Kürt meselesi ve büyük sessizlik

Kürt meselesi ve büyük sessizlik

Tekrar edeyim, mevcut tıkanıklıkta baskı siyasetlerinin ezici rolünü göz ardı edemeyiz. O kadar ki, bu yazı çerçevesinde yazılabilecek bazı hususları bile dile getirmeyi ‘terör’ suçu sayan, bu sınırlar içinde konuşabildiğimiz bir düzende yaşıyoruz. Ancak, hal böyle diye, mevcut tıkanıklıktan söz ederken Kürt siyaseti ve partisinin vardığı noktayı sorgulamaktan da imtina edemeyiz, sadece bunu söylemeye çalışıyorum.

 

Birilerini kızdıracak bir giriş olacağını biliyorum ama söylemeden edemeyeceğim. Türkiye’de HDP’nin son seçimdeki oy sayısı beş milyona yakındı (4.800.000). Filistin’in Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan toplam nüfusu beş buçuk milyon civarında. Benzer şeyleri kıyaslamıyoruz. Öncelikle birisi bir partinin oy sayısı, diğeri parti ayrımı olmayan bir nüfus sayısı. Diğer taraftan, siyasi meselelerin illa nüfusla alakalı olması gerekmiyor. Durun bir dakika, Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail’i, Kürtler ile Filistinlileri bile karşılaştırmıyorum. Sadece, Orta Doğu’nun kilit meselesi olan Filistin halkının toplam sayısı kadar, oy almış bir parti varsa onların temsil ettiği nüfusu ciddiye almak gerektiğini hatırlatmak için bu kıyaslama ile başlıyorum.

Bir konuda anlaşmamız lazım; Türkiye, Kürtlerin varlığının inkâr edildiği dönemi geride bıraktı. Kürtçe türkü söylemenin yasak olduğu zamanlardan, TRT Kürtçe yayınına kadar geldik. Bu gelişmeler küçümsenmeyecek gelişmeler olabilir, ancak ‘Kürt kimliğinin tanınması’ adına siyaset yapan bir parti, oylarının düştüğü dönemde bile hala yukarıda zikrettiğimiz sayıda oy alıyorsa, mesele çözülmüş değil demektir.

Bu partinin temsil ettiği görüşleri beğenmeyebiliriz, dahası silahlı bir hareket ile bağı açısından ‘tehlikeli’ ve ‘demokratik sistem’ dışında tanımlayabiliriz, ama yok sayamayız.  Nitekim, tam da bu nedenle, genel seçimlerden, yerel seçimlere tüm siyasi temsil platformlarında, hesaba katılmak durumunda olduklarını biliyoruz, doğrudan veya dolaylı olarak konuşuyoruz.

AK Partisi iktidarı döneminde, bu gerçekten yola çıkan bir çözüm veya Barış Süreci hamlesi yapıldı. Bu çerçevede, bu tür çatışma süreçlerinin tümünde olduğu gibi, demokratik siyaset alanı dışındaki Kürt siyasi aktörleri ile müzakereler yapıldı. Bu sürecin neden başarısız olduğuna dair, tarafların ve dışında olan bizlerin farklı görüşlerimiz olabilir ama sonuçta bu süreç sona erdi. Bir kez daha bu mesele ‘terör/terör örgütü’ tanımlamasının sınırlarına çekildi, ‘Kürt siyasetçiler cezaevine, belediyeler kayyumlara’ döneminde mesele de derin dondurucuya konmuş oldu. Ama sadece bu kadar değil yani mesele sadece devlet/iktidar politikaları ve sonuçlarından ibaret değil. Hatta mesele sadece ana muhalefet partisinin bu konudan mümkün mertebe uzak durmaya çalışması şeklindeki hepimizin zaman zaman eleştirdiğimiz çizgisi de değil.

Kürt meselesinin konuşulması, tartışılması konusunda dahi genel bir isteksizlik hâkim ve bu gerçeği teslim etmek gerek. Bu ortamın bir nedeninin baskı politikaları olduğu doğru, imzacı akademisyenlerden biri olarak, konuşmanın bedellerini en iyi bilenlerden biriyim. Ama sorun sadece baskı politikaları ve ödettiği ağır bedellerin caydırıcılığı da değil. Bu durumun en iyi göstergesi, Türkiye İşçi Partisi’nin seçimlere ayrı adaylar ile girmesi idi. Bu partinin izlediği siyasetle görüş birliği içinde olanlardan değilim. Ancak kendini solda tanımlayan ve Kürt meselesine demokratik perspektifle bakma iddiasında olan bir oluşumun HDP ile arasına ince de olsa çizgi çizmesi, bir şeylerin göstergesi idi. Ne yazık ki, neyin göstergesi olduğunu izahtan bizi mahrum bırakmayı tercih ettiler. Geçmişte, Kürt siyaseti içindeki arkadaşlara, ‘Türk söylemez, söylenir’ sözünü hatırlatır, takılırdım. Doğrusu TİP’in tavrını bu iğneli sözün ifade ettiği gerçek çerçevesinde görüyorum. Bu parti dışında kalan, Kürt meselesine duyarlı demokrat şahıs ve çevreler için de benzer bir durum söz konusu.

Her şeyden önce, bana kalırsa, artık bu partinin neyi savunduğu ve temsil ettiği bile belli değil. ‘O halde aldığı milyonlarca oyu nasıl izah edeceğiz diyebilirsiniz’, ben de tam işin burasını konuşalım diyorum. Ne dediği artık iyice belirsiz hale gelen bir parti bunca oy almaya devam ediyorsa, ortada bir Kürt meselesi var demektir, ama bu gerçek, illa tek adres olan mevcut partinin başarılı bir temsil teşkil ettiği anlamına gelmez.

Demokratlığa, solculuğa, muhalifliğe toz kondurmamak, ya da Kürtlerin muhabbetini kaybetmemek adına veya hepsi birden olmak üzere, Kürt siyaseti konusunda itirazlarını açıkça dile getirmekten sakınmanın sonu, muazzam bir sessizlik oldu. Sonuçta, bazıları konuyu bildik ezberleri tekrar ederek geçiştirme yolu tutuyor, diğer bazıları CHP içinde demokratikleşme çabasına omuz verdik diye kendini avutuyor, bazısı ‘Türkiye yorgunluğu’ denilen bezginliğe teslim olmuş vaziyette. Yok, kimseyi suçlamaya çalışmıyorum, sadece gözlemlerimi paylaşmaya çalışıyorum.

Kürt siyasi hareketinin partisine gelince; o cenahta da sorunun sadece mevcut devlet/iktidar baskı politikaları olmadığını düşünüyorum. Her şeyden önce, bana kalırsa, artık bu partinin neyi savunduğu ve temsil ettiği bile belli değil. ‘O halde aldığı milyonlarca oyu nasıl izah edeceğiz diyebilirsiniz’, ben de tam işin burasını konuşalım diyorum. Ne dediği artık iyice belirsiz hale gelen bir parti bunca oy almaya devam ediyorsa, ortada bir Kürt meselesi var demektir, ama bu gerçek, illa tek adres olan mevcut partinin başarılı bir temsil teşkil ettiği anlamına gelmez. Pek çok Kürt ‘varlığını tescil etmek’ için bu partiye oy vermeye devam ediyor, bu hususu devlet/iktidarın da, Kürtlerin partilerinin de dikkate alması gerek. Nedir ‘varlığını tescil etmek’? Yok sayılmaktan, ‘zoraki kabul’e geçişle yetinmemek, Kürt kimliğine dair siyasi bir tavır takınma yolunu seçenin, her an ‘terörü desteklemek suçu’nun kıyısında yaşamak zorunda kalması, sonunda kabul gören dilin en iyi ihtimalle folkorik bir ögeye indirgenmesi, yaşadıkları bölgeye ‘Kürt bölgesi’ denmesinin bile bölücülük sayılmasının yarattığı bunalma hali, çekilen acıların, ödenen bedellerin bir anlamı olması gerektiği duygusu, vd, vb.

Kürt siyasi hareketinin çıkış noktası, kuşkusuz bundan ibaret değildi. Bir yandan yoksullukla Kürtlüğün buluşma noktasında sol bir siyasetle temsil idi, diğer yandan ‘özerklik’ çerçevesinde siyasi tanınma idi. Geçmiş zaman eki ile söylüyorum, çünkü artık aynı partinin hem sol, hem ulusal ve hem de demokratik talepleri buluşturmasının zemini olmadığını düşünüyorum. Dahası, sol siyasetler de, devlet olmayan toplulukların ulusallaşma imkanları da, hatta demokratik siyasetler de, sadece Türkiye’de değil, dünya çapında ciddi bir kriz yaşıyor.

Aslında, bu üç iddia uzlaştırılır olmaktan çıkalı epey zaman oldu. Kürt siyasetinde ‘uluslaşma’ dinamiğinin yeri ‘demokratik özerklik ile dolduruldu. Türkiye’de Kürtler dışında kimsenin ‘özerklik’ gibi bir talebi olmadığını biliyoruz. Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgede, ‘özerklik’ fikir olarak tartışılabilir bir konu olabilirdi. Ama bir yandan bu ‘bölge’nin sınırlarının ne olacağının içinden çıkılmaz bir mesele olması, diğer yandan Batı şehirlerine Kürt göçü, bu talebi fiili olarak çıkmaza sokuyordu. Güvenlik politikalarına geri dönüşle konu zaten konuşulamaz hale geldi, bu doğru. Ama konuşulduğu zaman da, mevzu içinden çıkılabilir halde değildi. Dahası, bu talep sadece bu iktidar/devlet tarafından veya milliyetçiler tarafından değil Türkiye’de yaşayanların çoğunluğu açısından ‘ayrılıkçı’ bir talep olarak ‘kabul edilemez’ olarak görülmeye devam etti, ediyor.

Oysa, Kürt siyaseti ve partisi açısından yukarıda söz konusu ettiğim tıkanıklık, bu yönde bir genişleme bir yana, seçmen sayısının düşmesi şeklinde de tezahür eden bir daralmaya neden oldu. Halihazırda bu tıkanıklık ve daralmayı aşmanın yolu olabilecek yeni bir söylem üretilemiyor. Sonuçta, temsilini ve dilini yitirmiş, ama hallolamamış bir mesele ile karşı karşıyayız.

Diğer taraftan, bu bölgede yaşayan Kürtler içinde sağ milliyetçi bir damarın ‘federasyon’ fikrine (imkansıza yakın olduğunu bilmesine rağmen) sıcak bakmasına karşın, sol iddialı bir siyasi temsile şiddetle karşı olduklarını da biliyoruz. Dahası, Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgede, orta sınıflaşma olgusu, sol siyaset iddialı bir temsilinin yöneteceği ‘özerklik’ fikrinden giderek uzaklaşıyor. Diğer taraftan, bu karmaşık tabloya 2011’den sonra, Kürt siyasetinin ‘Rojava devrimi’ dediği süreç eklendi. Kürtlerin Suriye’de özerk bölge kazanma imkanı, Türkiye siyasetlerinin önüne geçti. İşin burası da ayrıca uzun bir tartışmayı hak ediyor, ama şimdilik Türkiye’de yaşayan Kürtlerin HDP çizgisi içindekiler de dahil olmak üzere, birincil bir mesele olarak görmediği bir öncelik siyaseti izlendiğini sadece hatırlatmakla yetinelim.

Bu koşullar altında, hala Kürtlerin temsilini üstlenen partilerine oy vermeye devam ediyorlar, ancak tam olarak neyin talep edildiği konusu giderek daha müphem hale geliyor. Halihazırda bu parti, birbirinden farklı toplumsal ve siyasi taleplerin zoraki bir aradalığı gibi bir tablo çiziyor.  Bence, Kürtlerin kendilerini temsil ettiğini düşünerek desteklediği partinin söylem düzeyinde ciddi bir kekemelik sergilemesinin en büyük nedeni bu. Eski ezberler usulen tekrarlanıyor ama herkes bu ezberlerin bir karşılığı olmadığını biliyor. Mesela, ‘hesap soracağız’ demekle hesap sorulamadığı, ‘hukuksuzluk’ denilerek, hukuk düzeni kurulamayacağı ortada. Kuru laf yerine, siyasal söylemlerin, taleplerin arkalarını dayayacakları bir güce ulaşması gerek. Bu güç, demokratik siyaset sınırları içinde, ancak toplumsal desteğin alan ve ölçüsünü genişletmek ile mümkün olabilir.

Oysa Kürt siyaseti ve partisi açısından yukarıda söz konusu ettiğim tıkanıklık, bu yönde bir genişleme bir yana, seçmen sayısının düşmesi şeklinde de tezahür eden bir daralmaya neden oldu. Halihazırda bu tıkanıklık ve daralmayı aşmanın yolu olabilecek yeni bir söylem üretilemiyor. Sonuçta, temsilini ve dilini yitirmiş, ama hallolamamış bir mesele ile karşı karşıyayız.

Bitirmeden, tekrar edeyim, mevcut tıkanıklıkta baskı siyasetlerinin ezici rolünü göz ardı edemeyiz. O kadar ki, bu yazı çerçevesinde yazılabilecek bazı hususları bile dile getirmeyi ‘terör’ suçu sayan, bu sınırlar içinde konuşabildiğimiz bir düzende yaşıyoruz. Ancak, hal böyle diye, mevcut tıkanıklıktan söz ederken Kürt siyaseti ve partisinin vardığı noktayı sorgulamaktan da imtina edemeyiz, sadece bunu söylemeye çalışıyorum. Umarım, bu söylediklerim de, Kürt siyasi çevreleri tarafından bir kez daha ‘sorun insan’ ilan edilmeme neden olmaz. Yok, alınganlık gösterdiğimden değil,  Kürtlerin benim eleştirilerimden çok daha önemli meseleleri olduğunu düşündüğüm için öyle olmamasını diliyorum.

Artık konuş(a)madığımız sorunların başında Kürt Sorunu geliyor. Konuşamasak da Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli sorunu olmaya devam ediyor. Kürt siyasi hareketini temsil eden partiler Meclis’te ama biz bölgede ne yaşandığını tam olarak bilmiyor, tartışamıyoruz.

Peki temel sorun devletin güvenlik politikası mı?

Kürt sorununun çözümünde neredeyiz?

Yerel seçimler sorunu konuşmak için fırsat mı?

Cevapları arıyoruz.

Dosyanın diğer yazılarını okumak için buraya tıklayınız.

Nuray Mert
Latest posts by Nuray Mert (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir