhalefetin yüksek siyaseti ise, ortaya çıkan enerjiyi sahadan alıp sandığa kanalize etmeyi hem iktidara gelmenin kolay bir formülü, hem de kendi kontrolünün kaybolmaması açısından bir gereklilik olarak gördü. Sonuç olarak on yılın sonunda, sivil toplumun birikimini massetti.

Özetle; yoksulluğun çok daha yakıcı bir hal almasının önünün açıldığı, dayanışma duygularının zayıfladığı, ve değişime şartlanan sivil toplumun potansiyelinin profesyonel siyaset tarafından aşındırıldığı bir döneme girmiş durumdayız. Bu koşullar altında derin yoksullukla mücadelenin iki ön şartının olduğundan söz edilebilir: İlk olarak; dayanışma derdi olan kitleler ile derin yoksulluk koşulları içinde yaşayanların arasındaki bağların, yüksek siyasetteki değişimlerden en az etkilenecek şekilde yeniden kurulması gerekiyor. Bunun bir adımı da adapte edilecek yeni modellerin, ki büyük ihtimalle şimdiye kadar daha az bakılan küresel güneyin mücadele şekillerinin, yeniden taranmasıdır. Bununla el ele gidebilecek bir diğer adım da, benzer dertleri olan kurumları bir araya getirecek kurumsallıkları oluşturmaktır.

Derinleşeceğinin artık iyice aşikâr olduğu günümüz koşullarında, derin yoksullukla ilişkilendirilebilecek sınıf, toplumsal cinsiyet, etnisite, mekân vb. birçok boyut arasındaki kesişimselliğin olağanüstü bir görünüm kazanacağını öngörüyoruz. Öncesi ve sonrasıyla seçim sürecinin, yoksulluk içerisindeki tüm kesimlerin öznellik kazanmasının içinde bulunduğumuz şartların değişmesi için olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu gösterdiğine inanıyoruz. Bu bağların inşası için Türkiye’de sadece yoksulluk üzerine çalışan her öznenin değil, ayrıca farklı mağdun grupların temsilcilerinin de bir ortak platformda yeni bir başlangıç yapması gerektiği kanaatindeyiz. Derin Yoksulluk Ağı olarak, tam da bu birçok boyutu kendi çalışma alanlarından gözlemleyen sivil toplum kuruluşlarının, vakıfların, akademisyenlerin, kamu çalışanlarının bu kesişimsellikleri beraber inceleyecekleri, deneyimlerini birbirleriyle paylaşabilecekleri, sonrasında da dayanışma içerisinde birbirlerini harekete geçirecekleri bir ortak platformun ülkemizde oluşturulmasının hayati bir öneme sahip olduğu inancındayız.

Bu ortak platformun sunacağı katkılarla, yoksulluğun bütüncüllüğünü, yani sadece maddi imkansızlıklarla değil, aynı zamanda istihdam, eğitim, finansal ve sağlık hizmetlerine erişimden yoksun olmakla, güvensizlik içinde yaşamakla, şiddet görmeyle, işte, evde, toplumda sesini duyuramamakla, karar alma mekanizmalarına etki edememekle, kendini özgürce ifade etme ve oy verme hakkını kullanma fırsatından yoksun olmakla açıklanması gerektiği konusunu daha derli toplu işleyerek dayanışma potansiyelini artırabiliriz.

Dünyanın birçok ülkesinde okullarda öğrencilerin hijyenik ve sağlıklı bir öğün yemeğe ücretsiz olarak erişimi artık bir hak olarak kabul edilir durumda. Ülkemizde ise maalesef, sorunun daha da yakıcı olmasına rağmen tatmin edici bir adım atıldığını söyleyemeyiz.

OKULLARDA BESLENME BİR ÖRNEK İLK ADIM OLSUN

Kırgın başlanan, çok uzun olabilecek ve tanımadan girdiğimiz bu yeni yolda, bir aradalıkları sağlayabilecek önemli motivasyonlardan birisi, ülkemiz çocuklarının iyi olma haline en ciddi katkılardan birini sunma potansiyeline sahip olan okullarda beslenme, meşruiyetinin yanında farklı paydaşları bir arada hareket ettirebilecek bir motivasyon kaynağı olabilir.

Dünyanın birçok ülkesinde okullarda öğrencilerin hijyenik ve sağlıklı bir öğün yemeğe ücretsiz olarak erişimi artık bir hak olarak kabul edilir durumda. Ülkemizde ise maalesef, sorunun daha da yakıcı olmasına rağmen tatmin edici bir adım atıldığını söyleyemeyiz.

Bugün Türkiye, 0-17 yaş arası yoksulluk oranlarında OECD ülkeleri arasında ikinci sırada yer alan bir ülke. Pandemi ve ekonomik zorluklarla birlikte gıda fiyatlarının yüksek artışı, özellikle düşük gelirli ailelerin beslenmeye ayırdığı bütçenin oranında ciddi bir artışa sebep verdi. 2022-2023 eğitim öğretim döneminde öğrenci sayısındaki artışa rağmen Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçe payında da azalma söz konusu oldu.

Aslında okul beslenme programları ile ilgili 2021-2022 eğitim öğretim döneminde başlayan farkındalık çalışmaları, 2022-2023 eğitim öğretim yılı başında 1,5 milyon anaokulu öğrencisi için başlatılan ücretsiz yemek programı ile meyvesini verecek gibiydi. Ancak, bu programın kademeli olarak genişletilmesi ve ilköğretim ile ortaöğretimi de içermesi beklentisi, Eylül ayında deprem bölgesi dışındaki illerdeki öğrencilere yönelik uygulamanın kaldırılmasıyla beklentilerin tam tersi yönünde bir adım atıldı.

18-19 Ekim’deki ilk küresel zirvesini gerçekleştiren ve aynı tarihlerde Menekşe Tokyay’ın köşe yazısıyla[1], Çanakkale Milletvekili İsmet Güneşhan’ın da basın açıklamasıyla[2] gündeme getirdiği Okul Yemekleri Koalisyonu’na Türkiye’nin katılmasını destekleyen bir inisiyatif bu açıdan bir başlangıç olabilir. Bu koalisyon, 90 ülkenin ve 101 destekçi partnerin bir araya geldiği, Dünya’daki 724 milyon ilkokul öğrencisini 2030 yılına kadar sağlıklı beslenmeye kavuşturma hedefiyle 2021’de kurulmuş olan Okul Yemekleri Koalisyonu, çocukların temel hakları arasında yer alan eğitim ve beslenme haklarını desteklemek amacıyla 2021 yılında kurulmuş bir küresel inisiyatiftir. Bu amaç doğrultusunda Koalisyon, üye devletlere bilgi ve teknik destek sağlamak, en iyi uygulamaları paylaşmak, beslenme programlarının sorunlarını ele almak ve verilerin daha sağlıklı toplanmasını sağlamak gibi çeşitli stratejileri benimsemektedir. Koalisyon, ülkelerin gönüllü işbirliğine dayanan bir ortaklık olarak faaliyet göstermektedir. Derin Yoksulluk Ağı da Türkiye’nin bu koalisyonun bir parçası olmasının getireceği yükümlülüklerin ve faydaların politika yapıcılara, sivil toplum kuruluşlarına, basına ve kamu görevlilerine anlatılması amacıyla 20 Kasım’da Koalisyonu tanıtan bir “Bilgi Notu” yayınladı.[3]

2021 itibariyle ilkokul ve ortaokul çocuklarının Arjantin’de % 35’ine, Ekvador’da % 62’sine, Guyana’da % 38’ine, Meksika’da %24’üne, Nijerya’da % 16’sına, Polonya’da %41’ine, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ise % 72’sine günde bir öğün yemek sağlanabilmektedir.[4] Türkiye’deki öğrencilerine yemek yiyeceği endişesini bu ülkelerdeki kardeşlerinden daha fazla duymaması gerekliliği birçok paydaşı bir araya getirecek, yeni dönemde yeni bir ortak kalkış noktası olabilir. Bu açıdan toplum sağlığını güçlendirmekle, eğitimde adaletle, toplumsal cinsiyet eşitliğine katkıda bulunmakla, çevresel ve ekonomik kalkınmayı desteklemekle ilgilenen tüm sivil toplumu, derin yoksulluğun bu en can yakıcı konusuna el atmak için bir araya gelmeye davet ediyoruz.

Önder Uçar, Dr., Derin Yoksulluk Ağı, Savunu ve Araştırma Koordinatörü

[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiye-neden-okul-yemekleri-koalisyonu-uyesi-degil-makale-1642454

[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/90-ulkenin-toplandigi-ucretsiz-okul-yemegi-koalisyonunda-turkiye-yok-uye-olunmali-haber-1643727

[3] https://derinyoksullukagi.org/20-kasim-dunya-cocuk-haklari-gunu-bilgi-notu-okul-yemekleri-koalisyonu/

[4] https://gcnf.org/country-reports/

Ucu bir yandan “iktidar”a bir yandan “bölüşüm”e, bir yandan da “adalet”e dokunan çok katmanlı bir mesele yoksulluk.

Bir bakıma çağımızı bir yoksulluk çağı olarak tanımlamak mümkün.

Hem küresel hem de yerel iktidarların neo-liberal politikalarının altında giderek ezilecek bir yerleri kalmayan yoksullar.

Bu dosyada yoksulluğu ele alıyoruz; daha adil ve eşit bir dünyanın mümkün olduğu umuduyla…
Dosyanın diğer yazılarını buradan okuyabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir