Siyasi kabilelerin fakir eğlencesi: Sosyal Medya

Siyasi kabilelerin fakir eğlencesi: Sosyal Medya

Zaten sevmediğimiz ya da ilgilenmediğimiz şeyi beğenmeyince ya da etkileşime girmeyince, okumayınca, izlemeyince, o ve ona benzer şeyler önümüze de düşmüyor. İşte bu yüzden farklı düşüncelerle karşılaşmak pek mümkün olmuyor zaten. Çünkü farklı sesler dinlemek istemiyoruz.

Bu sene birbirinden farklı kurum ve projelerde dijital medya okuryazarlığı ve bilgi düzensizliği üzerine çalışmalar yürütürken, özellikle eğitimlerimde sıklıkla vurguladığım iki mesele vardı: Seçici maruz kalma ve yankı fanusu.

Özellikle sosyal ağlarda aşina olduğumuz ve güvendiğimiz bir kaynaktan gelen, tutarlı gözüken, değer ve inançlarımıza uyan ve çevremizdeki insanların da inandığı bilgilere inanma eğilimimiz daha fazla. Diğer yandan yeni edinilen bilgilerin, daha önceden bildikleri bilgilerle çelişmesi durumunda bilgiyi reddetme eğilimimiz de var. Sosyal medyada yalnız kendi görüşlerine yakın paylaşımlarla karşılaştıkça ve onlarla daha çok zaman geçirip etkileşime girdikçe farklı düşüncelerle karşılaşmak pek mümkün olmuyor.

Sosyal medya hepimizi kendimize özel hissettiren kapalı bir fanus

Malum dijital ortamda tüm verilerimiz izlenip, kaydedilip, tasnif edilebiliyor. Hatta adeta ‘köpeksiz köyde değneksiz gezebilmelerinden’ aldıkları cesaretle bu sosyal ağları işleyen ve işleten platformlar, hepimizi birer birer reklam verenlere hazır profillenmiş bir müşteri, satılan bir ürün olarak bizi pazarlıyorlar. 

Mevcut ortam ve herhangi bir durumda vereceğiniz tepkiye göre önünüze bir ürün, haber, video, düştükçe; önümüze şekillendirilmiş, damıtılmış, filtrelenmiş içerikler geldikçe; o sırada kullandığımız platformda daha da kalıyor oluşumuz yeniden bu “satış döngüsü”nde dönüp durmamızı sağlıyor. Bu hep istediğimiz, alıştığınız ve bizi mutlu edecek ya da ilgimizi çekecek bir ortam ve hep nabzımıza göre şerbet veriliyor. Zaten sevmediğimiz ya da ilgilenmediğimiz şeyi beğenmeyince ya da etkileşime girmeyince, okumayınca, izlemeyince, o ve ona benzer şeyler önümüze de düşmüyor. İşte bu yüzden farklı düşüncelerle karşılaşmak pek mümkün olmuyor zaten. Çünkü farklı sesler dinlemek istemiyoruz.

Seçici maruz kalmak ne güzel, her şeyi biliyorsun

Bununla beraber, kendi görüşlerimize uygun TV kanalları, gazeteler, haber siteleri ve sosyal medya hesaplarını takip ederek “seçici maruz kalma”yı tercih ediyoruz. Seçici maruz kalma, bilerek kendi görüşlerimizle uyumlu bilgi kaynaklarını kullanmayı tercih etmek demek. Bu yüzden takip ettiğimiz mecralardaki yanlış bilgiyi veya çeşitli siyasal manipülasyonları farkında olmadan yayabiliyoruz.

İnsanların duygusal durumu, kendi görüşlerinin doğruluğu inancını pekiştiriyor. Örneğin öfke, insanların ideolojik görüşleri ve bilgi edinme ortamları doğrultusunda, görüşlerine daha sıkı sarılmalarına yol açıyor. Bu durum sonucunda yanlış bilgiyi eleyemez hale geliyoruz.

Ver negatifi al prestiji

Elimizde bir rapor var. Siyasi rakipleri yerden yere vurmak viral olmanın en etkili yolu gibi gözüküyor. Sosyal medyanın bu sapkın teşvikleri bizi daha da acımasızca ve iştahla, işi gücü bırakıp rakip gördüğümüz siyasi klanları ve liderleri eleştiren paylaşım yapmaya itiyor. Cambridge Üniversitesi akademisyenleri tarafından yürütülen ve ABD’deki medya kuruluşları ya da siyasi yelpazenin farklı kesimleri tarafından yayınlanan 2,7 milyon Tweet ve Facebook gönderisini analiz eden bir araştırmaya göre durum tam da bu.

Başka bir raporda ise olumsuz eleştirel Twitter paylaşımlarının daha olumlu olanlara göre viral olma olasılığının daha yüksek olduğunu buluyor. Şaşırtıcı olmasa gerek. Araştırmacılar, İspanya’da 2017 yılında Katalanlara bağımsızlıklarını geri vermeyi amaçlayan bir referandum gibi siyasi açıdan duygusal bir olay sırasında Twitter paylaşımları üzerinde yaptıkları analiz bu.

Bu başka bir yazının konusu ama burnunuza kokusu çoktan gelmiş olmalı; acaba bu şirketler bizim böyle sürekli birbirimizle didişmemizin bilerek önünü mü açıyor? Bu soruyu bir kenara koyup düşünelim.

Bilgiye, olgu ve kavramlara sadece herkesin yürüdüğü patikalardan ulaşmak, herkesi tek bir patikaya zorlamak veya herkese farklı yollara sapmadan belirli patikaları zorunlu kılmak medeniyetimizin bugüne kadarki gelişim sürecine set örmüyor mu sizce de? 

Koşma, bağırma, az sev yeter

Bu dev sosyal medya platformlarına yedi yürmidört veri verip gönüllü çalışırken, yetmedi bu şirketler bizi metalaştırıyorken, üstüne bir de bu platformlar üzerinden siyasi kutuplaşmayı düstur edinmiş kabile liderlerinin gönüllü borazanlığına ayak uydurmaya çalışmamız neden? Biraz sosyal medya ile ilişkimizi gözden geçirmenin zamanı değil mi?

İnternete girerken, yeni medya platformlarını dolaşırken tribünü inleten holiganlar olmak zorunda değiliz. Bunu yaptığımızda artık farklı bilgiler, ilgiler, sesler, düşünceler ulaşılamaz hale geliyor. Platformlar yukarıda da bahsettiğim gibi neye teşne isek onu önümüze koymakta mahir. Ne kadar sakin ve ölçülü bir internet deneyimi yürütürsek o kadar çok sesli, sakin gezintilerimiz olacak. Bunun karşılığını bir süre sonra almaya başlayacağınızı göreceksiniz. İnternet dostlukların ve öğrenmenin hala en etkili yolu. Kendini gerçekleştirmenin de…

Bilgiye, olgu ve kavramlara sadece herkesin yürüdüğü patikalardan ulaşmak, herkesi tek bir patikaya zorlamak veya herkese farklı yollara sapmadan belirli patikaları zorunlu kılmak medeniyetimizin bugüne kadarki gelişim sürecine set örmüyor mu sizce de? 

 

Mehmet Şafak Sarı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir