Kızıl Goncalar neye karşı ya da hepimizin bir ‘Zeynep’ gereksinimi

Kızıl Goncalar neye karşı ya da hepimizin bir ‘Zeynep’ gereksinimi

Kızıl Goncalar, iki taraflı olarak yüzleşme imkânı sağlıyor. Önce ilişki kuracak, birbirimizi tanıyacak, önyargılarımızı kıracağız -tıpkı Levent’le Meryem, Suavi’yle Zeynep gibi. Ardından birbirimizi anlamaya çalışacağız ve mozaik değil bir ebru gibi iç içe geçeceğiz. Birbirini tanıyan toplumlar ve mahalleler birbirlerinden nefret edemezler çünkü. Hepimizin ‘Zeynep’lere ihtiyacı var.

Şu bizim memleketin halleri gerçekten bir acayip, çevirip bir İngiliz’e yaşadıklarımızı anlatsan çoğunu anlamaz, anladıklarına da mana veremez.

Mesela, “daha ikinci haftasında en çok izlenen dizi yasaklandı, iki hafta yayınlanamadı,” desen, bunun vakayı adiyeden olduğuna nasıl ikna edeceksin?

Kimsenin bilmediği ve sadece iktidarda o gün kim varsa onların tanımlayabildiği bir “milli manevi değerlerimiz” var ya, işte ona karşı bulundu.

Birileri kendilerine görev yarattı, gidip dizi yasaklamaya karar verdi.

Böyle olunca da bilin bakalım ne oldu?

Daha önce defalarca olan şey oldu, üçüncü bölüm reyting rekorları kırdı, aslında diziyi izlemeyecek insanlar internetten ilk bölümleri izlediler, dizi için bulunmaz bir reklam yani…

Ama iş o kadarla sınırlı değil tabii.

Radara girmenin sonucunu muhtemelen yaşıyorlardır; izinler, çekim yerleri, oyuncular, sahneler derken pek çok zorlukla karşılaşacakları kesin.

Peki, ikinci haftasında yasaklanacak kadar milli manevi değerlerimize savaş açan bu dizinin yapımcısı deli mi divane mi?

Üstelik, tam da bugünlerde, Müslümanları ve Müslümanların değerlerini yerlere çalmayı düşündüğüne göre deli divane değil, meczup olması gerekir.

Belki de bir çılgındır.

Yazı boyunca böyle saçmalayabilirim ama emin olun gene de Kızıl Goncalar’a ceza verenler kadar saçmalamış olmam.

Kızıl Goncalar’ın bu kadar eleştirilmesinin -madalyonun diğer yüzünde de teveccüh görmesinin- bir sebebi olmalı. Bu dizi bir şeye alenen meydan okuyor, doğru, ama sanılanın aksine bu milli manevi değerler falan değil. Bilakis, Kızıl Goncalar, milli manevi değerleri iktidar gücünün yozlaştırıcı etkisinden korumaya çalışan bir dizi.

MADALYONUN DİĞER YÜZÜ

Kızıl Goncalar’ın bu kadar eleştirilmesinin -madalyonun diğer yüzünde de teveccüh görmesinin- bir sebebi olmalı.

Bu dizi bir şeye alenen meydan okuyor, doğru, ama sanılanın aksine bu milli manevi değerler falan değil.

Bilakis, Kızıl Goncalar, milli manevi değerleri iktidar gücünün yozlaştırıcı etkisinden korumaya çalışan bir dizi.

Ayrıca, bazı sekülerlerin sandığının aksine, Kızıl Goncalar tarikatlara da karşı değil.

Peki, neye karşı?

Holdingleşmiş tarikatlara.

Gelin tane tane izah edeyim.

Dizinin en çarpıcı sahnelerinden biri börekçide geçiyor.

Faniler denen tarikat bir börek salonu işletiyor ama böreklerin hepsinin tereyağlı olduğu söylendiği halde ikame eden ucuz bir yağ kullanılıyor aslında.

Burada kolektif bir suç işleniyor çünkü aslında herkes biliyor böreklerin tereyağlı olmadığını ama maliyetin düşmesi daha çok kâr demek, bu da tarikatın nüfuz alanını genişletmesine imkân sağlıyor.

O yüzden de bu kolektif suça kimse ses çıkarmıyor, kazanılan paranın “haram” olmasını kimse umursamıyor.

Ta ki, dergaha dışardan gelen bir kadına kadar.

Meryem, işteki ilk gününde bunun doğru olmadığını söylediğinde börekçiden kovuluyor, iş arkadaşları tarafından dışlanıyor ama doğrudan şaşmıyor o ve tereyağ meselesi Mürşit Efendi’nin oğlu Cüneyd’in kulağına gidiyor.

Cüneyd derhal babasının huzuruna çıkıyor, olayı anlatıyor ve tarikatın içinde ceza veriliyor.

Üçüncü bölümde, dergâhın en üst düzey isimlerinden olan Sadi Hüdayi, yeğeni Cüneyd için şöyle der: “Hissiyatı da, fikriyatı da bizden faklıdır.”

Yani, bu kolektif suçu sineye çekmeyen ikinci kişi de dergâhın dışındadır.

Mürşid Efendi ise konu kendisine bu şekilde olanca açıklığıyla izah edildiğinde “hak yolunda” karar vermekten kendini alıkoyamaz çünkü bütün meşruiyeti buna bağlıdır.

Cüneyd, Cioran’a referans verebilecek kadar Batı kültürüne hakim bir genç adamdır.

Bir vesileyle, babasının istismarına uğrayan bir kızla tanıştığında işin peşini bırakmaz, o adama ölümü gösterir.

O kişi şuymuş buymuş Cüneyd için önemli değildir, onun için önemli olan ahlakı korumaktır ama bu koruma eylemi Cioran’a gidecek kadar evrensel, kucaklayıcı ve kapsayıcıdır.

Kızıl Goncalar, tarikat denen olguyu çok haklı bir şekilde ikiye ayırıyor: İyilik tarikinden giden samimiler ve holdingleşen tacirler. Cüneyd samimi tarafı temsil ederken misal Sadi Hüdayi’nin eşini tarikat içi nüfuz mücadelesinin en fettan kişisi olarak görüyoruz.

DİZİ TARİKAT OLGUSUNU İKİYE AYIRIYOR

Kızıl Goncalar, tarikat denen olguyu çok haklı bir şekilde ikiye ayırıyor: İyilik tarikinden giden samimiler ve holdingleşen tacirler.

Cüneyd samimi tarafı temsil ederken misal Sadi Hüdayi’nin eşini tarikat içi nüfuz mücadelesinin en fettan kişisi olarak görüyoruz.

Bu ayrım, tarikat olgusunu da yeniden düşünmeye davet ediyor.

Kendini samimiyetle dine vakfeden insandan da kurumdan da sadece iyilik gelir.

Ama din derken ticarete, din derken siyasete bulaşırsanız, din derken bürokraside güçlenmeye çalışırsanız varacağınız yerin dinle bir alakası kalmayacaktır.

Görebildiğim kadarıyla, Kızıl Goncalar’a en büyük tepkiyi tarikatların göstermesi bundan.

Maalesef, bugün konuştuğumuz tarikatların neredeyse hiçbirinden dünyaca takip edilen bir âlim çıkmıyor.

Oysa biz onların son model Mercedeslerini, süpermarketlerini, dershanelerini, okullarını, televizyon kanallarını, radyo istasyonlarını, turizm şirketlerini, tekstil firmalarını, hangi partiye oy vereceklerini vs biliyoruz.

Hangisi Müslümanlığa yaraşıyor bunların?

Hangisi örnek Müslümanlık?

Kızıl Goncalar, bozulmuşluğa dikkatimizi çekiyor, yoldan çıkmışlığa, yozlaşmışlığa.

Fanilerin tümü börekçide işlenen kolektif suçu biliyor, bir bölümü de bizzat o suçu işliyor ama tarikatın âli menfaati açısından bunu saklıyorlar.

Hakkın her türlü çıkarın üstünde olduğunu göstermek ise tarikatın bir adım dışında olan Meryem’le Cüneyd’e düşüyor.

Yine Kızıl Goncalar’ın en müspet karakterleri Meryem’le kızı Zeynep.

Zeynep’in dâhiliğin kıyısında bir zekâya sahip olduğunu öğreniyoruz ama babası Naim Efendi kızların okumasına gerek olmadığını söylediği için Kuran haricinde eğitim alamıyor.

Dizinin en meşhur sahnelerinden biri olan “p, q’ya denktir”de konu başörtülü kızların okumasına engel olmaktı, mantık, bizi, iki zıt kutbu temsil eden 28 Şubatçı ile Mürşid Efendi’nin bire bir aynı zulmü uyguladığına çıkarıyordu.

Faniler namazlarını kılıyor, oruçlarını tutuyor, görünürde dinin emirlerini eksiksiz yerine getiriyorlar.

Oysa, aklı kullanmamakla, imanın özündeki hiçbir şeyi yerine getirmiyorlar.

Alınları secdeye değiyor değmesine ama kalben ve ruhen o secdenin uzağında, nüfuz mücadelelerin içinde oluyorlar hep.

“Milli manevi değerlerimiz” diyorsak, kızların okutulması da bu değerlerin içindedir, hatta başlıcasıdır diyor Kızıl Goncalar.

Dün 28 Şubatçılar milli manevi değerlerimizi yok saymıştı, bugün ise holdingleşmiş tarikatlar.

“Hissiyat açısından da fikriyat açısından” da kendilerinden farklı olduğunu söyledikleri Cüneyd’i ise tarikat ehlinin nasıl olması gerektiğinin bir örneği olarak görüyoruz: Cüneyd Doğu gibi Batı kültürünü de bilen, nefsini terbiye etmekle uğraşan, kul hakkı yemeyen, kul hakkı yenmesine göz yumamayan, kimsenin ayağını kaydırmaya çalışmayan bir karakter.

Seküler mahallenin karakterlerine bakalım: Doktor Levent, işinden başka hiçbir şey düşünmeyen bir adam; kız kardeşi uzun süredir işsiz bir gazeteci ve anlaşılan biraz da tembel; eşi Beste haber bile vermeden ailesini terk edebilecek kadar umursamaz ve bencil; liseye giden Mira uyuşturucu bağımlısı olmuş, öfke krizleri geçiriyor, babası ise darbe hayranı bir fizik profesörü…

Şimdi dizinin illa bir mahalleyi övdüğünü söyleyeceksek, sekülerlerin mahallesi olabilir mi bu?

Mümkün mü?

Bir kesim biliyor ki, muhalefetteyken, mesela 28 Şubat’ın en zor şartlarında ne kadar haklıysa bugün o kadar sorun taşıyor bünyesinde.

Diğer kesim de biliyor ki, dün yaptıkları yanlıştı, bugün içinde yaşadıkları ağır baskıcı ortam dünkü suçlarının sonucu.

Başörtülü kızlara zulmetmeyi marifet sayan, kızların üniversiteye girmesini, meslek sahibi olmasını çok gören bir tuhaf anlayış hüküm sürdü senelerce.

Seküler kesimin bir bölümü dünkü hatalardan ders çıkardı, yüzleşti ve yapılanların yanlış olduğunu cesurca ifade edebildi.

Kızıl Goncalar, iki taraflı olarak bu yüzleşme imkânını sağlıyor.

Önce ilişki kuracak, birbirimizi tanıyacak, önyargılarımızı kıracağız -tıpkı Levent’le Meryem, Suavi’yle Zeynep gibi.

Ardından birbirimizi anlamaya çalışacağız ve mozaik değil bir ebru gibi iç içe geçeceğiz.

Ne kadar çok Zeynep çıkarabilirsek o kadar huzurlu, mutlu, kutuplaşmadan uzak, anlayışlı bir toplum olacağız. Zeyneplere düşman olanların korktuğu da zaten bundan başka bir şey değil.

NE KADAR ZEYNEP, O KADAR HUZUR

Birbirini tanıyan toplumlar ve mahalleler birbirlerinden nefret edemezler çünkü.

Hepimizin ‘Zeynep’lere ihtiyacı var.

Ne kadar çok Zeynep çıkarabilirsek o kadar huzurlu, mutlu, kutuplaşmadan uzak, anlayışlı bir toplum olacağız.

Zeyneplere düşman olanların korktuğu da zaten bundan başka bir şey değil.

Toplum birbiriyle tanıştıkça bu baskıcıların serpilip büyüyebileceği bir ortam kalmayacak çünkü.

Kızıl Goncalar, topluma iki yozlaşmışlığı aynı anda gösterebildiği için büyük bir teveccühle karşılandı.

Bilgehan Uçak
Latest posts by Bilgehan Uçak (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir