Tanpınar’a Huzur yok | 5. Bölüm | “Ruh muammasının ürperişi”

Tanpınar’a Huzur yok | 5. Bölüm | “Ruh muammasının ürperişi”

Profesör Tanpınar bedbin [kötümser] bir ifadeyle mırıldandı: “Cadı tahtası, Şeytan maşası gibi isimlerle de anılır bu şey. 1000 sene evvel Çin’de büyücü ve kahinlerin elinden düşmüyormuş. Bu asrın başında da Amerika’da bir oyuncak şirketi tarafından piyasaya sürüldü…”

 

“Ruhlar ilerleme derecelerine, kazanmış oldukları vasıflara ve sıyrılmaları lazım gelen kusurlara göre tasnif edilir. […]

Tüm ruhlar dünyaya doğru hareket edebilirler. Ancak her ruhun yapamayacağı şey, sonsuzluğa doğru hareket etmektir”.

[BEDRİ RUHSELMAN, 1898-1960, Ruhlar Arasında]


ℹ️ Tanpınar’a Huzur Yok 5. Bölüm: “Ruh muammasının ürperişi”


“Eeeyyy ruhlar âlemi… Ruhlar âleminden Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhunu çağırıyoruz… Ulu Önder Atatürk… geldiyseniz, lütfen ‘Evet’ deyiniz…”

Metapsişik Tetkikler Cemiyeti’nin Kurucu Başkanı Bedri Ruhselman Bey’in Harbiye’deki evinin salonunda ruh celsesi. Gece-yarısına çeyrek var…

Yüksek tavanlı evin ağır, kadife perdeleri çekili. Şurada burada birkaç şamdan yanıyor.

Ruh celsesi başlamadan evvel, Bedri Bey, Profesöre bir fincan zencefilli Hint çayı ikram etmiş ve Giuseppe Tartini’nin İblis’in Terennümü adlı eserini çalmıştı. Kemanını şifonyerin üstüne usulca bıraktıktan sonra kendinden hoşnut bir gülümsemeyle başını hafifçe eğerek selam verdi.

Tanpınar yavaşça alkışlarken konuşuyordu. Sözlerinin işitilmesine mania teşkil etmeyen ayarlı alkışı mümkün mertebe uzun tuttu: “Beni mazur gör Bedriciğim… senin ilmine, istidadına diyeceğim yok…”

“O takdirde delilsiz, ispatsız adım atmayacağımı da gayet iyi bilirsin aziz dostum.”

“Muhakkak…”

Bay Ruhselman ciddiyetle sordu: “Sonatı beğenmedin mi?”

Tanpınar alkışı kesti: “Fevkalade! Hakiki bir virtüözsün sevgili dostum.”

“Yahya Kemal Bey’in vefatına üzüldüğünü söyledin.”

Üstat derin bir iç çekti: “Çoook…”

“Sen bir şairsin Hamdi. Ruha, ruhun ölümsüzlüğüne inanmıyor musun?” dedi Bedri Bey ve cevap beklemeden Eşik’in son bölümünü okumaya koyuldu:

“Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü

Bu tenha çeşmede bir an yüzünü

Seyredenler altın sazlar içinde

Ruh muammasının ürperişinde

Kaybolmuş sanırlar kendilerini…

Bırak bu tesadüf bahçelerini…

Hakikat çok uzak, karanlık, derin

Bir dille konuşur, büyük köklerin

Toprakla ezelden karışmış dili!

Geceyle ölümdür asıl sevgili

Bu ikiz aynada toplanır yollar

Karanlık yaratır, ölüm tamamlar.

Kaçalım seninle biz de geceye

Ölümün kardeşi saf düşünceye…

Yeter büyüsüne aldandığımız

Güneşin…biraz da yalnızlığımız

Kendi aynasında gülsün, gerinsin

Güvercin topuklu sükût gezinsin.”

“Ah Bedri, her çaktığım çiviye bir libas astın vallahi.” Tanpınar meyus [üzgün, kötümser] ve müteredditti. Ruh çağırmak… 20. asrın ikinci yarısında hem de?!.. Tevekkeli bir meşgale. 

Ellerini iki yana açarak “Bu mısralar senin değil mi? ‘Ruh muammasının ürperişinde’ diyorsun. Bal gibi biliyorsun mirim, senin edebiyatta hazır bulduğun şeyi, ben ilmî metotlarla günyüzüne çıkarıyorum.”

“Yahya Bey’in ruhu muazzep olursa ya?”

“Sadece davet ediyoruz aziz dostum. Üstat icabet ederse ne âlâ…”

“Yahu ispritizma mevzularına aklım yatmıyor, daha sarih [anlamı belirgin] nasıl söyleyeyim?”

“Ben, biliyorum; sense şüphedesin. Müsaade buyur, meseleyi vuzuha [açıklık, netlik] kavuşturalım. Bahtiyar Kont bile benden ruh celsesi için randevu talep etti kuzum.”

“Bahtiyar Kont mu?”

“Evet. Telefonda ‘Ahmet Hamdi Tanpınar Beyefendi’yi çok severim’ dediydi. Ahbabınız olmalı?”

“Aslında, hayır. Hiç ruberu [yüzyüze] tanışmadık.”

“O halde aranızda bir ‘ruh’ akrabalığı var demektir!”

“Ah Bedri, her çaktığım çiviye bir libas astın vallahi.” Tanpınar meyus [üzgün, kötümser] ve müteredditti. Ruh çağırmak… 20. asrın ikinci yarısında hem de?!.. Tevekkeli bir meşgale. Gerçi kimler kimler peşine düşmüyordu ki ruhların. Aleister Crowley, herdaim ruhlarla, hayaletlerle haşırneşirdi. Sherlock Holmes müellifi Sir Arthur Conan-Doyle hakeza… Kapının çalınışıyla profesörün düşünceleri inkıtaya [kesinti] uğradı.

Bedri Ruhselman “Hah! Misafirlerimiz de teşrif ettiler” dedi neşeyle. Soru soran gözlerle bakan Tanpınar’a “Nesterin ve Nur Tahsin Hanımları davet etmiştim” diye izahta bulundu ve kapıya yöneldi…

***

Nesterin Dirvana, Tanpınar’ın kulağına eğilmiş “Bunlar bütün süpeğsitisyon [Fr. Superstition, batıl inanç] maskaralıkları; lakin bana ziyadesiyle eğlenceli geliyor üstadım” diye fısıldıyordu. “Bedri Bey’in şarlatan olduğunu zinhar [asla] iddia etmiyorum. Disiplinli ve samimi. Lakin bu iki vasfın hakikati celbedeceğini [çekmek, getirmek] kim söylemiş?”

Üçlü koltuğun ortasında oturan üstadın diğer kulağına ise Nur Tahsin Hanım konuşuyordu: “Bedri Bey’e itimadım tam. Zira bu işte bir şeamet [uğursuzluk] olsa, celseye zat-ı âliniz iştirak etmezdiniz, haksız mıyım?”

Bedri Bey yandaki odadan alıp getirdiği wici’yi [ouija] salonun ortasındaki masif, kare, küçük masaya bıraktı: “Buyurunuz lütfen.”

Üç misafir, kalkıp masanın çevresindeki sandalyelere kuruldular.

Nesterin Hanım üzerinde latin alfabesi ve rakamlar ile “evet – hayır” kelimeleri yazılı kalın levhaya beğeniyle bakıyordu: “Nedir bu?”

“Wici” dedi Ruhselman. “Teke kemiğinden mamul. Yekpare görünüyor değil mi?”

“Evet…” dedi Nesterin Hanım ve elini tablanın üstünde gezdirdi “Harikulade…”

“Eeeyyy ruhlar âlemiii… Ruhlar âleminden Yahya Kemal Beyatlı Beyefendi’nin ruhunu çağırıyoruz. Yahya Kemal Bey, geldiyseniz bize bir sinyal bahşediniz.”

Profesör Tanpınar bedbin [kötümser] bir ifadeyle mırıldandı: “Cadı tahtası, Şeytan maşası gibi isimlerle de anılır bu şey. 1000 sene evvel Çin’de büyücü ve kahinlerin elinden düşmüyormuş. Bu asrın başında da Amerika’da bir oyuncak şirketi tarafından piyasaya sürüldü…”

“Şu mercek de pek hoşmuş” naif [safiyane, acemice] bir heyecanla Nur Hanım. Tablanın üstündeki, damla şeklinde, ortası delik, kemikten merceği işaret ediyordu.

Ruh celsesi başladı nihayet. Dört arkadaşın her biri işaret parmağını merceğe hafifçe dokunduruyordu. Salonun cılız mum alevlerinin husule getirdiği loşluk içinde, onlar da birer modern hayalete benzemişlerdi.

“Eeeyyy ruhlar âlemiii… Ruhlar âleminden Yahya Kemal Beyatlı Beyefendi’nin ruhunu çağırıyoruz. Yahya Kemal Bey, geldiyseniz bize bir sinyal bahşediniz.”

Büyük Şair’in teşrifine dair bir emare yoktu. Daveti tekrar etti Bedri Bey.” Israr, nezaketsizlik addedilebilirdi. [saymak].

“Üstat meşgul anlaşılan” diyerek başka bir ruhu çağırmayı teklif etti Bedri Ruhselman.

Bu defa Âsaf Hâlet Çelebi’yi davet ettiler. Âsaf Hâlet Bey, Yahya Kemal’den 1 ay evvel Hakk’a yürümüştü. Ondan da ses çıkmadı.

Nesterin Hanım “Atatürk” dedi “Onu çağıralım. Zannımca o gelecektir.”

Bedri Bey şehit olmak ümidiyle İstiklal Harbi’ne katılacağı sırada, onu tahsile yönlendiren kişi Miralay Mustafa Kemal’di.

Ahmet Hamdi Tanpınar ise 30 Eylül 1924 günü, Pasinler Depremi sebebiyle Erzurum’u ziyaret eden Atatürk’le tanışmıştı. Yazar, o dönemde Erzurum Lisesi’nde öğretmendi…

Atatürk’ün ruhu çağırıldı… Masadaki dört kalp de güm güm atıyordu. Nefesler tutuldu. Parmaklar titriyor. Bedri Ruhselman huşu dolu bir intizar [bekleyiş] halindeydi. Tanpınar diğerlerine kesik bakışlar attı. Şairlerin gelmediği meclisi, Atatürk teşrif edecek miydi? Zor…

Tam o anda mercekli kemik sola doğru yavaşça kaydı.

Ruhselman helecanla [çarpıntı] seslendi: “Siz misiniz efendim?”

Hızla dönen kemiğin ucu, soldaki yazıyı gösteriyordu: “EVET”


ℹ️ Tanpınar’a Huzur Yok romanın ilk tefrikasını okumak için buraya tıklayınız.


Tanpınar’a Huzur yok | 6. Bölüm | Zaman hayallerimizi de hakikatlerimizi de kırar

 

Murat Menteş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir