Dijital derebeylikler ortasında yaşamak…

Dijital derebeylikler ortasında yaşamak…

Dijitalleşen her geçen gün çevremizi daha da sarmalıyor. Yüzümüzü her çevirdiğimiz yerde bilgisayar, tablet, telefon, bileklik ve saat gibi siyah ekranları olan elektronik cihazlarımız var artık. Sokağa çıktığımızda da bizi dijital kameralı ekranlar ve reklam panoları karşılamakta. Yavaş yavaş da yapay zeka araçları ve uygulamarı hayatımızın her alanını işgal etmekte. Neredeyse kamusal alanda analog hiçbir cihaz kalmamak üzere, kağıda en son alışveriş listesi yazmak haricinde kalemle kaçımız bir şeyler yazdı?

Hâl böyle olunca kendimizle, evdekilerle, dostlarımızla ve toplumla olan tüm iletişimimiz ve haberleşme faaliyetimiz yeni iletişim teknolojileri, yazılımlar, uygulamalar, programlarla oluyor. Fakat üzücü olan, tüm bu yazılımlar ve donanımlar hakkında neredeyse hiçbir fikre sahip olmamamız. Kuşkusuz bu teknolojiye doğan her nesil bu aletleri şıkır şıkır kullanıyor lakin o sihirli siyah ekranların arkasındaki teknoloji ve iletişim süreçlerinin ne olduğunu, bu teknolojilerin nasıl çalıştığını ve bizden neleri alıp, nasıl kullandığıyla ilgili büyük çoğunluğun yeterli bilgisi yok. Bu konuya Quo Vadis Teknoloji yazımda daha da geniş bir parantez açmıştı.

İddiam şudur ki, insanlığın rahatça erişebildiği ve kullandığı bu aletler hakkında bu kadar bilgisiz olduğu başka bir dönem yaşanmamış olabilir. Eğer bu duruma müdahale etmezsek, insanlığı tamamen değiştiren tüm teknoloji ve algoritmalar bir avuç insanın tekelinde olacak gibi gözüküyor. Bu teknokrat bir dere beyliği adeta. Özellikle DuneStar WarsThe Wheel of Time gibi fantastik anlatılardaki teknoloji ve hammaddeyi elinde tutan feodal düzenlerden bir farkı olmayan bir geleceğin adımlarını sezmeye ve hatta yaşamaya başladık gibi…

İddiam şudur ki, insanlığın rahatça erişebildiği ve kullandığı bu aletler hakkında bu kadar bilgisiz olduğu başka bir dönem yaşanmamış olabilir.

Dijitalde devasa pasta dilimleri

Dijital iletişim konusundaki eğitimlerimde büyük resmin anlaşılması için genellikle sosyal medya sahipliğinden bahsediyorum. Bu da içinde yaşadığımız dünyayı daha net hale getiriyor. Aşağıdaki grafik ve benzerlerini meramımı açıklamak için sıkça kullanıyorum.

 

İşin ne boyutta olduğunu göstermek açısından sizinle bazı veriler paylaşayım. Yukarıda gördüğünüz Visual Capitalist‘in infografiği, dünya çapındaki en büyük sosyal ağların aylık aktif kullanıcıları ölçülerek düzenlenmiş. İlk etapta Meta‘nın (eski adıyla Facebook) kaçınılmaz yükselişini ve tekelini fark etmiş olabilirsiniz. FacebookMessengerInstagramWhatsapp uygulamaları Meta’ya ait ve neredeyse dünyanın en büyük yazılım devlerini tek başına yutacak kadar büyük. Tabii bir nevi ‘teknoloji soğuk savaşı’ nedeniyle pek de bilmediğimiz doğunun büyük oyuncuları da başka bir kutup olarak gösterilmiş. Detaylara buradan ulaşabilirsiniz.

Sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş sürecinde, kendimize ve doğaya ne kadar yabancılaşırsak yabancılaşalım, yine de onunla temel düzeyde, hayati ve sürdürülebilir bir ilişkiye sahiptik. Fakat bugün tüm eğitim, sağlık, çalışma yaşamı, güvenlik, hukuki süreçler, kültür ve eğlence, tapu ve kadastro, ekonomi, aklınıza gelebilecek tüm toplumsal süreçleri belirleyen dinamikler, artık dijital ortamlar, araçlar üzerinden gerçekleşmekte ve bu süreçler hakkında neredeyse hiçbir okur-yazarlığımız kalmamış durumda. Yani işleyiş hakkında bilgi sahibi değiliz, olamıyoruz da. Bu süreçleri geliştiren ve pazarlayan şirketlerin koydukları kurallar gereği kullandıklarımızı veya tükettiklerimizi denetleme, inceleme şansımız da yok maalesef. Bu serinin son yazısında değineceğimiz bir konu bu. Kamu finansmanıyla, yani kamu adına üretilen artı değer ve vergilerimizle geliştirilen tüm teknolojiler ve yazılımların kullanım haklarının özel şirketlere sahip olması kadar absürt bir durum olamaz değil mi? Bakın bir hizmet alım sözleşmesinden bahsetmiyorum, kamu tarafından finanse edilmiş tüm süreçlerin çıktısı olarak üretilmiş yazılımlar kamu malı olarak lisanslanmıyor. Tüm bu üretime özel şirketler ‘çöküyor’.

Kişisel verilerimiz üzerinden bizi birer metaya çeviren teknoloji devlerine beş kuruş para vermiyorken nasıl bu kadar büyümeyi başarıp her şeyde söz sahibi olmaya başladılar? Tüm bu arkasında devasa operasyonlar, son teknolojiler ve milyonlarca insanın emek gücü olduğu hizmetleri nasıl oluyorsa hiç cebimizden para çıkmadan edinebiliyoruz?

Metaya dönüşen insan

Kişisel verilerimiz üzerinden bizi birer metaya çeviren teknoloji devlerine beş kuruş para vermiyorken nasıl bu kadar büyümeyi başarıp her şeyde söz sahibi olmaya başladılar? Tüm bu arkasında devasa operasyonlar, son teknolojiler ve milyonlarca insanın emek gücü olduğu hizmetleri nasıl oluyorsa hiç cebimizden para çıkmadan edinebiliyoruz? Bu teknolojileri ve yazılımları geliştiren şirketler nasıl bu kadar büyük kârlar edebiliyorlar? Her geçen yıl pazar değeri olarak otomativ, enerji ve petrol şirketlerini sollamaya devam eden iletişim ve elektronik şirketlerinin sayısı artıyor. Ya da farklı sektörlerdeki şirketler yatırımlarını veri toplama ve bunları kullanma üzerine daha çok yapmaya başladı. En değerli markalar listelerini domine eden ve hep ilk 10’da olan Amazon, Apple, Microsoft, Facebook, Alphabet (Google), Samsung, Huawei gibi teknoloji, medya ve e-pazarlama / e-ticaret şirketleri. Bu firmalar üretken yapay zeka süreçlerine de odaklanırken Open Aı gibi şirketler de sürece girmeye başladı. Şimdi bu kadar uluslararası makro ekonomiye sahip şirketlerin ürünlerini kullanırken sizin de dikkatinizi önemsenmeyecek kadar çekmesi gereken bir detay yok mu? Sadece sosyal medya uygulamalarını ele alalım. Sosyal medya şirketlerinden aldığı aylık aktif kullanıcı verileriyle ortaya çıkan ürkütücü bir tablolar var.

 

We Are Social yayımladığı Dijital 2024 raporunda Meta(eski adıyla Facebook) uygulamasını kullanırken dünyanın neredeyse yarısı Meta’nın uygulamaları kullanmakta. Diğer şirketlerin uygulamalarının kullanıcı sayıları ortada. Buna Google ürünlerinini (Google Arama Motoru, Gmail, Google Meet, Google Dökümanlar vs.) ve Amazon’u da eklersek neredeyse tüm gündelik hayatımız bu şirketlerin avucunda. Netflix, Prime (Amazon), Youtube (Google) gibi video akış uygulamarı ise artık TV ve radyolardan daha fazla hayatımızda.

Buna tabloya göre Facebook 3 Milyar (Meta ürünü), Youtube 2,5 Milyar (Google Ürünü), Whatsapp 2 Milyar (Meta ürünü), Instagram 2 Milyar (Meta ürünü), TikTok 1,5 Milyar, Facebook Massenger 1 Milyar (Meta ürünü), Twitter (yeni adıyla X) 619 Milyon aylık aktif kullanıcıya sahip.

Bu platformların hepsinde bir sürü içerik paylaşma formatı var. Her saniyede bu platformlara milyarlarca görsel, fotoğraf, video, hikâye paylaşılıyor ve yüz milyonlarca insan bunlara her cihazdan erişebiliyor, sesli ve görüntülü görüşme yapılıyor. Bunun yapılabilmesi için onlarca futbol sahası büyüklüğünde ‘sunucu tarlaları’, inanılmaz bir enerji tüketimi ve milyonlarca çalışan ve bu çalışanların organize edilmesi gerek. Belki de, dünya tarihinin tüm dijital ve teknolojik olanakların verdiği avantajla maliyet ne kadar düşse de en masraflı üretim ve tüketim süreçleri yaşanmakta. Tüm bunlara rağmen biz bu şirketlerin uygulamalarını ücretsiz kullanmaktayız ya da ücretsiz kullandığımızı düşünüyoruz. Ama işin aslı öyle değil siz de biliyorsunuz.

Sosyal medya platformlarının verilerimizi toplayıp kullanırken, onları cihazımıza yüklediğimiz sırada yazılımların kullanıcı sözleşmelerine okumadan verdiğimiz onaylarla, verilerimizi sonsuza kadar kullanmalarına izin vermeye devam ediyoruz. Bu şirketler bu verileri sadece uygulamaları daha da çıkarlarına yönelik geliştirmek için kullanmıyorlar, ayrıca defalarca ve defalarca kez reklam veren şirketlere satıyorlar

Ürün mü olacağız?

Elektronik, bilgisayar ve mobil cihazlarımızdaki sensör, kamera ve algoritmalarla tüm davranışlarımız izlenip bu davranışlarımız üzerinden analizler yapılabilmekte yıllardır. İzleme-dinleme faaliyetleri başka bir boyuta geçerken hepimiz dijital gözetimle tanışmış olduk. Bazen aklımızdan geçen sanki okunmuşcasına, sosyal medya platformlarında gezinirken önümüze ihtiyaçlarımız hakkında reklamlar düşüyor. Aslında tüm olası gündelik davranışlarımız, tercihlerimiz ve başımıza gelecekler isabetli olarak tahmin edilebiliyor artık. Reklamlar bu yüzden inanılmaz bir isabet oranıyla bizi etkileyebiliyor. Hatta büyük teknoloji devlerinin geliştirdiği uygulamalarda vakit geçirdikçe ciddi anlamda geleceğe yönelik öngörülerde isabet daha da artıyor. Çoğumuzun buna benzer tanıklıkları var.

Sosyal medya platformlarının verilerimizi toplayıp kullanırken, onları cihazımıza yüklediğimiz sırada yazılımların kullanıcı sözleşmelerine okumadan verdiğimiz onaylarla, verilerimizi sonsuza kadar kullanmalarına izin vermeye devam ediyoruz. Bu şirketler bu verileri sadece uygulamaları daha da çıkarlarına yönelik geliştirmek için kullanmıyorlar, ayrıca defalarca ve defalarca kez reklam veren şirketlere satıyorlar. ‘Eğer reklamınızı doğru zamanda doğru kişiye ulaştırmak istiyorsanız bana güvenin diyerek’ verilerimiz üzerinden, geliştirdikleri algoritmalarla reklam veren şirketlere bizi pazarlıyorlar. Görüldüğü üzere sağlıklı beslenme üzerine sohbet ederken kullandığınız anahtar sözcükler üzerinden sizi dinleyen cihazınızdaki uygulama, sonrasında reklam verenin ürününü siz internette gezinirken gözünüzün içine sokacak şekilde de yerleştiriyor. Ayrıca arama motorlarında aradığımız kelimeler, okuduğumuz haberler veya herhangi okunabilir içerikler ve izlediğimiz videolar üzerinden nelerden kortuğumuzu ve nelerden hoşlandığımıza dair tüm veri setlerini sürekli şirketlere vermekteyiz. Kullandığımzı cihaz, işletim sistemi, internete girdiğimiz tarayıcı geçmişi, kamera, indirdiğimiz ve kullandığımız uygulamalarda biriken tüm veriler tasnif edildiği anda artık sizi kendinizden bile daha iyi tanımlayan birer profile dönüşüyor ve bu profillere uygun içerikler sürekli önünüze düşürülerek sizin daha o platformlarda kalmanız sağlanıyor.

Bu ‘gözetim kapitalizmi’ size de artık korkunç gelmiyor mu? Ya da bu gündelik hayatımızda artık alışıp önemsemediğimiz bir konu mu sadece? Tüm bu süreçlerin toplumsal maliyetini deneyimlemeye başladığımız bu dönemde işin ucu kaçmadan bazı adımları atıp en azından geleceğimizi, çocuklarımızı birer metaya dönüşmemesi için mücadele etmemiz gerekmiyor mu?


Yazar’ın tüm yazılarını okumak için buraya tıklayınız.


Mehmet Şafak Sarı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir