Günlerin getirdiği

Günlerin getirdiği

Çözüm için ilk adım, tarafların birbirini meşru muhatap görmeleri. Kürt tarafında çok başlılığın olmaması, eşgüdümün birbirini gütmek gibi algılanmaması. Akil insanların raporları bile aslında nasıl bir adım atılması gerektiğini detaylarıyla anlatıyordu, arkasındaki toplumsal destek önemliydi, 3. gözün, uluslararası gözlemci heyetlerin kolaylaştırıcı değil zorlaştıracağı olabileceği fark edilmedi.

2007 yılı Bin Umut adaylarının bağımsız olarak genel seçimlere katılmasıyla gelen başarı parlamentoda Kürt sorununun demokratik çözümü için önemli bir kapı aralamıştı. Barış Ünlü’nün kıymetli çalışması “Türklük Sözleşmesi” kitabında bile üstünde durulmayan bu süreç karşısında ciddi bir direniş cephesi de oluşmuştu. Mazlum ve mağdurların yan yana gelme iradesi birçok küresel odağı ve memleketteki acentalarını çok rahatsız etti.

Bugün geldiğimiz noktada bu bahis üzerine aslında konuşulmayan hiçbir şey kalmadı. Aynı sözlerin tekrarına değil yeni bestelere ihtiyacımız var.

Bazı kırılma noktalarına değinerek geleceğe bakalım:

1.Türkiye partisi meselesi: Müesses nizam bu konuyu Türkiye’nin her meselesi üzerine politika üretmek olarak algılamıyor, çünkü DEM Parti geleneğine bakıldığında hâlihazırda zaten memleketin hemen her konusu üzerine TBMM’de politika üretildiği ortada. Bakınız, son bütçe görüşmeleri.

Mecliste bağımsız vekillik, DTP, BDP dönemlerindeki bütün çalışmalarımızı 4 kitapta yayınladık, üzerinde durulmamış tek bir konu gösteremezsiniz.

Onların Türkiyelileşmeden anladığı ise küresel kapışmalarda nereden ve kimden yana tavır alındığı, diyelim Libya meselesinde niye Hafter’den yana tutum alındığı gibi vs., konulardaki farklılaşmada düğümleniyor her şey. Yani tümdengelimci bir yaklaşımla meseleye bakıyorlar, tümevarımcı değil.

2.Terör meselesi: Fransız devriminden beri jakoben siyaset devrimci terörü olumlarken, bugün giderek bir itham ve kınama cümlesine dönüştü. Terör örgütü denilince, siyasi öznelerinin de zaten savunduğu biçimiyle dar hücre yapılanmasına bağlı 50- 100 kişilik yapılardır bunlar ve duvarın yıkılmasıyla büyük ölçüde işlevini yitirdiler. Bakınız, Beider Meinhof, Kızıl Tugaylar, Asala vs. 1970’lerde “Sizin bu yaptığınız terör” denildiğinde, “Evet, biz devrimci terörden yanayız” diyen yapılar vardı. İç savaş kışkırtıcılığı devrimci terör eylemi olarak kutsanıyordu.

Çözüm için ilk adım, tarafların birbirini meşru muhatap görmeleri. Kürt tarafında çok başlılığın olmaması, eşgüdümün birbirini gütmek gibi algılanmaması.

Gelin görün ki bugün de Hamas örneğinde olduğu gibi dev bir networka sahip, toplumsal karşılığı olan yapılara ilişkin tanımlarda uluslararası bir mutabakat olmuyor.

Bu siyasal ve toplumsal karşılığı olan yapıların “terör” eylemleri kınanmakla beraber, konunun bundan ibaret olmadığı da ortadaydı. Ama nedense bu mesele bu netlikte ele alınamadı. Marmara Kafe’de Onat Kutlar, Yasemin Cebenoyan ve diğer yurttaşların katledilmesini başka nasıl adlandıracaksınız? Dünyada ise “Benim için ölme, öldürme” diyenler vicdani üstünlüklerini korudular.

3. 12 Eylül anayasasını aşacak, eşit yurttaşlığa dayalı bir anayasal dönüşüme kimse itiraz etmese de kalıcı bir adım atılamadığını biliyoruz. “12 Eylül rejiminin anayasasında çok madde değişti” diye itiraz eden bile oldu. Bu ikircikli tutumun bir çok boyutu var, egemen bloğun imtiyazlarını paylaşmak istememesinden tutun da anayasal yurttaşlık konusunda mutabakatın sağlanamamasına kadar giden zincirleme bir süreç bu. “Kime yarar?” diye bakıp kamuya yararı olup olmadığına bakmayı umursamayan bir yabancılaşma, iktidarın kendi tahkimatını sağlamasıyla bizleri bugünlere getirdi. Geleceği müphem kılmaktan çıkaramamak, geniş kesimlerin bildik olana sığınmasını pekiştirdi.

Kilit nokta Türklük meselesiydi, bazen herkesi kapsayan bir şemsiye yurttaşlık gibi tanımlanırken, bazen de dış Türkler örgütlenmesi gibi etnik temelde ele alındığı için bu keşmekeşten çıkılamadı. Ama “yaptım oldu” gibi dayatmalarla bir yere varılamayacağı için büyük bir mutabakata ve tarihsel buluşmaya ihtiyaç var.

Yerel seçimler tabii ki siyasallaşma zemininin artması, herkesi kapsama gayretlerini içermesi nedeniyle önemli bir fırsat. Yeter ki kimseye vebalı muamelesi yapmadan, açık, şeffaf bir zeminde kamuoyu önüne, abdestinden şüphe duymadan çıkılabilsin.

4.Çözüm ne? Çözüm için ilk adım, tarafların birbirini meşru muhatap görmeleri. Kürt tarafında çok başlılığın olmaması, eşgüdümün birbirini gütmek gibi algılanmaması.

Akil insanların raporları bile aslında nasıl bir adım atılması gerektiğini detaylarıyla anlatıyordu, arkasındaki toplumsal destek önemliydi, 3. gözün, uluslararası gözlemci heyetlerin kolaylaştırıcı değil zorlaştıracağı olabileceği fark edilmedi. Oslo sürecinin sızdırılmasında yaşananlar doğru okunmadı. Geriye baktığınızda bu mesele mecliste çözülür yaklaşımı bile konunun defalarca mecliste alındığından bile bihaber yaklaşım sahiplerinin olduğunu gösteriyor. PKK’nın dönüşmesi ve sivil siyasetin ortaya çıkmasıyla ceberrut 12 Eylül rejiminin dönüşmesinin sekronizasyonuna dayanıyordu mesele. Başkalarına dayanarak değil, baş başa vererek sorunu çözebilirdik ancak.

Yerel seçimlerde bir tür hibrit siyasetle alan genişletilmesi sağlanabilir tabii ki, yeter ki yine paraşüt adaylarla genel merkezlerden dağıtım yapılmasın. Yurtaşlarımızın eleştirileri kulak arkası edilip geçiştirilmesin.

5.Sonuç: Yerel seçimler tabii ki siyasallaşma zemininin artması, herkesi kapsama gayretlerini içermesi nedeniyle önemli bir fırsat. Yeter ki kimseye vebalı muamelesi yapmadan, açık, şeffaf bir zeminde kamuoyu önüne, abdestinden şüphe duymadan çıkılabilsin. Yol haritası kamuoyuyla paylaşılıp ahalinin onayından geçebilsin.

Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı önemli bir çerçeve, buna başta evet diyen iktidar, şimdi sırtını dönmüş vaziyette. Yerel demokrasiler tesis edilmeden bir adım ileri atılamıyor. Meclise her yıl, 1 milyona yakın insanın akın etmesinin nedeni sorunlarını yerelde çözememesinden kaynaklanmıyor mu?

İktidar bu seçimlerin yerel temalarla sınırlı kalmaması için elinden geleni yapacaktır. Her iki alanda da sözün çoğaltılmaması ve birbirine bağlanmaması için bir neden yok.

Yerel seçimlerde bir tür hibrit siyasetle alan genişletilmesi sağlanabilir tabii ki, yeter ki yine paraşüt adaylarla dışarıdan bölgelere genel merkezlerden dağıtım yapılmasın. Yurtaşlarımızın eleştirileri kulak arkası edilip geçiştirilmesin.

Bir arada yaşamanın yolu bir arada siyasetten geçiyor. Unutmayın Gezi sürecinde “ağacıma dokunma”dan, gelen seçimlerde “adayıma dokunma” aşamasına bir türlü geçilememişti. Büyük, makro siyasetten, mikro hassasiyetlere evrilememiş, bunlar lüzumsuz detay gibi algılanmıştı. Marifet gibi zamanında afişleri bile yapılan “Siyaset bizim işimizdir” profesyonelliği bir türlü aşılamamıştı. Temayül yoklamalarından önseçimlere geçilebilseydi keşke bu sefer. Sakın, siyaset esnafının nakaratı ” zaman sıkıştırıyor” lafını etmeyin yine. Biz ÖDP’de konferanslarda yaptığımız, resmi olmayan fiili önseçimleri bir günde kurullarımızda resmi karara dönüştürerek gerçekleştirebiliyorduk. Demokrasinin zaman sorunu yok, fosilleşmeyi aşamama sorunu var.  Yine “bir başka sefere artık” durumu ile devam etmeyelim naftalin siyasetine.

15 Temmuz’dan sonra siyasetin merkezi yeniden tasarlandı. Merkezi dönüştürerek iktidarıyla muhalefetiyle demokratik bir modelde anlaşma sağlanamazsa, küresel rekabette sistem içinde kalmak güç hale geliyor. Ama merkez deyince merkez camii, merkez çarşı ve merkez komutanlığı merkezli yaklaşımları aşamazsak patinaj yapmaya devam ediyoruz.

Tarihsel olarak sistem dışı hareketlerin bir parçası olan muhalefet, şimdi sistem dışına atılmamak için ve sistemi içeriden dönüştürmek adına yeni politikalar üretmek zorunda, bunun için de ergen siyasetinden, gösteri sanatlarının bir parçası olan animasyon siyasetinden, salt laf yetiştirmeye dayalı hitabet hünerinden hızla sıyrılma gereği ortada.

Eskiden sistemin özelliğini zaten dışının olmaması sanıyorduk, bugün sistem dışına atılmak ciddi bir risk çoğu 3. dünya ülkesi ve zengin ülkelerinin yoksulları için.

Peki ya iktidar ne yapmalı? İktidara bir türlü muhatap beğendiremiyoruz. O zaman buyurun siz somut adımlar atın, mutlaka yurttaşın kendisi zaten fiili muhatabınız olacaktır, su çatlağını bulacaktır.

Yunanistan’la, Ermenistan’la normalleşme sağlanırken, şimdi sıra Güney’de diplomasiyi öne çıkarma zamanıdır. Mecliste anadilde dilekçe hâlâ verilemiyor, ama isterseniz bir istida uygun bir dilde yazabiliriz.

Tarihimizle helalleşmeden günübirlik helalleşmeye geçemiyoruz. Avukatsız, istinafsız İstiklal Mahkemeleri kararlarının hepsi hükümsüzdür, demek çok mu zor? Siz, 1926’da asılan maliye bakanı Cavid Bey’in yerinde olmak ister miydiniz? Üstelik empati için sempati duymanız da gerekmiyor ama insani vasıfları kaybetmemek yeterli.

Bugün artık, bunca yaşanmışlıktan sonra Cumartesi anneleri, Barış Anaları ve Diyarbakır Annelerini buluşturmanın zamanı gelmedi mi?

Artık konuş(a)madığımız sorunların başında Kürt Sorunu geliyor. Konuşamasak da Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli sorunu olmaya devam ediyor. Kürt siyasi hareketini temsil eden partiler Meclis’te ama biz bölgede ne yaşandığını tam olarak bilmiyor, tartışamıyoruz.

Peki temel sorun devletin güvenlik politikası mı?

Kürt sorununun çözümünde neredeyiz?

Yerel seçimler sorunu konuşmak için fırsat mı?

Cevapları arıyoruz.

Dosyanın diğer yazılarını okumak için buraya tıklayınız.

Ufuk Uras
Latest posts by Ufuk Uras (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir