2024: Kemalizm, İslamcılık ve milliyetçilik

2024: Kemalizm, İslamcılık ve milliyetçilik

İslamcıların Kızıl Goncalar’a, Atatürkçülerin ise Süper Kupa finaline baktıklarında gördükleri şeyin öznel bir yanı var şüphesiz ki. Ama zaten çarpışan kuvvetler olguları farklı yorumlayan alternatif siyasal algılara karşılık gelmekte.

2023 yılının son ayları bizi 2024’te neyin beklediğine dair ipuçlarını içinde barındırıyor aslında. Hafızamızı tazeleyelim. Önce Şeyh Said’in adının Diyarbakır kent hafızasında kullanıma sokulması üzerine daha çok muhalefet aktörlerinin katıldığı bir tartışma başladı. Özgür Özel’in “acılara sahip çıkma” açıklaması ve bu beyanat sonrası Kemalist, İslamcı ve Kürt hareketinden gelen kesimler arasındaki tartışmalar Türkiye’nin üzerinden ne kadar süre geçerse geçsin bazı meseleleri halledemediğini gösteriyordu.

Bu olayın sıcaklığı soğumadan bütçe görüşmeleri sırasında MEB Yusuf Tekin’in tarikatlarla yapılan protokollere sahip çıkan bir tavır takınması Atatürkçü kesimi kızdırdı. Bu örnek olay üzerinden ama daha genel bir çerçeve içinde tarikat, din, kamusal hayatta İslam’ın yeri ve Atatürkçülerle İslamcıların bu konulara bakışındaki uzlaşmaz karşıtlık tekrar gün yüzüne çıktı. Bu olaya paralel bir şekilde Tuzla Piyade Okulunda Atatürk rozeti takmayan öğrencileri konuştu Türkiye. Herkes ön yargılarını tazeledi. İslami kesim resmî ideoloji eleştirisine, Atatürkçüler ise irtica söylemine tekrar başvurdu.

Kuzey Irak’ta şehit olan 12 asker için TBMM’nin bildirisine CHP’nin imza atmaması milliyetçilik üzerinden yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi. Ana muhalefete göre iktidar ülkenin güvenlik politikalarının sorumluluğunu üstüne almıyor ve halkı bildirilerle kandırıyordu. İktidar mensupları ise kurucusu Atatürk olan bir partinin ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğüyle ilgili bir meselede teröre karşı imzaya açılan bir bildiriye imza atmamasını CHP’nin kurucu değerlerinden uzaklaşması olarak gösterdi. Bu arada epey sayıda Atatürkçü ve sosyal demokrat kişi de bildiriye imza atmamanın yanlış ve siyaseten de riskli bir tavır olduğu tezini işledi.

Tam yıl bitti diyorken Kızıl Goncalar’a verilen ceza ile Süper Kupa finali gündemi ısıttı. Her iki olayda da İslamcılık ve Atatürkçülüğü bol bol tartıştık. Kızıl Goncalar dizisi İslami çevrelerce eleştirildi. Yarattığı algının gerçeği yansıtmadığı ve dini bütün insanları olumsuzlayan bir algının popülerleşmesine katkı sunduğu iddia edildi. Riyad’da oynanması beklenen Galatasaray ile Fenerbahçe arasındaki süper kupa finalinin iptal süreci ise Atatürkçüler için bir zafer anı olarak tarihe geçti. Bu kesim Atatürk yasağı nedeniyle maça çıkmayan iki takım aracılığıyla adeta bir yenilenme yaşadı. Arap siyaseti, Suudi Arabistan ve İslamcılık ise Atatürk’ün büyük hatırası karşısında yenilgiye uğrayan/uğratılan kesimler olarak gösterildi. İslamcıların Kızıl Goncalar’a, Atatürkçülerin ise Süper Kupa finaline baktıklarında gördükleri şeyin öznel bir yanı var şüphesiz ki. Ama zaten çarpışan kuvvetler olguları farklı yorumlayan alternatif siyasal algılara karşılık gelmekte.

Epey sayıda insan için Atatürk yegâne büyük siyasi lider ve örnek devlet adamı. Sivil Atatürkçülüğün toplumdaki kabul düzeyi Atatürk’ü açıkça eleştirmeyi imkânsız hâle getiriyor. Bu nedenle ne İslamcılar ne de Kürt milliyetçileri 90’lı yıllar kadar rahat değiller Atatürk eleştirisi konusunda.

Bu olayların ortak noktası ise Türkiye hızla ideolojik bir çatışma iklimine sürüklendiği şeklinde özetlenebilir. Yaşanan şey bir anlamda kamusal hayatta hep var olan fay hatlarının konjonktürel nedenlerle yeniden ön plana çıkması. Tartışılan olaylar siyasi bir içeriğe sahip. Ama ne muhalefetin kanaat önderleri ve siyasi liderlik ne de iktidar bloğu süreci tam olarak kontrol edebiliyor.

Gelinen yer bakımından Kemalizm, İslamcılık ve milliyetçilik arasındaki çatışmaların neden yoğunlaştığı sorusu sorulabilir elbet. Her şeyden önce ortada kapanmamış seçim yarasıyla ilgili bir mesele var. Muhalefetin 2023 seçim beklentisi ciddi bir siyasal psikolojik travmaya yol açtı. Seçimlerle değişmeyen iktidara karşı muhalif unsurlar söylem düzeyinde daha cüretkâr davranıyorlar bu nedenle. Bahsi geçen cüretkarlığın arka planı üzerine düşündüğümüzde ise biri negatif, diğeri pozitif nitelikte iki unsur ön plana çıkıyor: Şöyle ki, pozitif anlamda ciddi bir sivil Atatürkçü mayalanmadan bahsedebiliriz. Epey sayıda insan için Atatürk yegâne büyük siyasi lider ve örnek devlet adamı. Sivil Atatürkçülüğün toplumdaki kabul düzeyi Atatürk’ü açıkça eleştirmeyi imkânsız hâle getiriyor. Bu nedenle ne İslamcılar ne de Kürt milliyetçileri 90’lı yıllar kadar rahat değiller Atatürk eleştirisi konusunda. Negatif anlamda ise kuşatma hissi üzerinde durulabilir. Seküler-Atatürkçü kesim kendisini her taraftan üzerine gelen düşman karşısında savaşıyor gibi hissetmekte. Onlara göre cumhuriyet ve modern yaşam tehlike altında. Atatürkçülerde cumhuriyeti koruma ve kollama refleksinin hep güçlü olduğu bilinen bir gerçek. Ama bu sefer ciddi bir duygu yoğunlaşması da var. Çünkü seçim kaybedildi. Onlara göre bir şeylerin normal demokratik prosedürler içinde tadil edilmesi artık hiç de kolay değil.

Atatürkçülerin İslami-muhafazakâr kesimler karşısında hissettikleri şey abartılı mı? Kamusal hayat ne ölçüde İslamileşiyor? Kamusal hayatın muhafazakarlaşması aslında bir normalleşme mi? Bu noktada pek çok soru akla geliyor. Biz ise tartışmaların bir kısmını başka yazılara bırakarak güncel siyasete dair bir hatırlatma yapmakla yetinelim.

Kılıçdaroğlu’nun yerini Özel’in almasının ideolojik çatışma iklimini güçlendirdiği açıkça ortada. Çünkü yeni CHP yönetimi laiklik mesajları vermede geçmişe göre çok daha rahat. Kılıçdaroğlu “aman ağzımızın tadı bozulmasın, muhafazakâr kesim incinmesin” diye sağ politik kültürle açık bir çatışmaya girmekten kaçınırdı. Ama Özel ve ekip arkadaşları öyle değil. İttifak bitip herkes kendi yoluna gittiği için laikliğin muhafazakarların izin verdiği ölçüde savunulması dönemi artık geride kaldı.

Armağan Öztürk
Latest posts by Armağan Öztürk (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir