Atatürkçülük ve son dönem…

Atatürkçülük ve son dönem…

Ülkedeki kültür ayrışma ve çatışmaları dikkate alınırsa, “Atatürkçü” siyasi kimlik denince, ilk akla gelen yanıt şüphe yok ki, seküler siyaset ve seküler kimlik olacaktır. Ne var ki, bugün Atatürkçülüğe verilen anlam bunun ötesine geçiyor.

Son dönemlerde kamuoyu araştırmalarını dikkatli inceleyenler, “kendinizi nasıl tanımlarsınız” soruna veriler yanıtlar arasında “Atatürkçülüğün” ilk sırada yer aldığı görürler. Son dönemde deneklerin üçte bire yakını, muhafazakar, sosyal demokrat, demokrat, milliyetçi, İslamcı, vs kimlikler arasında “Atatürkçü” şıkkını tercih ediyor.

Bunun yeni bir durum olduğu muhakkak.

Neye işaret ediyor bu bulgu?

Ülkedeki kültür ayrışma ve çatışmaları dikkate alınırsa, “Atatürkçü” siyasi kimlik denince, ilk akla gelen yanıt şüphe yok ki, seküler siyaset ve seküler kimlik olacaktır. Türkiye’de 28 Şubat’ta başlayan uzun siyasi sürecin, 2000’li yılları işgal eden AK Parti tartışmalarının bir yönüyle, özellikle politik tarafıyla birkaç kuşağı birden yaşam biçimi merkezli siyasallaşmaya hapsettiğine şüphe yok.

Ne var ki, bugün Atatürkçülüğe verilen anlam bunun ötesine geçiyor. 

Yine kimi araştırma bulgularında “Atatürkçüyüm çünkü sekülerim” diyenler, toplam “Atatürkçüyüm” tercihinin ancak yüzde 30’unu oluşturuyor. Buna karşın yüzde 70’lik grup, Atatürk’ü kurucu, kurtarıcı, kendisini milliyetçi tabirleri/eğilimleriyle tanımlıyor. Belli ki, “ortalama Atatürkçülük algısı” mevcut konjonktürde bir değişim yaşıyor. Atatürkçülük ile sekülerizm arasında bir dönem egemen olan özdeşlik bağı kırılıyor. Atatürkçülük millilik duygusuna referansla ele alınıyor; milli aidiyetten milliyetçiliğe uzanan bir skalada milli duygu üzerinden tanımlanıyor.

Bu durumla paralel başka bir husus, aynı araştırmalardaki siyasi eğilim tercihinde ‘milliyetçiliğin’ ‘Atatürkçülük’ten hemen sonra, demokratlık, sosyal demokratlık, sağcılık, muhafazakarlığın önünde yer almasıdır. Paraleldir, zira milliyetçi kimliği tercih edenler diğer yanıtları ele alındığında, milliyetçilik angaje bir siyasi tavır olmaktan çok bir milli tutum siyaseti-kimliği olarak öne çıkmaktadır. Bu durum da, Atatürkçülük ile milliyetçilik arasındaki paralellik, muhtemelen millilik ve milliyetçilik duygusunun yükselmesinden kaynaklanmaktadır.

Görünen o dur ki; Atatürkçülük, son dönem ve yaşadığı tırmanış itibariyle, hakim ayrı bir dalga olmaktan çok (cumhuriyetin kuruluş günlerine bir tür geri dönüşle) milliyetçiliğin bir türü, milliyetçi dalganın bir versiyonu olarak şekillenmektedir.

 CUMHURİYETİN KURULUŞ GÜNLERİNE BİR TÜR GERİ DÖNÜŞ

Bu terkip birçok bakımdan dikkat çekicidir.

Görünen o dur ki;

–           Atatürkçülük, son dönem ve yaşadığı tırmanış itibariyle, hakim ayrı bir dalga olmaktan çok (cumhuriyetin kuruluş günlerine bir tür geri dönüşle) milliyetçiliğin bir türü, milliyetçi dalganın bir versiyonu olarak şekillenmektedir.

–           Atatürkçülük, milliyetçi bloğa, duygu alanı ve siyasi bakımdan daha yumuşak, alan, kültür, aidiyet ve milli devlet sınırlarına dayanan yumuşak duruş enjeksiyonu yapmaktadır.

–           Siyasi kimlikler arasında milliyetçilik türlerindeki bu yükseliş, “ortalama ve amorf tanımlarla” siyasi partiler ve siyaset üstü tutuma da işaret etmektedir.

–           Milliyetçiliğin siyaset (siyasi partiler)-üstü kimi nitelikleri, bu duygunun yükselişi bakımından yeni bir siyasileşme halini, hatta milliyetçilik depolitizasyon veya siyasi yorgunluk bağlarını da akla getirmektedir.

–           Atatürkçülük ve milliyetçiliğin, hakim algıda, siyaset (siyasi partiler)-üstü konumu, siyaseti taşıyan nesne olarak devlet fikrine, siyaset-devlet özdeşliğine açılan kapılarla ilgili kuvvetli ihtimalleri akla getirmektedir.

Peki, bu eğilimin nedenleri neler olabilir?

Öncelikle yaşam biçimi ve kültür savaşlarının siyasetin ve toplumun merkezindeki doz ve etkisinin güç kaybetmesine ilk faktör olarak işaret edilebilir. Yıllar içinde, yaşanan büyük sosyolojik değişim dalgasıyla seküler kesimdeki “şeriat tehlikesi endişesi” ve “laiklik üzerinde tehdit algısını” azalmıştır. Bugün AK Parti, dini bir rejimin değil popülist otoriterliğinin taşıyıcısı olarak kabul edilmektedir. Diğer taraftan, altı çizilen söz konusu sosyolojik değişim sonucunda farklı değer sistemleri ve temsilcileri etkileşime ve kısmen iç içe girmeye başlamışlardır. Kamuda başörtüsü, örtülü-örtüsüz birlikteliğine işaret eden kamusal alanlar ve bu durumun tabiileşmesi bunun göstergeleri arasındadır. Sonuç olarak kimlik siyasallaşmasında bir doz azalması söz konusudur.

Diğer taraftan global gelişmeler, milli-devlet, milli irade, siyasi irade, milli sınırlar gibi hususları güçlendirir, siyaset algısı bu çerçeveye yönelirken, tek kültürlülük anlamında milliyetçi bir tutumun öne çıkması, birçok ülke gibi Türkiye’de de ivme kazanmıştır. Bu gelişme ile kültür kimlik siyasallaşmasının örtüşmesi, milli duygu merkezli siyasi tutuma ivme kazandırmaktadır.

Türkiye’nin 2013, esasen 2015 sonrası siyasi gelişmeleri, devlet ve siyaset kadar toplumda da yeni bir endişe ve tutumu besleyecektir. Kürt meselesinin ülke sınırları dışına taşması, Kobani, Hendek hadiseleri, toplumun merkezinde çatışma ve kaybetme duygularını tahrik ederek, siyasetin merkezine devleti ve güvenliği yerleştirme eğilimini üretmiştir.

SİYASETİN MERKEZİNE DEVLETİ VE GÜVENLİĞİ YERLEŞTİRME EĞİLİMİ

Üçüncü olarak Türkiye’nin 2013, esasen 2015 sonrası siyasi gelişmeleri, devlet ve siyaset kadar toplumda da yeni bir endişe ve tutumu besleyecektir. Kürt meselesinin ülke sınırları dışına taşması, Kobani, Hendek hadiseleri, toplumun merkezinde çatışma ve kaybetme duygularını tahrik ederek, siyasetin merkezine devleti ve güvenliği yerleştirme eğilimini üretmiştir. Bu, devlet merkezli endişe ve siyasallaşmaya, darbe girişiminin sonuçlarını da eklemek gerekir. Devlet-siyaset-toplum-varoluş arasındaki fikri ve simgesel gidiş gelişlerin sonucu, partiler üstü bir siyaset algısı, siyasi taşıyan devlet algısı ve bunları kuşatan milliyetçilik fikrini desteklemektedir.

Bu veriler, ülkede esen tüm siyasi partileri etkileyen milliyetçi dalganın iki kademesi olduğunu gösterir. İlk kademe, güçlü lider, Batı’ya mesafe, güvenlik endişesi, büyüme arzusu ve dış politikanın önemi, göçmen hassasiyeti, Kürt meselinde güvenlikçi tutum ve beklentiler gibi unsurları içermekte ve bu dalganın sert yüzünü oluşturmaktadır.

İkinci kademede ise milliyetçiliğin dışlayıcı, sert, öteki karşıtı bir nitelikten çok, içeride siyasete görece mesafeli, milli devlet, alan, başarı, güç, gurur gibi değerler savunusu üzerine kurulu, kimliğine halel getirmeyecek evrensel değerleri talep eden bir yapısı vardır.  Milliyetçilik bakımından kutuplaşmadan çok, bir ortak alan ve duygu oluşumundan söz etmek, ülkenin hakim duygusunun millilik etrafında şekillendiği özellikle belirtmek gerekir. “Bağımsızlık”, “global güç”, “ulusal güç”, “kendine haslık”, “biz” fikirleri bu eğilimin ana taşıyıcısıdır. Bu çerçevede temel ortak siyasi değer, kuşatıcı bir “kendilik” veya “millilik” duygusudur. Bu, sınır, kimlik, kültür koruma ile bunların alanını genişletme arayışını aynı anda içeren veya tehdit endişeleri ile büyüme-başarı-genişleme iddialarını birbirine yakınlaştıran, gündeme getiren bir duygu ve tutum dalgasıdır.

Atatürkçülüğün yenilenen algısı da bunun tam merkezine oturmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir