Depremleri felaketlere dönüştüren hafıza kaybı

Depremleri felaketlere dönüştüren hafıza kaybı

Felaketlerle ilgili aciliyetle tartışılması mesele şehirleşmeyi yalnızca bir inşaat işi gibi gösteren kentsel dönüşüm uygulamaları, fay hatlarının yerleri, zemin koşulları ve yapıların durumu ile istatistik bilgiler değil… Yerle temas kurmayan, şiddet içeren erkmerkezci şehir planlama yöntemleridir. Adam, Langenbach, Baytar gibi kişilerin dikkat çektikleri felaketlere yol açan hafıza kaybıdır.

3 Şubat Cumartesi sabahı Açık Radyo’daki Agos Saati programına konuk olan Lora Baytar 6 Şubat felaketiyle ilgili gözlemlerini anlattı.

Söyledikleri mealen şöyleydi: “Antakya tarihte 8 kere deprem yaşamış. Her defasında yaşam yeniden örgütlenmiş. Ancak 60’lardan sonra yeni kuşaklar bu hafızaya sahip olamamışlar, kaybetmişler ya da bilmiyorlar”[1].

Antakya tarihinde defalarca deprem yaşayan bir yer. Felaketlerden sonra burada yaşayan insanlar ders çıkarmaya çalışıyorlar. Ancak bu son depremde, bu deneyimin olmadığını, aktarılmadığını ya da kesintiye uğramış olduğunu görülüyor.

Benim açımdan ilginç olan 99 felaketinden sonra bölgeyi ziyaret eden dünyaca tanınmış koruma uzmanı mimar Randolph  Langenbach’ın da Baytar ile aynı gözlemi yapmış olmasıydı.  Langenbach Körfez depremi sonrasında kırsal alana doğru bir nüfus göçü olduğunu gözlemlediğini ifade etmişti. Felaketi yaşayan bölge halkı bu geleneksel yapılara sığınmıştı. Çünkü bir yüzyıl önce yapılmış evlerin daha güvenli olduklarını düşünüyordu.[2]

Havaların soğuması ile birlikte evleri hasar görmediği halde, çok sayıda depremzedenin eski evlere sığındığını görmüştü. Yeni imar planlarına göre yapılmış, mühendislik hizmeti almış ve depremde hasar görmemiş evlerine geri dönmek yerine. Bu evler taşıyıcı duvarları ahşap çatkılı, içleri hımış dolgulu yapılardı. Hımış denen şey pişmemiş toprakla yapılan dolgu. Samanla karışık kurutulmuş çamur…  Bunların taşıyıcıları çürümüş dahi olsa, depremi daha az hasarla atlattıklarına ve daha az kayıplara neden olduklarına dikkati çekiyordu.

Kimilerinde alt katta taşıyıcı duvar alınmış, kimilerinde pencereler genişletilmiş, kimilerinde üzerlerine iki-üç kat çıkılmış, kimilerinde çelik bağlayıcılar suyla korozyona uğramış, yok olmuştu. Modern belediyecilik ve bilim kurumlarının bulunduğu, güya “planlı” denilen bir dönemde yaşanan dönüşüm, bunların olmadığı dönemden kötüydü.

MODERN ŞEHİRCİLİK POLİTİKALARI NASIL İFLAS ETTİ?

Bu sözlerin ne anlama geldiğini şöyle bir düşünelim: Modern belediyelerin, imar planlarının, yapı denetiminin, uzmanlık kurumlarının, mühendislerin olmadığı bir dönemde, “ilkel” denilebilecek geleneksel yöntemlerle inşa edilen bir şehirde insanların daha güvenli yaşadıklarını, bunların olduğu bir tarihte felakete maruz kaldıklarını söylüyor.

Tekrarlayayım: Mühendislik bilgisi ile yapılmayan, imar planları, zemin etüdü yapılan binaların depremler karşısında dirençli olmaları, yapılmayanların dirençsiz olmaları beklenir değil mi? Langenbach bunun tam tersi olduğunu söylüyor. Bilimsel yöntemlerle yapılanlarla, geleneksel yöntemlerle yapılanları karşılaştırırken.

Üstelik yapım tarihlerinin üzerinden neredeyse yüz sene geçmiş. Bu yapılarda kullanılan ahşap çatkılar ve hatıllar zamanla çürümüş olabilir. Hele hele ahşap karkası olmayan, toprak bağlayıcılı eskimiş yığma yapıları bir düşünün. Bunlardaki hatılların çoğunun çürümüş olduklarını duvarlardaki boşluk izlerinden kolayca görmek mümkün. Oysa  Japonların, Avrupalıların yaptıkları gibi binaları bilimsel ve geleneksel yöntemlerle etkileşim içinde korumak mümkün.

Langenbach bu gözlemlerini yapı malzemeleri  ve inşa yöntemleri üzerinden yapıyor. bunların depremi daha az hasarla atlattıklarına dikkati çekiyor, bir çok uzmanın yaptığı gibi. Söylemediği şey ise neden bu ülkede modern yönetim yapıları, bilim kurumları bulunduğu halde insanların bunların olmadığı bir dönemdekinden daha felaketlere açık hale gelmesiydi.

Sanayi devrimi sonrası Beyoğlu’nun SİT Alanı ilan edilmiş olan merkezinde yapılan yığma binaların yüzde yetmişinde yakın tarihlerde değişiklik yapıldığını ve bunun için hiçbir uzman, v.s. çalışmadığı, projelerinin bulunmadığını görülmüştü, gönüllülerle senelerce süren araştırmalarda. Kimilerinde alt katta taşıyıcı duvar alınmış, kimilerinde pencereler genişletilmiş, kimilerinde üzerlerine iki-üç kat çıkılmış, kimilerinde çelik bağlayıcılar suyla korozyona uğramış, yok olmuştu. Modern belediyecilik ve bilim kurumlarının bulunduğu, güya “planlı” denilen bir dönemde yaşanan dönüşüm, bunların olmadığı dönemden kötüydü.

Belediyeden bu iş için maaş alan uzmanlar bu deneyime gönülsüz bir şekilde katılırken, ileri yaşına rağmen Japon İmparatoru’nun başdanışmanı gece yarılarına kadar çalışarak gönüllüler ile birlikte hem afet bölgesindeki, hem de bu pilot şehircilik deneyimine destek veriyordu. Uzmanlarla birlikte yapılan ve ev ev, sokak sokak sürdürülen çalışmalarda yerel halktan öğrenilecek çok şey oluyordu ve akabinde tedbirler alınıyordu. Bu sayede örneğin yapılardan bağlayıcıları zayıflamış taşların düşmesi engellendi, her yıl gerçekleşen ölümler sona erdi.

Felaketlerle ilgili aciliyetle tartışılması mesele şehirleşmeyi yalnızca bir inşaat işi gibi gösteren kentsel dönüşüm uygulamaları, fay hatlarının yerleri, zemin koşulları ve yapıların durumu ile istatistik bilgiler değil… Yerle temas kurmayan, şiddet içeren erkmerkezci şehir planlama yöntemleridir.

SORUNU ÇÖZÜM DİYE GÖSTEREN ANTROPOSEN ŞEHİRCİLİK

80’li yılların sonunda benzer bir gözlemi de o sırada yerleşim politikaları konusundaki küresel deneyimleri izleyen ve mimarlık eğitiminde ufuk açıcı fikirler sergileyen ODTÜ öğretim üyesi, rahmetli Mehmet Adam yapmış, bu amaçla dönemin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na bir proje önerisiyle başvurmuştu. Adam hatırladığım kadarıyla önerisinde şuna dikkat çekiyordu:

 “Geleneksel adı verilen konut inşa sürecinde risk bilgisi üretim sürecine içkindir. Ustalık bilgileriyle kuşaktan kuşağa aktarılır. Modern konut üretiminde inşa eylemini konu alan başka bir alanda, temsillerle deneyimlenir. Bu nedenle, afetlere dirençli şehircilik politikalarının oluşturulması için aciliyetle risk bilgisinin bürokratik bir şekilcilikten öteye geçmesi, yerel ile temas eden bir iletişim ve karşılıklı öğrenme süreçleri yaratılması gerekir.”[3]

Adam’ın bu önerisi dikkate alınmadı. Ayrıca 99 felaketinden sonra Büyükşehir Belediyesi’nin yönetiminde, 4 büyük üniversite tarafından hazırlanan ve 2004 yılında tamamlanan Deprem Master Planı’nın 22 sayfalık sivil toplumun katılımı bölümünde dahi uzmanların hala şehir halkını bir nesne olarak gördükleri, planlama sürecinin bir karşılıklı öğrenme ve etkileşim süreci olduğunu fark etmedikleri, yaşanan felakete rağmen hala “antoposantrik” şehircilik modelinde ısrarlı oldukları görüldü.[4] Kamu kurumlarının adını kullanarak parası karşılığı sağlam yapılara çürük raporu veren uzmanlar ve piyasa odaklı “kentsel dönüşüm” modeliyle genellikle şehrin rantı yüksek yerlerindeki sağlam yapı stoğu yok edilirken, riskli yapılara dokunulamadı.

Modernleşmenin kurumları, bilim ayrıcalıklı bir zümrenin kendi kamu yararı anlayışını temsiline indirgendiği için yalnızca İstanbul değil bütün şehirler büyük felaketlerle yüz yüze.

Bilimsel bilgi ve planlı şehirleşme ile gerçekleştirilen yerleşim alanlarının geleneksel adı verilen, kuşaktan kuşağa aktarılan bilgilerle ve basit malzemelerle inşa edilen yapılara göre daha güvensiz olmaları asla kabul edilemez. Bilim insanlarının ve siyasetçilerin görevi bu çelişkinin nedenlerini sorgulamak,  üzerini örtmek değildir.

Felaketlerle ilgili aciliyetle tartışılması mesele şehirleşmeyi yalnızca bir inşaat işi gibi gösteren kentsel dönüşüm uygulamaları, fay hatlarının yerleri, zemin koşulları ve yapıların durumu ile istatistik bilgiler değil… Yerle temas kurmayan, şiddet içeren erkmerkezci şehir planlama yöntemleridir.

Adam, Langenbach, Baytar gibi kişilerin dikkat çektikleri felaketlere yol açan hafıza kaybıdır. 

[1] Lora Baytar, https://acikradyo.com.tr/radyo-agos/bu-sucla-yuzleselim-ki-bir-daha-tekrarlamasin (yayının 35. dakikasından itibaren).

[2] https://www.conservationtech.com/RL’s%20resume&%20pub’s/RL-publications/Eq-pubs/2000-YAPI(Turkish)/YAPI-RL.pdf  (Ayrıca  “Hımış ve Hatıl: Geleneksel Yapılar Modern Çağda Deprem Güvenliği Hakkında Bize Neler

[3] https://serbestiyet.com/featured/peki-adamlar-nerede-139736/

[4] https://depremzemin.ibb.istanbul/calismalarimiz/tamamlanmis-calismalar/istanbul-deprem-master-plani/


Bu dosyada, 11 ildeki yıkım hepimizi derinden yaralarken “bir daha olmasın” diyenleri, “seslerini duyuramayanları” ve “hesap vermeyenleri” tekrar hatırlıyoruz. Dosyamızdaki yazıları okumak için buraya tıklayınız.

Korhan Gümüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir