Can Atalay kararına dair hukuk felsefesi ekseninden bazı düşünceler

Can Atalay kararına dair hukuk felsefesi ekseninden bazı düşünceler

Can Atalay meselesinin hukuka uygun olup olmadığından önce, kararın doğru olup olmadığını da tartışabilir olmalıyız. Bu doğruluk, teknik değil, tamamen ahlakî bir doğruluk olmalıdır. Ve varacağımız sonuç, kararın hukuka uygunluğundan daha önemli olacaktır.

Can Atalay’ın milletvekilliği statüsüne ilişkin Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından meclise iletilen karar geçtiğimiz günlerde Bekir Bozdağ tarafından okundu ve Can Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü. Bu cümleyi birkaç sene önce yazacak olsam, mutlaka ilk cümlenin bir yerlerine “hukuka aykırı bir biçimde” şeklinde bir zarf tümleci eklerdim. Ancak bu sefer, naçizane, eklemeyeceğim. Sebebi, Can Atalay hakkında verilen kararın hukuka uygun olduğunu düşünmem katiyyen değil; ancak, kararın hukuka uygunluğundan daha mühim sorgulamalar olduğuna inanıyorum.

KARAR DOĞRU MU?

Hukuk ile felsefe arasındaki ayırım kuvvetlendikçe, ifade etmeye çalıştığım bu farklılığı açıklamak da bir o kadar güçleşiyor. Özellikle hukukçuların siyaset sahnesinde oldukça önemli bir pozisyon kaplıyor olmasından dolayı, siyasi vakıaları doğrudan hukuk ekseninde okumaya çalışıyor gerek siyasiler, gerekse kamuoyu. Siyasi bir vakıanın hukuka uygun olup olmadığıyla fazla ilgileniyoruz. Oysa bir kararın, aksiyonun veya olgunun hukuka uygun olup olmaması, pratik ve teknik bir değerlendirmedir.

Pozitif hukuk odaklı okumalar, kimi toplumsal ve siyasal olguların hukuka uygunluğu ile o kadar vakit kaybeder ki, çok daha basit ancak önemli bir soruyu gözden kaçırırlar: Karar doğru mu? Hukuken değil, hatta dar anlamda ahlâken dahi değil. Her bireyin kendi zihin fakültesinde rahatlıkla cevap verebileceği bir sorunun aslında politika gibi günlük hayatımızı büyük oranda etkileyen bir sahada gözden kaçırılması bana ürkütücü geliyor.

Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik kararı meclise sunan makam Yargıtay. Bu karara yöntem olarak değil belki ama sonuç olarak neredeyse 180 derece farklı bir yaptırım öngören bir diğer kurum ise Anayasa Mahkemesi (AYM). Yargıtay ve AYM, Türkiye hukuk sisteminin en üstün kurumlarından ikisi. Anayasa yargısı makamı ile temyiz mahkemesi arasında oluşan görüş ayrılıkları hukukîdir. Ve bu kararlara dair yapılacak yorumlar da hukukîdir. Bir hukukçu, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin Can Atalay’ın milletvekilliği üzerine verdiği kararı hukuka aykırı bulabilir. Bir başka hukukçu, AYM’nin Can Atalay’ın seçme ve seçilme hakkına ilişkin verdiği hakkın icra edilmesi gerekliliğini hukuka uygun olarak değerlendirebilir.

Her iki hukukî değerlendirmenin eksik kaldığı nokta ise icra kabiliyeti. Neticede bir kararın hukuka uygunluğu, o kararın icra edilebilirliğinden bağımsız değerlendirilmesi gereken bir mesele. Öbür türlü olsaydı, yani kararın hukuka uygunluğu icra kabiliyetine bağlı olsaydı, ilk başta o karara hukuka uygun demenin hiçbir önemi olmayacaktı. Çünkü icra edilemediği sürece, ortada hukuka uygunluğunu değerlendirebileceğimiz bir karar da olmayacaktı.

Hukuka uygunluğu bir aksiyom olarak kabul ettiğimizde dahi, hukukun gerekliliklerinin yerine getirilmesi de yine dış dünyada yaratacağı sonuçlar bakımından önem kazanacaktı. Hukuka uygun bir kararın yerine getirilmediği durumda, kararın hukuka uygunluğunu iddia etmek bir tespitten öteye gidemeyecektir nasıl olsa.

Dolayısyıla Can Atalay meselesinin hukuka uygun olup olmadığından önce, kararın doğru olup olmadığını da tartışabilir olmalıyız. Bu doğruluk, teknik değil, tamamen ahlakî bir doğruluk olmalıdır. Ve varacağımız sonuç, kararın hukuka uygunluğundan daha önemli olacaktır.

Neticede hukukî kararların dış dünyaya yansıtılabilmesi Türkiye hukuk sisteminde genel olarak icra kabiliyetiyle ilişkili. AYM mahkemesinin hukuka uygun olması, Can Atalay’ın mahkumiyet statüsünü değiştirmediği gibi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin ve dolayısıyla Bekir Bozdağ tarafından okunan meclis kararının hukuka aykırı olması da, dış dünyaya yansıyan gerçekliği değiştirmiyor.

Dolayısıyla dış dünyaya ilişkin kararların hukukî değerlendirmesinden önce ahlakî değerlendirmesini yapmak, dünyayı daha yerinde bir biçimde algılayabilmek adına önemlidir. Can Atalay’ın milletvekilliği statüsüne ilişkin verilen karar; ahlâken ve demokratik bir toplumun gereklilikleri bakımından yanlıştır.

Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz değerli düşünür Alev Alatlı’nın “yasal-helal” ikilemi üzerine 2014 senesinde yaptığı konuşma, bu yazının ilhamı olmuştur. Bugün, Can Atalay hakkında verilen karar yasal olabilir. Hukukçular, kararın yasal olup olmadığını tartışırken kamuoyu da, kararın helal olup olmadığını tartışmalıdır. Dolayısyıla Alatlı’nın sözleriyle; Can Atalay kararı yasaldır, diyelim, peki helâl midir?

CAN ATALAY KARARI HELÂL MİDİR?

Bu yazıya ilham veren olgu, yalnızca felsefenin pozitif hukukun önüne geçebileceğine dair inancım değil. Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz değerli düşünür Alev Alatlı’nın “yasal-helal” ikilemi üzerine 2014 senesinde yaptığı konuşma, bu yazının ilhamı olmuştur. Aradan geçen 10 seneye yakın sürede Türkiye siyaseti için pek çok şey değişmiş, ancak toplumsal ve siyasal olguların yasal mı helal mi olduğuna ilişkin tartışmalar kamuoyuna yeteri kadar yansımamıştır.

Bugün, Can Atalay hakkında verilen karar yasal olabilir. Hukukçular, kararın yasal olup olmadığını tartışırken kamuoyu da, kararın helal olup olmadığını tartışmalıdır. Dolayısyıla Alatlı’nın sözleriyle; Can Atalay kararı yasaldır, diyelim, peki helâl midir?

 

Çağın Tan Eroğlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir