Devlet siyasetten sonra yargıyı da tasfiye ediyor

Devlet siyasetten sonra yargıyı da tasfiye ediyor

Cumhur İttifakı uzunca bir süredir kamusal alanı “Yerli ve Milli” üzerinde dönüştürüyordu. Kamusal alan yeni bir kültürel kimlik üzerinden homojenize edilirken; farklılıklar kendilerini ancak özel alanda ifade edebilir hale geliyor. Bu sürece şimdi de Milli Yargı” eklendi.  Devlet, yasamadan sonra şimdi de yargıyı tasfiye ediyor.

 Yargıda büyük bir “kavga” yaşanıyor. En yüksek yargı organı olarak Anayasa Mahkemesi (AYM), alt mahkeme olan Yargıtay’ın dairelerinden biri tarafından aldığı karar nedeniyle hedef alınıp, üyeleri hakkında suç duyurusu yapılıyor

Bu sürecin araçları “hukuki” kararlar olsa da, gerilimin esas kaynağı “siyasi”.

Bir bütün olarak iktidar bloku (Devlet, Cumhur İttifakı) son dönemde -hala verebildiği- özgürlükçü kararlar nedeniyle AYM’ni hedef tahtasına koymuş durumda.

Çünkü AYM’nin alabildiği  özgürlükçü kararların, siyasi muhalifler için umut olması kadar, kurmuş oldukları ve sürdürmek istedikleri siyasi hegemonya için de “tehlike” sayıyorlar.

Bu yüzden AYM’ni de bu siyasi hegemonya sisteminin parçası haline getirmek istiyorlar.

AYM’nin yeni başkan seçiminde bunu yaşadık. Yine MHP lideri Bahçeli’nin AYM’ni sık sık hedef alma gerekçesinin arkasında da bunun olduğunu biliyoruz.

Burada ince bir ayrıntıya dikkat çekelim.

Her ne kadar iktidarın büyük siyasi ortağı AKP görünse de, bu mücadelede asıl siyasi taşıyıcı olan MHP ve onun üzerinden Devlet.

Devlet bir süredir kendini yeniden inşa ediyor. Bunun için de bir bütün olarak Cumhur İttifakı’nın siyasi meşruiyetini kullanıyor.

Bu açıdan, Nisan 2015’de temeli atılan Cumhur İttifakı, esas olarak AKP’nin MHP üzerinden Devlete eklemlemesidir.

Ve bu tarihten itibaren AKP, kamusal alanda uyguladığı politikalarda özgür; devletin özünü ilgilendiren siyasal tercihlerde ise bağımlı hale gelmiştir. Böylece bir kez daha görmüş olduk ki, devlet için önemli olan; Devletin kimler tarafından yönetildiği değil nasıl yönetildiğidir.”

Ve devlet ideolojik özünü korumak uğruna AKP’nin kamusal alanda kimlik temelli toplumsal mühendislik politikalarına sessiz kalmakta ya da -şimdilik- öyle görünmektedir. Çünkü Devlet’in önceliği kendi ideolojik sürekliliğidir.

DEVLET NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Bu noktada devlet üzerine birkaç tespit yapmak gerekmektedir:

1. Ulus-devlet sistematiği içinde kurumsallaşmış her devlet özünde otoriterdir. Sivil toplumun dolayısıyla siyasetin güçlü olduğu toplumlarda bu öz değişmese de, kısmen denetlenebilir.

2. Tek bir kimlik üzerinden homojen bir toplum tasavvuruna dayanır.

3. Devlet sadece toplumu yönetmek değil; aynı zamanda tüm bireyleri, toplulukların, cemaatleri kontrol etmek, gerektiğinde de kullanmak ister.

4. “Devlet sırrı”, toplumda rıza yaratmanın önemli bir aracıdır.

5. Devlet, vergi salarak, gerektiğinde müsadere yoluyla rant üretir ve bunu dağıttığı toplumsal kesimler üzerinden meşruiyetini sağlar.

6. Toplumu vesayet altında tutar. Bu vesayetin esas uygulayıcısı askeri ve sivil bürokrasi olsa da vitrinde hep devşirdiği siyasi partiler vardır.

7. Devlet iktidarları kendine benzetir, benzetemediği oranda gücünü paylaşarak bunu yapar.

Bu maddeleri çoğaltmak mümkündür.

Bu özellikler, devlet-toplum ilişkisinde devletin baskın olduğu her model için geçerlidir. Ve Türkiye’de devlet yapılanması, yukarıdaki modelin pek çok özelliğini taşır.

Devletin kendine vazife çıkardığı bu iş görünen o ki iktidarlardan bağımsız olarak devam ediyor. Sonuç olarak şunu söylemek mümkün: Türkiye Cumhuriyeti Devleti hala demokratikleşebilmiş değil. Demokratik olacağı iddia edilen Yeni Türkiye” henüz kurulamadığı gibi, yakın zamanda da böyle bir şans görünmüyor.

YERLİ VE MİLLİ KAMUSAL ALANA MİLLİ YARGI

Türkiye, Batı’daki örneklerinden farklı olarak ulustan devlete değil; devletten ulusa gidilmiş ve öyle kurulmuştur. Askeri ve sivil bürokrasi devleti kurmuş ve kendi ulusunu inşa etmiştir. Bu inşa, vatandaşlık tanımı üzerinden bir kamusal alan ve kendi meşruiyetini dayandırdığı toplumsal sınıf üzerinden olmuştur. Ve nihayet döngüyü, ürettiği rantı, bu s kesimlere dağıtarak tamamlamıştır.

Bu yapı, kuruluşunda var olan toplumsal farklılıkları “irtica”, “bölücülük” kaynağı olarak kabul etmiş ve onları siyaset üzerinden çizdiği kamusal alanda görmek istememiştir. Bu farklılıkları izlemiş, fişlemiş, arşivlemiş ve gerektiğimde de bunları kullanmıştır.

Mesala devletin tehlikeli bulduğu kimlikler, görüşler ve siyasiler bile konjonktürel olarak hep değişmiştir. 1960-70’lerde komünistler, 1980’lerde İslamcılar, 1990’larda Kürtler, devletin en ötekisi olmuştur. Yani ötekiler değişmiştir,ş ama kimin öteki olduğuna karar veren öz yani devlet değişmemiştir.

Son günlerde yargı üzerinden yaşanan tartışmalar bize bir kez daha bize devlet gerçeğini göstermiş oldu.

Ve siyasetin kurumsallaşamadığı, siyasetin devletin çizdiği sınırlar içinde yapılması 100 yıllık Cumhuriyetin henüz demokratikleşemediğinin göstergesidir.

Cumhur İttifakı uzunca bir süredir kamusal alanı “Yerli ve Milli” üzerinde dönüştürüyordu. Kamusal alan yeni bir kültürel kimlik üzerinden homojenize edilirken; farklılıklar kendilerini ancak özel alanda ifade edebilir hale geliyor.

Bu sürece şimdi de “Milli Yargı” eklendi.

Bu ifade bize oluşturan yargının kimler için olduğunu da müjdelemektedir.

Açıkçası Devlet gücünü, önce siyaseti tasfiye ederek arttırdı. Şimdi yargıyı da tasfiye ederek dokunulmaz, itiraz edilmez hale gelmek istiyor.

Burada devletin ne istediği kadar önemli olan toplumun buna ne kadar biat edeceğidir. Toplum ve onu temsil eden kültürel kimlikleri, siyasi görüşleri ve ideolojileri birbirinden ne kadar farklı olsa da; demokrasi, özgürlük ve adalet ortak keseninde buluşan sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler siyasal alanda gösterecekleri ortaklaşma ve siyasallaşma belirleyici olacaktır.

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir