İstanbul İstanbul -1

İstanbul İstanbul -1
Yarýmburgaz Maðarasý (*) Yarimburgaz Cave

Eğer bugünkü Küçükçekmece, Başakşehir havzasını İstanbulun kültürel havzası içinde değerlendirirsek, tarih bizi dört yüz bin yıldan önceye fırlatır. Karşımıza dünyanın bilinen en eski yerleşimlerinden biri çıkar: Yarımburgaz Mağarası.

Bir kenti korumanın yolu onu tanımaktan geçer. Tanımanın ilk koşulu ise tarihini ve kültürel kodlarını bilmektir. Eğitim aldığımız okullarda her ne kadar yıllar boyu tarih eğitimi alsak da herkes bilir ki sınav bitince her şeyi unuturuz. Çünkü çoğunlukla konuyu öğrenmemiş, geçici olarak ezberlemişizdir.

Türkiye’nin neredeyse tüm şehirleri, Antik Çağ’dan buyana kesintisiz şekilde insanlığa yaşam alanı olmuştur. Kuşkusuz bu kentler içinde İstanbul bambaşka bir simge şehirdir. İlginç olan İstanbul’un yaşını belirlemenin zorluğudur. Çünkü kentin kültürel sınırlarının başlayıp sonlandığı zemin epey kaygandır. Ayrıca arkeolojik değerlendirme yaparken fiziki coğrafyanın, fauna ve floranın zaman içindeki değişiminin de göz önüne alındığı unutulmamalıdır.

Eğer bugünkü Küçükçekmece, Başakşehir havzasını İstanbul’un kültürel havzası içinde değerlendirirsek, tarih bizi dört yüz bin yıldan önceye fırlatır. Karşımıza dünyanın bilinen en eski yerleşimlerinden biri çıkar: Yarımburgaz Mağarası.

Yarımburgaz Mağarası, değerini görmezden geldiğimiz bir hazine olarak kent tarihinde yerini korumaktadır. Bu mağarada değişik zamanlarda benim de öğrencileri olmaktan onur duyduğum hocalarım Prof. Dr. Güven Arsebük, Emeritus Prof. Dr. Mehmet Özdoğan ve Prof. Dr. Mihriban Özbaşaran gibi isimlerin de içinde yer aldığı uluslararası çalışmalar yapıldı.  Bununla birlikte “dönemsel kısıtlamalar” içeren çalışmalar, sonraki yıllarda devam edemedi. Burada söz ettiğim, dönemsel kısıtlama araştırmanın sadece tarihöncesi/prehistorya arkeolojisi ağırlıklı yapılmasıdır. Çünkü bu mağaraların Bizans dönemine kadar kullanıldığı biliniyor. Ayrıca mağara bilimciler için de büyük bir kaynak alandır. Maalesef bu eşsiz alan 1970’li, 80’li yıllarda, hatta “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde bile, bir çeşit film platosu olarak kullanıldı.

İstanbul’a dair hayallerimden birisi, Yarımburgaz Mağarası’nın bilim insanları ve akademik çalışma yapmak isteyen gençleri de kapsayacak şekilde, bir eğitim bölgesi haline dönüştürülmesidir.

Umarım yakın gelecekte İstanbul ihtişamlı bir kent tarihi müzesine ulaşır, eserler modern müzecilik anlayışına göre ve eğitim amaçlı olarak sergilenir.

İstanbul’un biraz daha merkezine doğru ilerlersek Küçükçekmece Gölü civarı, Pendik, Fikirtepe gibi bölgeler önemli araştırma ve buluntu alanlarıdır. Son dönemde hem arkeologları hem de İstanbulluları heyecanlandıran iki keşif ise, metro kazılarında tesadüfen ulaşılan Yenikapı Neolitik (Yeni Taş Çağı ya da Cilalı Taş Çağı) ve Beşiktaş Kurgan buluntuları oldu. Elbette metro kazılarında çok önemli iki yerleşim alanına ulaşınca ister istemez akıllara, “Kim bilir şehrin altına varlığını hiç bilmediğimiz ve hiçbir zaman bilemeyeceğimiz ne kadar çok çok arkeolojik ve tarihsel hazine var?” düşüncesi geliyor. Bugün betonla kaplı Boğaz kıyılarında, ulaşamadığımız ve belki de bina inşa faaliyetleri nedeniyle çoktan yok edilmiş olan önemli alanların bulunduğu Eskiçağ tarihi yazarlardan kalan bilgilere göre bir gerçek.

Yenikapı Kazı alanına göz atarsak; başlangıçta metro çalışmalarını uzun süre aksattığı için tepki gören kazılar, İstanbul tarihini aydınlatan olağanüstü sonuçlar elde edilmesini sağladı. Bunların içinde beni en çok heyecanlandıran, neredeyse 8500 yıl önce bölgede yaşayan “İlk İstanbullular” diyebileceğimiz bir gruba ait ayak izlerinin bulunması oldu. Arkeolojide bu yıllar, “Neolitik döneme” karşılık geliyor. Ulaşılan sonuç, arkeologların pek beklediği bir durum değildi. Alanda Osmanlı ve öncesine ait Bizans, hatta Roma eserlerinin elde edilmesi şaşırtıcı sayılmazdı ama daha alt tabakalara inilip Neolitik buluntularla karşılaşmak muhteşem bir sonuç ortaya koydu. Yenikapı ayak izi buluntuları, bilimsel tekniklerle bölgeden alınarak koruma ve sergileme amacıyla İstanbul Arkeoloji müzelerine teslim edildi

Uzmanlar, bu izlerden bir başka sonucu daha ulaştı. Bize ayak izlerini bırakan ilk İstanbullular, ayaklarına deri parçaları sarmışlardı. Aslında bunu yapmasalar boy ve kilolarını öğrenebilirdik. Bir çeşit ayakkabı giydikleri için şimdiki tekniklerle vücut yapılarını anlamak pek mümkün değil.

Umarım yakın gelecekte İstanbul ihtişamlı bir kent tarihi müzesine ulaşır, eserler modern müzecilik anlayışına göre ve eğitim amaçlı olarak sergilenir.

Sonraki haftalarda İstanbul tarihi yazılarında buluşmak dileğiyle…

Ayşe Övür

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir