Heybeliada  Çam Limanı (Meryem Ana Limanı) nasıl “milli bir mesele” oldu?

Heybeliada  Çam Limanı (Meryem Ana Limanı) nasıl “milli bir mesele” oldu?

Tıpkı Ayasofya, Taksim, Yassıadada olduğu gibi, yeni hazırlanan Koruma Planlarında halka açık park olarak gözüken bir plaj ve piknik arazisi bile bir milli mücadele alanı” haline getirilecek, iktidar gücüyle toplulukları tasarlama ideallerinin arkasındaki asimetri, şiddet görünmez kılınacak. 

Çam Limanı (Meryem Ana Limanı-Port Sainte Marie) yerel halkının ve ziyaretçilerin denize girebildiği, piknik yaptığı Heybeliada’nın bugüne kadar nispeten korunmuş en büyük koyu. Geçtiğimiz hafta bu koyun Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildiği ortaya çıktı. Bunun üzerine Adalılar tepki gösterdiler ve kıyılar halkındır” sloganıyla geniş bir katılımla bir protesto gösterisi düzenlediler.

Bu koyun eski adını bilhassa (parantez içinde) Fransızca da yazdım. Çünkü Kırım Savaşı sırasında Osmanlı müttefiki olan Fransız askerleri buraya yerleşmiş. Rumca ismini de böyle telaffuz etmişler. III. Napolyonun kuzeni Prince Napoléon-Jérôme Bonaparte (1822-1891) İstanbul’u 1854 yılında Kırım Savaşı sırasında ziyaret etmiş (1). Kırım Savaşı sırasında Fransa veliahtı Elen Ticaret Mektebi’nde kalmış. Kırım’dan gelen yaralı Fransız askerleri Bahriye Okulunda tedavi edilmiş. 1856’da adadaki Rum cemaatine özerklik verilmiş (2).

Kırım Savaşı Osmanlı modernleşmesinde önemli bir dönüm noktası. Bu tarihten sonra Osmanlı devleti kendisini artık bir Avrupa devleti olarak addediyor ve İstanbul Avrupa’nın en önemli deniz ticareti limanlarından biri haline geliyor. Heybeliada’nın da modern deniz kuvvetlerinin üssü hâline gelmesinin başlangıcı da müttefikler donanmasının buraya yerleşmesi.

Diğer taraftan Çam Limanı adı verilen koyun arkasındaki arazi ise 1831’de çevresine Elen Ticaret Mektebi inşa edilen ve Bizans döneminden kalan Kamariotissa Manastırı’na ait. Bu bölge geçmişte liman olma işlevi yanında aynı zamanda halka açık, piknik yapılan, futbol maçlarının yapıldığı, şehirde yaşayan Rumların Baklahorani” adını verdikleri karnavalın alanı.

2018 yılında, kapatılan Heybeliada Sanatoryumu’nun 224 dönüm arazisi ve Çam Limanı ile birlikte  Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildiği ortaya çıkmıştı.  Bu karara karşı kamu yararını ortadan kaldıracağı gerekçesiyle İstanbul Tabip Odası, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, İstanbul Barosu ve Türk Torax Derneği dava açmış ve kazanmışlardı.

İstanbul’un ve bölgenin ilk üniversitelerinden biri kabul edilen ve 1831 gibi erken bir tarihte kurulan Elen Ticaret Mektebi de 1940’larda kapatılıyor. Deniz Kuvvetlerine devredilerek, Bahriye Mektebine dönüştürülüyor. Osmanlı döneminde de iskelenin yanındaki patrik konağı Bahriye Mektebi’ne verilmiş.

Elen Ticaret Mektebi’nin ise ilginç bir kapatılma hikayesi var. 1930’larda Türkiye ile Yunanistan arasında dostluk anlaşmaları, karşılıklı ziyaretler falan yapılırken Ruhban Okulu hakkında bir kamulaştırma ve istimlak kararı alınıyor. Patrikhane köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyor. Bu kararın arkasından Hükümet bu iki okuldan birini istiyor. Patrikhane Ruhban Okulunun kapatılması tehdidine karşı çaresiz kalarak Ticaret Mektebi’ni elinden alınmasına direnemiyor. Ticaret Mektebi gibi 1844’de modern bir eğitim kurumuna dönüşen Ruhban Okulu da 1971 yılında kapatılıyor.

Görüldüğü gibi Heybeliada’nın hem dış hem de iç “milli bir siyasal mesele” hâline getirilmesinin epey uzun bir geçmişi var. Buradaki eğitim kurumları kimi zaman bir sanki yabancı ülkenin okullarıymış gibi kabul görüyor.

İlginç olan ise geçmişte bu dış ve iç siyaset konularının birbirine karıştırılarak ülke içinde bir gerilim yaratılması ve şehrin kadim nüfusu olan Rumların tehciri. Devlet adım adım İzmir, Ayvalık gibi şehirlerde yaptığını İstanbul’da da yapıyor,  şehrin nüfus yapısını kendi idealleri doğrultusunda düzenliyor. İktidar gücüyle toplulukları tasarlama hayalleri günümüzde kriz yaratıyor. Ancak buna rağmen arka planda iş gören kutsal bir bagaj” olarak iktidarlara büyük bir keyfiyet sağlıyor.

Adalılar geçtiğimiz hafta sonu kıyılar halkındır” diye seslendiler.  Kitleleri karşıtlaştırarak arkasındaki meseleyi perdelemeye çalışmak, kandırmaya çalışmak tek taraflı değil, ancak karşılıklı olursa mümkün.

BİR TAŞLA İKİ KUŞ VURMAK

Günümüzün neoliberal koşullarında iktidarlar yaratıkları krizlerden besleniyorlar.  İktidarlarbakın ideallerimizden asla vaz geçmedik. Bizi hukukla, itirazlarla engellemeye çalışsalar da vazgeçmeyeceğiz” diyerek kitleleri peşlerinden sürüklemeyi amaçlıyorlar. AK Parti iktidarı da geçmişten farklı olarak artık iyice devletin derin güçlerini temsil ettiğini düşünüyor ve meseleyi başka bir yöne çevirmeye çalışıyor. Hatta bunu ispatlarcasına itirazlardan ayrıca motive oluyor. Yapmaya çalıştığı şey engellendiğinde veya geciktirildiğinde gene kazançlı çıkıyor.

Örneğin itirazlara şöyle cevap vermesi muhtemel:

Bunların asıl niyetleri başka. Buraya içkili bir bar, plaj açılsa sesleri çıkmaz. Neymiş efendim, burada gençler bizim milli değerlerimize göre eğitim alacaklarmış. Bundan neden rahatsız oluyorlar?”

Tıpkı Ayasofya, Taksim, Yassıadada olduğu gibi, yeni hazırlanan Koruma Planları’nda halka açık park olarak gözüken bir plaj ve piknik arazisi bile bir “milli mücadele alanı” haline getirilecek, iktidar gücüyle toplulukları tasarlama ideallerinin arkasındaki asimetri, şiddet görünmez kılınacak.

Adalılar geçtiğimiz hafta sonu kıyılar halkındır” diye seslendiler.  Kitleleri karşıtlaştırarak arkasındaki meseleyi perdelemeye, kandırmaya çalışmak tek taraflı değil, ancak karşılıklı olursa mümkün. Bu oyunun büyüsünün nasıl bozulacağı belli: Ta ki birileri oyun bozanlık yapıp, bu bir oyun” diyene kadar.

Bu defa sivil toplum sorunun bir müştereklerin yönetimi meselesi olduğunu göstermeye kararlı.

1. Büke Uras, kendisiyle yapılmış söyleşi.

2. https://dokuzadabirdeniz.com/?p=4560

 

Korhan Gümüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir