Muhtaçlığım

Muhtaçlığım

Ne buluyorum onda diye düşündü Kartonpierre. Güzel desem, değil, zeki desem, çok zeki de değil. Karakter, evet, kendine has bir karakteri var. Diğerlerinden farklı. Bende olmayan ne var onda? Neyi buldum ve dahasını istiyorum diye düşündü. Kendinde olmayan bir şeyler bulmuş olmalıydı muhakkak, çünkü neden ona varmaya çalışsın? Yoksa neden bir kedi gibi koklaya koklaya bulmak istesin olduğu yerleri ve neden duvarlara sürte sürte gitmek istesin peşinden? Neden çıkardığı anda henüz sıcaklığı kaybolmadan ceketinin içine kıvrılmak istesin? Neden gittiği yerden dönene kadar kırılgan ve meraklı, döneceği anı beklesin? Hani şu hiç öpüşmedikleri ve asla tutmadıkları evde.

Asla temas etmediği platonik aşklar yaşardı Kartonpierre. Olmayacak aşklar bulurdu kendine ve onu izlerdi tıpkı bir avcı gibi. Bilerek yapmıyordu bunu ama bu zamana değin yaşananlar bunun ispatıydı. Belli ki kavuşmak istemiyordu Kartonpiyer. Yoksa kader neden onun için acıklı aşk hikâyeleri tasarlasın? Desem ki hep aynı insana âşık oluyor, o da değil. Hep aynı tipe âşık olsa, o da değil. Âşık olduğu insanların ortak özellikleri ortada makul hiçbir izahat yokken kavuşamamış olması.

Mağrur, kibirli, kıskanç, agresif, alıngan, tutkulu!! Tutkuyla tanımak isterdi âşık olduğu insanı Kartonpierre. Anlamak isterdi onda olup da kendinde olmayanı. Kim bilir bu sefer evreninde olmayan neyin kokusunu alıp da kavramaya çalışıyor. Onu gözler, izler ve işleri berbat edinceye uğraşır, sonunda onunla olmak varken, kaçırırdı. Onu yakalamak, onu avlamak, ona dokunmak, keşfedecek mesafeyi kaybetmek demekti. Keşfe müptelaydı belki de. Kendinde olmayana, olmayanın hazzını yaşamağa müptela. Bir tanrı gibi kendini yenilemek, genişlemek ve yeniden yeniden yaratacak bir şeyler bulmak için bilmeye ihtiyacı Uğruna devam edilecek bir gerçeklik gerekliydi bu hayata.

Onu keşfeder, evrendeki yerini bulur ve duyumsamaya çalışırdı kendinde olmayanı. Uzunca bir zamana yayardı aşkını. Acelesi yoktu bu dünyada, yetişecek bir yer yoktu. Zaman dar değildi ona. Hiç acele etmeden duyumsanacak duygular, duyular ve tatlarla esneyecek, renklenecekti zaman. Bu sefer de o meşkle bakacaktı şeftali reçelinin tadına. Öyle acı sızılayacaktı bu sefer de yaraları. Onun için akacaktı bu sefer gözyaşları. Öyle tanıyacaktı bak sen, daha neler varmış bu hayatta. Şişirilmiş bir sakızın balonu gibi patlatıp hopp diline konduracaktı yeniden aşkı. Ta ki, şekeri tamamen bitinceye.

Olur da hiçbir plan işlemez, aşkı ona yaklaşmaya kalkarsa derhal uyarıyordu Kartonpierre.

Dur!! Dur, yoksa vururum!!

Kimseler sevemez beni, bende olan benimdir ve sende olan da sende kalsın. Beni bu hayata karıştıramazsın. Seninle birlikte yaşayamam bunca varlığı. İkimiz çok geliriz bu dünyaya ve patlar her şey anlıyor musun? Yok etmek isterim seni yahut sen boğazımı falan sıkı verirsin, olmaz!!

Bir olacağın biri olana kadar asla kimseyle birleşmemeli. Aynı noktadan tutunmalısın hayata. Yoksa ağırlık yapar dalların, olgunlaşmadan acıyıverir meyvelerin. Aynı noktadan tutunmalısın hayata. O zaman boylar, soylar, huylar, tenler arası tüm farklar eriyiverir. Eller kavuşunca bir dal oluverir ve böylece aşılanmış yapraklar türeyiverir gönlünce doğanın.

Aşk olsun dersin tanrıya. Bunu bekledim yıllarca. Ben gibi olanı nerelerde sakladın biz oluncaya der ve tebessüm edersin. Acı tatlı gülümsersin olan bitene ve hiç pişman olmazsın önceki acılarına. Bunun içindi hepsi. Hepsini bunun için keşfettiydim. Kendime yakışık bu tadı bulabilmek için kokladım onca çiçeği ve şimdi ancak alabilirim bu çiçeğin özütünü.

Özüm.

Özümle konuşup dururum bunca asırlardır. Anlamaya çalışırız her başkalaşmada birbirimizi uydurduğumuz yalanlar arasından. Unutur unutur en başından yazarız tüm hikâyeyi sağlamasını yapa yapa. Sırf, anlayabilmek için. Varım. Varım bu dünyada. Bak, gerçeğim ve karşındayım, dokun bana. Anlarsın o zaman varım işte ben. Çıkamaz doğru zaman gelmeden bulunmamak için gizlendiği yalan yapraklar arasından. Bu yüzdendi işte bunca acılar ve savrulmalar. Kendimi bulmak içindi tüm yabanlarda aradığım, bende olmayanlar için çıktığım keşiflerin sebeb-i hikmeti buydu.

Her neyse, artık biliyorum biliyorum olanı ve olmayanı. Tanırım artık seni ilk görüşte ve bir olabiliriz artık gönlümüzce. Zaman? Olur, zaman da akar artık yatağını bulunca.

Artık arama.

Saflaşma.

Daha fazla saflaşma, yok oluruz sonra.

Bize uydurulmuş yeni hikâyeler yazmak lazım, yoksa nasıl gider işler yolunda? İstemezsin, yok olsun bunca varlık bir anda.

Nur Betül Aras
Latest posts by Nur Betül Aras (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir