1999’dan 2024’e değişmeyenler ve 31 Mart seçimi

1999’dan 2024’e değişmeyenler ve 31 Mart seçimi

31 Mart yerel seçimlerinde elde edilecek başarı salt bir partinin değil, devlete karşı toplumun başarısı, iktidar hegemonyasına itiraz, onların Türkiye’yi hapsetmek istediği toplumsal mühendisliğe itiraz olacaktır. Maraş merkezli depremim 1. yılında hâlâ alınmayan tedbirleri konuşmamız şaşırtıcı değil. Sonuçta tüm tedbirlerin alınması siyasetten geçiyor. Ve o da bizde yok. O siyasi alanı genişletmek için elimizde bir şans var; 31 Mart seçimleri.

Bugün büyük depremin 1. yılı.

Bugünden itibaren tüm medyada geçtiğimiz bir yıl içinde olanları, depremde yaşananları, vaatleri, gerçekleşenleri, gerçekleşmeyenleri, yaşanmaya devam eden mağduriyetlere dair pek çok haber, yazı okuyup, video izleyeceğiz.

İktidar yine devam eden inşaatlardan, yapılan evlerden, teslim edilen dairelerden bahsedecek; muhalefet, iktidarın tutmadığı sözleri hatırlatacak.

Kısaca deprem gerçeğini, onun karşısındaki çaresizliğimize karşı alacağımız tedbirleri değil deprem üzerinden siyaseti konuşacağız.

Ne yazık ki, depremzedeler birkaç günlüğüne siyasetin nesnesi olacak.

17 Ağustos ve 12 Kasım 1999’da Gölcük ve Düzce’de meydana gelen ve özellikle İstanbul’da hissedildiği ve etkilediği için depremin kader olmayacağı düşünmeye başlamıştık. Ama olmadığını aradan geçen çeyrek yüzyılda gördük. Üstelik bu çeyrek yüzyılda Türkiye’nin farklı yerlerinde yaşanan yıkıcı depremlere rağmen bu kaderi değiştiremedik. Çünkü her şey aynı.

ÇÜNKÜ HER ŞEY AYNI

Bu aslında bilindik bir tablo. Çünkü Türkiye’de ne toplum ne de siyaset depremden henüz ders almış değil.

Evet ders almayan sadece siyaset değil toplum da öyle.

Siyasi için aslolan iktidar olma hâli benzer biçimde toplumda yansımasını herkesin çıkarını maksimize etme çabasında görüyoruz. Sağlam bir eve sahip olmayı dairesinin sayısına ve büyüklüğüne tercih ediyor sonuçta.

Oysa bu kaderi değiştirme şansını yakalamıştık.

17 Ağustos ve 12 Kasım 1999’da Gölcük ve Düzce’de meydana gelen ve özellikle İstanbul’da hissedildiği ve etkilediği için depremin kader olmayacağı düşünmeye başlamıştık.

Ama olmadığını aradan geçen çeyrek yüzyılda gördük.

Üstelik bu çeyrek yüzyılda Türkiye’nin farklı yerlerinde yaşanan yıkıcı depremlere rağmen bu kaderi değiştiremedik.

Çünkü her şey aynı.

Hâlâ uzmanlar İstanbul için yıkıcı bir deprem beklentisini dile getiriyorlar.

Sadece İstanbul’da değil ülkenin farklı bölgeleri için bu uyarılar devam ediyor.

Ne yazık ki tüm bu uyarılar boşluğa yapılmış görünüyor.

Ne kentsel dönüşüm konusunda atılmış önemli bir adım var ne de 1999 sonrasında yapılan inşaatların denetiminde.

Bunun olmadığını hem yaşadığımız ilden görüyoruz hem de bir yıl önce yaşanan depremde yıkılan binalardan gördük. İmar af/barışından zaten biliyoruz.

Olmuyor çünkü, siyaset buna izin vermiyor.

Daha doğrusu Türkiye’de siyaset olmadığı için bu konuda somut adımlar atılamıyor.

Sonuç olarak kentsel dönüşüm konusunda depremlere karşı tedbirlerinin alınmasının yolu da siyasetten geçiyor.

Size basit bir örnek; yerel bir belediyenin vermediği imar iznini, merkezi hükümetteki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan almak pekâlâ mümkün. Hele yerel yönetim muhalif bir partidense bu izni almak daha kolay oluyor.

Ne yazık ki, bu konularda işbirliği içinde olması gereken kurumlar siyasi nedenlerle yerelin verdiği kararı, merkezi idare dikkate almayabiliyor.

Peki bu normal mi?

Normal şartlarda bu sorunun cevabı “normal değil” olurdu. Ama burası Türkiye ve bu sorunun cevabı ne yazık ki; normal.

Normal çünkü, olası deprem ve diğer faaliyetler için tedbir alınması, yapılan denetlenmesi, izin verilip, verilmemesi de bizatihi siyasetin konusu. Ve Türkiye’de durumu “normal” hâle getiren “siyaset”in olmaması.

Bugün karşı karşıya olduğumuz siyasetin alanının yani siyasetin bizatihi siyasi iktidar tarafından daraltılması, yok edilmesidir. Yok edilen sadece merkezi alandaki siyaset değildir. Benzer bir tehlike ile yerel yönetimler için de söz konusudur.

YEREL YÖNETİMLERİ BEKLEYEN TEHLİKE

“Siyaseti” çok kabaca, toplumsal taleplerin karar süreçleriyle kesişip kamusal alanda çözülmesi olarak tanımlarsak; talep eden toplum ve çözüm üretecek siyasal aktör/ler/den bahşetmiş oluyoruz. Ve doğal olarak ikisi arasında bir etkileşim ve diyalogdan da.

İşte Türkiye’de sorun, kurumlar arasında bu etkileşim ve diyaloğun olmamasıdır. Siyasetsizlik hâli dediğim de tam da budur.

Dahası bu etkileşimsizlik, diyalogsuzluk sadece devlet/siyaset-toplum arasında yok son yıllarda en çok siyasetin içindeki aktörler arasında var.

Bugün karşı karşıya olduğumuz siyasetin alanının yani siyasetin bizatihi siyasi iktidar tarafından daraltılması, yok edilmesidir.

Yok edilen sadece merkezi alandaki siyaset değildir. Benzer bir tehlike ile yerel yönetimler için de söz konusudur.

Türkiye’de yerel yönetim deneyiminin var olduğu ama güçlü olmadığı bir ülke.

Ne yazık ki, pek çok yerde yerel yönetimler, merkezi idarenin küçük prototipi olmaktan öteye gidemiyor. Bunu yerel yönetim uygulamalarından görüyoruz. Bu hâliyle yerel yönetimler, yerel sorunların çözülmesinden çok merkezi idarenin temsilcisi olmayı önceliyorlar. İktidara yakın yerel yönetimlerde gördüğümüz tablo bu.

Bunun dışında kalan muhalefet ait yerel yönetimler de, bu yüzden merkezi idare tarafından yereli ilgilendiren konularda karar süreçlerinin dışında tutulmak isteniyor.

Çünkü, iktidar muhalefeti siyaseten “rakip” değil, siyasi “hasım” olarak görmesi, bu etkileşim ve diyaloğu baştan koparmaktadır.

İktidarın muhalefet partilerini siyasi rakip değil, siyasi hasım olarak görmesi, sadece parti düzeyinde değil o partilerin yerel yönetimlerini de kapsamaktadır.

O noktada siyasal iktidar, muhalefete ait yerel yönetimleri, valiler, il başkanlıkları aracılığıyla bypass etmekte ve işlevsiz kılmaya çalışmaktadır.

Bunu özellikle büyük şehirlerdeki deprem başta olmak üzere doğal afetlerle mücadele konusunda sık sık görmekteyiz. Örneğin İstanbul’da deprem ya da doğal afet olayları ile ilgili toplantılara İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı özellikle davet edilmemektedir.

Yerel yönetimlerde elde edilecek başarı, merkezi idareye karşı sivil alanın, demokrasinin ve siyasal alanının genişlemesi anlamın gelecektir. Bu aynı zamanda siyasetin yeniden inşası için de fırsattır.

31 MART BİR ŞANS

Bu açıdan yerel yönetimler sadece yerelin iktidarı değil aynı zamanda yerel üzerinden, merkezi idarenin denetimi için bir siyasallaşmanın aracıdır. O yüzden yerel yönetimlerde elde edilecek başarı, merkezi idareye karşı sivil alanın, demokrasinin ve siyasal alanının genişlemesi anlamın gelecektir.

Bu aynı zamanda siyasetin yeniden inşası için de fırsattır. 31 Mart yerel seçimlerinde elde edilecek başarı salt bir partinin değil, devlete karşı toplumun başarısı, iktidar hegemonyasına itiraz, onların Türkiye’yi hapsetmek istediği toplumsal mühendisliğe itiraz olacaktır.

Maraş merkezli depremin birinci yılında hâlâ alınmayan tedbirlerini konuşmamız şaşırtıcı değil. Sonuçta tüm tedbirlerin alınması siyasetten geçiyor. Ve o da bizde yok. O siyasi alanı genişletmek için elimizde bir şans var; 31 Mart seçimleri.


Bu dosyada, 11 ildeki yıkım hepimizi derinden yaralarken “bir daha olmasın” diyenleri, “seslerini duyuramayanları” ve “hesap vermeyenleri” tekrar hatırlıyoruz. Dosyamızdaki yazıları okumak için buraya tıklayınız.

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir