Tanpınar’a Huzur Yok | 20. Bölüm | “Toprağın altındaki maden yangınları gibi” bir aşk

Tanpınar’a Huzur Yok | 20. Bölüm | “Toprağın altındaki maden yangınları gibi” bir aşk
Katılmadığım bir lotaryadan otomobil kazanmıştım. O an farkettim: Chrysler’in çehresi benimkine benziyordu. Onunla aynı fabrikada üretilmiştim ya da onu da benim annem doğurmuştu sanki. 

İstanbul ve hayalî İstanbul birbirinin içinde dalgalanıyor. İlkbahar ile yaz, güneşi çekiştiriyorlar. Sokaklarda oynayan çocukların çığlıkları, ışıkta kırılmış aynalar gibi dört bir yana dağılıyor… Bense kara bir bulutun üstünde mi, karanlık bir vadide mi yürüyorum? Emin olduğum husus şu ki, cehennem var ve ben oraya doğru gidiyorum, üstelik çok yaklaştım.

2 Mayıs Cumartesi… Hafta sonları, hayat – memat meselelerinde kararsızlık çekmek için ideal zamanlardır. Ben de kendimi tereddüde, o istirahat ile işkence karışımı haletiruhiyeye bıraktım. Emniyet Amirliği’ne gidip imza verdim. Şair Polis Müşfik Bey’le ayaküstü lafladık. Fatin Fantom’a rastlamadım.

Dönüşte bakkaliyeye uğrayıp yumurta, peynir ve ekmek aldım.

Apartmana vardığımda ne göreyim, rahmetli Bahtiyar Kont’un şoförü, yüzünde metanet ışıkları ve matem gölgeleriyle beni bekliyordu: “Merhabalar efendim.” Gülümsüyor; elimdeki fileye göz-ucuyla dahi bakmadı; terbiyeli adam.

“Merhaba Sümer Bey, hayırdır, neden buradasınız?”

“Size otomobili teslim etmeye geldim” diyerek cebinden çıkardığı anahtarı uzatırken diğer eliyle yolun kenarındaki Chrysler’i işaret etti.

Hürmetkar kişilerin diğerkamlıkları da dahil herşeyden kuşkulanır olmuştum: “İyi de niçin?”

Hafifçe eğilip sesini kısarak konuştu: “Zat-ı âliniz bir nevi hafiyesiniz artık. Mücrimi bulmak için birçok şüpheliyle görüşmeniz icap edecek. Otomobil, işlerinizi kolaylaştıracaktır.”

Anahtarı alıverdim: “Peki ya siz?..”

“Bahtiyar Bey’in şoföre ihtiyacı kalmadı pek. Hem o da böyle ister. Size muvaffakiyetler diliyorum üstat. Müsaadenizle” diyerek selam verip yokuş aşağı yollandı.

Katılmadığım bir lotaryadan otomobil kazanmıştım. O an farkettim: Chrysler’in çehresi benimkine benziyordu. Onunla aynı fabrikada üretilmiştim yahut onu da benim annem doğurmuştu sanki. İçeri geçtim. Apartman girişindeki posta kutusunda Türk Dili’nin yeni sayısını buldum. Bir de mektup; gönderen: Nermin Mermi! Kadıköy’den postalanmış.

Basamakları yedişer yedişer çıkıp daireye girdim. Nefes nefese kalmıştım. Masama oturmuş, pencereden martıları izleyen Haydut bana bigâne ve lakayt bir tavırla şöyle bir bakıp başını manzaraya çevirdi.

Fileyi mutfağa, dergiyi ve anahtarları sehpaya bıraktım. Zarfın kenarını yırtarken sürprizin müjdeye dönüşeceğini ummaktan doğan tatlı bir heyecan duyuyordum. Hangi sürpriz, ne müjdesi? Nereden bileyim? Hayatım muammalı [bilmece, gizem], muğlak [anlaşılmaz] ve muallak [sürüncemede kalmış] bir hal aldığından beri bir nebze hassaslaştım. Neyi hayra yoracağımı, hangi şerden nasıl kaçınacağımı kestiremiyorum artık. Terliklerimi giydim, kravatımı gevşettim ve cinayet günü vaka mahalline gelmeme basiretini gösteren ve böylece maznun [sanık] durumuna düşmeme sebep olan meçhul hanımefendinin yazdıklarını okumaya koyuldum.

Şaheserler yazmak suretiyle, eyyamcıları keyfini kaçırıyorsunuz. Sükut suikastına uğradığınız kanaatindeyseniz, edebiyata getirdiğiniz yeni mikyaslarla camianızın dilinin tutulmasına sebep olduğunuzu da düşününüz. Hem harika bir yazarsınız hem de hepsinden yakışıklısınız; size haset etmekten kaçınamıyor biçareler. 

Ekselans,

müşterek dostumuz merhum Bahtiyar Kont zat-ı şahanenize bendenizden bahsetmişti.

O esnada telefon çaldı. Açtım. Bedri Ruhselman yekten “Şu anda karşımda kim duruyor, siz bile tahmin edemezsiniz” dedi. Hayat böyledir, siz can çekişirken birileri varyete peşinde koşar. Gerçi ben de akbabaların gölgesinde eğlence aramıyor muyum? Otomobil, bir leydinin mektubu…

“Kimmiş, Bedri Bey?”

“Bahtiyar Kont!”

Mucize ile zırva arasındaki farkı bildiğim halde şaşaladım: “Ne? Bahtiyar Kont mu?”

“E-evet azizim…”

Öyle saçma bir söz sarfetmişti ki, kendimi konuşmanın dışında buldum: “Emin misiniz? Dün onun cenazesindeydim.”

“Bu karşımdaki… Mister Kont’un hayaleti!” Bedri Ruhselman bilim ile büyüyü mezcetmeye [katıştırmak] çabalarken aklını oynatmıştı galiba.

“Yani… merhumun ruhunu mu çağırdınız?” Ruhlarla görüşme gayreti, bana işgüzarlık gibi geliyor. Tamam, ben de birkaç kez ruh celsesine katıldım. Fakat yaşam ile ölüm arasındaki hudutta kaçakçılık etmekten kime ne fayda var? Mamaafih mirası heba edip hatıraları unuttuktan sonra ruhların karşısına hangi yüzle çıkar insan?

“Hayır…” dedi Ruhselman “kendi geldi!”

“Siz, Bahtiyar Bey’le tanışıyor muydunuz?”

Ruhlar âleminin seyyahı endişe yüklü, titrek bir sesle “Telefonda konuşmuştuk… Ruh celsesi tertiplemek istiyordu. Lakin bir türlü denk getirememiştik” dedi.

“Bahtiyar Kont ne yapıyor şu anda?” diye sordum.

“Kapıdan çıktı, yani geçti! Hayalet gitti Hamdi Bey!”

“Nereye?”

“Bilmiyorum.”

“Bu hadisenin makul, mantıklı bir izahı var mı sizce Bedri Bey?”

Ruh Adam derin bir nefes aldı: “Tahminim o ki, Metapsişik Tetkikler Cemiyeti’nde yürüttüğümüz çalışmalar… Yani ervah [ruhlar] kozmosundan dünyaya bir menfez [geçit, delik] açmış olduk. Malum, birçok ruhları çağırıyoruz, onlarla teatide bulunuyoruz. Bahtiyar Bey’in ruhu, davet edilmeden gelme iradesi gösterdi…”

Nermin Mermi’nin mektubuna dönmek için sabırsızlanıyordum: “Ve şimdi de yanınızdan ayrıldı, öyle mi?”

“Aynen öyle mirim.”

“Pekala, bu meseleyle alakalı yeni bir hadise cereyan ederse haberleşiriz.”

“Ahmet Hamdi Bey.”

“Efendim?”

“Çok dikkatli olun. Söylemeye dilim varmıyor, maazallah, demonik kuvvetlerin gadrine uğramanız…”

“Merak buyurmayınız dostum” deyip telefonu kapattım.

Ve mektubu baştan okumaya koyuldum:

Ekselans,

Hitaba bakar mısınız?

müşterek dostumuz merhum Bahtiyar Kont, zat-ı şahanenize bendenizden bahsetmişti.

Evet.

Sizinle yüzyüze görüşme saadetine eremedim. Ne yazık ki, mesut bir tanışma ve hasbihal yerine meşum bir cinayet ve keder hasıl oldu.

Tüm bunlar benim bahtsızlığımın tezahürleri.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı şaheserinizde “Bu, trapezinden partnerinin uzattığı ellere yapışmak için kendini boşluğa doğru fırlatan cambazın, hesabında bir milimetre şaşırsa kendini ölüme götüreceğini bildiği bir hareketi yaparken dudaklarından eksilmeyen tebessümün aynıydı” yazmıştınız.

Tam olarak böyle miydi acaba?

Sizi “toprağın altındaki maden yangınları gibi” bir aşkla seviyorum. Sevdanın eşiğini aştığımda, ıstırap ağına yakalandım. Benim âlemimde sizin makamınız “bir yıldız uzaklığıyla parlayan bir ruhun saltanatı”ydı.

Bazı tebessümlerimiz hiç de hoşnutluktan, saadetten, sevinçten doğmuyor; ıstırabı, tehlikeyi, korkuyu yatıştırmaya, hiç değilse saklamaya yarıyor. Bu mektuba helalinden bir tebessüm tadı katabilmek isterdim.

Kattınız bile

Kader, planlarımı altüst etti efendim.

Hangi planlar?

Siz, romanı “hayatım roman” diyenleri haklı çıkaran şematik bir anlatı olmanın ötesine taşıyarak, yaşama bilincinin başlıca kaynağı seviyesine yükselttiniz.

Öyle miymiş?

Eserinizin anlaşılmadığını düşünmekte mazursunuz. Fakat kabul ediniz ki siz hakiki bir romancı olmanız hasebiyle istikbalin müellifisiniz. Bundan kuşkunuz olmasın. Esasen mesleğinizin en yetkin ustasısınız. Hem acı hem tatlı hakikat budur. Sizi layıkıyla okuyacak kişilerin hemen hiçbiri henüz doğmadı dersem bana inanınız.

Peki, inanayım.

Biricik Ahmet Hamdi Tanpınar,

Buyurunuz.

Siz daha iyi bilirsiniz ki, insanlar harikayı, mucizeyi, mukaddesi bile kendi ufukları dahilinde ve kavrayış güçleri nispetinde alırlar. Bir eser, ufukların ötesinde, zamanının ilerisinde yani mevcut standartların fevkindeyse, onu tavsif etmekte acze düşer ahali. Bu tür eserler veren sanatkarlar, kültür-sanat muhitlerinin de konforunu bozar, huzurunu kaçırır. Siz işte öyle bir yazarsınız üstadım.

Kim bilir?..

Şaheserler yazmak suretiyle, eyyamcıları keyfini kaçırıyorsunuz. Sükut suikastına uğradığınız kanaatindeyseniz, edebiyata getirdiğiniz yeni mikyaslarla [ölçü] camianızın dilinin tutulmasına sebep olduğunuzu da düşününüz. Hem harika bir yazarsınız hem de hepsinden yakışıklısınız; size haset etmekten kaçınamıyor biçareler.

Yakışıklı mı?..

Nemli ağaçlarla çevrili göllere benzeyen gözlerinizde, kopkoyu deha ve depderin hüzün hakim.

Ha?..

Gür ve kabarık saçlarınız tapınak meşalesi gibi ışıldıyor.

Işıldar.

Endamınızın ihtişamı nereden geliyor? Besbelli, Tarzan’ın kemiklerinden çatılmış iskeletiniz…

Ahmet Hamdi Tarzan…

Heyecanımı mazur görünüz; haddimi aştımsa, sürçülisan ettimse affediniz…

Estağfurullah…

Canım Ahmet Hamdi Tanpınar, 1949 senesi Mahur Beste tefrikasını Bahtiyar’ın mecmua arşivinden okuduğumda 18 yaşımı yarılamıştım.

Şimdi… 28’siniz demek ki.

Londra’daydım. Sanat Tarihi tahsiline yeni başlamıştım. O zamandan beri sizi “toprağın altındaki maden yangınları gibi” bir aşkla seviyorum.

Ah…

Sevdanın eşiğini aştığımda, ıstırap ağına yakalandım.

Vah…

Benim âlemimde sizin makamınız “bir yıldız uzaklığıyla parlayan bir ruhun saltanatı”ydı.

Hah!..

Hâlâ öyledir efendim. Hiçbir şeye ve hiç kimseye böyle tam ve sarsılmaz bir itimatla bağlanmamıştım.

Eh be Nermin Hanım…

İsterseniz bana “deli” deyiniz… yazdıklarınızı şahsıma gönderilmiş mektuplar addederek okudum hep.

İyi ettiniz.

Her kitabınız, her cümleniz, her mısranız, her kelimeniz beni size daha da yaklaştırdı.

Ne hoş.

Hakkınızda herşeyi biliyorum.

Mesela?

Mesela, kedinizin asıl adı Kiziroğlu Mustafa Bey; kısaca Haydut diyorsunuz.

Doğru.

Platonik aşk böyle akbaba gibi pusuya yatırır insanı.

Rica ederim.

Elvis Presley’nin yeni çıkan It’s Now or Never plağını dinlemiş miydiniz?

Hayır.

Bu parça, sizce de münasipse bizim şarkımız olsun.

Olsun.

Kelimeleri sizin gibi süzüp damıtarak kağıda dökemiyorum.

Ne demek, maşallahınız var.

Son olarak… aile avukatımız Barbaros [Aslanboğa] Bey’in sizin davanızı üstlenmesine ne dersiniz?

Kabul.

Sizi mahkemede layıkıyla müdafaa edeceğinden ve haklarınızı koruyacağından emin olabilirsiniz.

Olurum.

Ezelî sevda ve ebedî bağlılıkla…

Bilmukabele.

Mektubu gözyaşlarımla ıslatmadım, öpüp koklamadım, göğsüme bastırmadım fakat bunların tümünü aklımdan geçirdim. Nermin Mermi’nin yazdığı sözler zihnimde yankılanıyordu. Tanımadığım genç kadının hasretini çekiyorum adeta.

Ayağa kalktım. Mutfağa yöneldim. Bir kahve pişireyim.

VUUUUUUUP!

Daire kapısından geçen Bahtiyar Kont’un hayaleti birden karşıma dikildi!


ℹ️ Tanpınar’a Huzur Yok romanın ilk tefrikasını okumak için buraya tıklayınız.


Tanpınar’a Huzur Yok | 21. Bölüm | Seraptan seraba koşuyorum

Murat Menteş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir