Halkımız bu devlet zümresini sırtında taşımak zorunda değil (1)

Halkımız bu devlet zümresini sırtında taşımak zorunda değil (1)

Pek çok sermaye grubu elbette kazandıkları, hatta abartılı olarak kazandıkları sürece otoriter bir rejimi tercih ederler. Fakat devlet zümresinin üretimi arttırmayan bir iktisadi yapıyı tercih etmesi, otoriterliği meşrulaştırmak adına sürekli çatışmacı siyaseti körüklemesi gibi potansiyel gerilim unsurları, kriz zamanlarında yük olmaya başlar.

Ülkemiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra çok daha yoğun bir yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar (3 Y) iklimine savruldu. Bu yazının çıkış noktası basit: Giderek palazlanan devlet zümresinin, ülkedeki yoksullaşma ve otoriterleşme süreçlerinden doğrudan sorumlu olduğu ve toplum tarafından denetlenemezse ve olması gereken sınırları içerisine çekilemezse bu olumsuz süreçlerin daha da derinleşeceği görüşüdür.

Bu yazı iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde, devlet zümresinin merkezinde olduğu düzenin yapısına ve yol açtığı sorunlara odaklanacağım. İkinci bölümde de bu sorunları aşmanın yollarına dair önerilerimi tartışmaya açacağım.

Zümre sözcüğünü seçmemin nedeni açık: Zümre, “Benzer özelliklere sahip veya aynı amaç doğrultusunda bir araya gelmiş bir grup insanı ifade eder.”

Yukarıda altını çizdiğim ve devlet zümresini başlıca sorumlusu gördüğüm “3 Y”, Kapitalizmin olumsuz getirilerine eleştirel bakmadığım anlamına gelmemelidir. Ama yakın zamana kadar Sol Peronistlerce yönetilen Arjantin’de de benzer bir devlet zümresi sorunu var. Sosyalist bir rejime sahip olduğunu iddia eden Venezuela’da da. Ülkemizdeki kapitalizmin niteliğine de devlet zümresi damgasını basmış durumda. Birazdan ahbap çavuş kapitalizminin ülkemize maliyetine de değineceğim. Benzer bir devlet zümresi de militarist karakteri daha baskın şekilde Mısır da mevcut…

Giderek palazlanan devlet zümresini anlamak için Osmanlı’nın Askeriye/Reaya ayrımına başvurabiliriz. Askeriye aslında devletluların, devlet zümresinin adıdır ve Reaya, Askeriye sınıfının ayrıcalıklarıyla birlikte kendisini yeniden üretebilmesi için vardır, yegane işlevi budur. Bugün ülkemizde toplumun kaynaklarının devlet zümresi tarafından ve zümre mensupları için vakum gibi emildiği bir süreç yaşıyoruz.

TOPLUMUN KAYNAKLARININ DEVLET ZÜMRESİ TARAFINDAN VAKUM GİBİ EMİLDİĞİ BİR SÜREÇ

Giderek palazlanan devlet zümresini anlamak için Osmanlı’nın Askeriye/Reaya ayrımına başvurabiliriz. Askeriye aslında devletluların, devlet zümresinin adıdır ve Reaya, Askeriye sınıfının ayrıcalıklarıyla birlikte kendisini yeniden üretebilmesi için vardır, yegane işlevi budur. Bugün ülkemizde toplumun kaynaklarının devlet zümresi tarafından ve zümre mensupları için vakum gibi emildiği bir süreç yaşıyoruz.

Muhalif basına yansıyan birden çok maaş alan bürokratlar veya makam aracı “saltanatı” bu iklim içerisinde gayet doğaldır. Sözgelimi üniversite dekanlarına makam aracı tahsis edilmesinin aslında sembolik anlamı açıktır: Artık devlet zümresinin içindesin! Dekanların kamusal işleri için üniversitenin tahsis edeceği aracı geçici olarak kullanması, işin statü boyutuna ters düşer!

Zira devlet zümresi statükocu olduğu için statücüdür. Statünün sembollerinden birisi de “itibarlı” yani lüks tüketim olabilmektedir!

Böyle bir zümrenin kendisini var edebilmek adına seçimlerden ziyade atama rejimini tercih etmesi de anlaşılırdır. Atanmışların seçilmişlerden daha öne çıktığı bu iklimin doğal sonucu da elbette yoğun bir vesayetçiliktir.

Onlar zenginleştikçe halk fakirleşiyor çünkü devlet zümresi, bütünüyle üretken bir kapitalizme de izin vermiyor. İzin vermiyor çünkü denetim gücünü elinde tutmak istiyor. Böyle olunca da katma değeri yüksek ürünlere yönelmek yerine, zümreye bağımlı iş insanları yüzbinlerce maden ruhsatı almayı tercih ediyor. Tarım arazilerinin imara açılması, katma değeri yüksek bir ürün üretmekten çok daha kolay.

Katma değeri yüksek ürünler üretmek için nitelikli insan gücüne ihtiyacınız var. Küresel akışkanlığa açık olmanız gerekir ama devlet zümresi bu tür bir akışkanlığı da kendi varlığına tehdit görüyor. Başka bir ifadeyle, uluslararası bağları güçlü sermaye gruplarının denetimlerinin zor olacağını biliyor. Elinden gelse dışarıya daha kapalı bir kapitalizmi tercih ederdi ama elinden gelemiyor…

Devlet zümresinin kontrolü elinde tuttuğu bu kapitalizm türüne ahbap çavuş kapitalizmi denilmesi boşuna değildir. Burada nepotizm, kuraldışının yazılı olana tercih edilmesi ve belirsizlik istisna değil kuraldır. Devlet zümresi nepotizme yaslandığı için, benzer ilişkiler toplumda da yaygınlaşır. Yüzlerce mafya grubunun ortaya çıkması, aslında tarif ettiğimiz ilişkilerin daha küçük ölçekte yeniden üretildiği anlamına gelir.

DEVLET ZÜMRESİ NEPOTİZME YASLANDIĞI İÇİN BENZER İLİŞKİLER YAYGINLAŞIR

Devlet zümresinin kontrolü elinde tuttuğu bu kapitalizm türüne ahbap çavuş kapitalizmi denilmesi boşuna değildir. Burada nepotizm, kuraldışının yazılı olana tercih edilmesi ve belirsizlik istisna değil kuraldır. Devlet zümresi nepotizme yaslandığı için, benzer ilişkiler toplumda da yaygınlaşır. Yüzlerce mafya grubunun ortaya çıkması, aslında tarif ettiğimiz ilişkilerin daha küçük ölçekte yeniden üretildiği anlamına gelir.

Bu mafya gruplarının haraççı olmaları da aslında devlet zümresinin vergici değil haraççı karakterinin taklidinden ibarettir. Haraççı karakter, verginin rasyonel bir temelde toplanmaması, üretimi sekteye uğratabilecek şekilde oransız ve eşitsiz bir şekilde dayatılmasıdır.

Bugün toplum olarak, devlet zümresinin çeperindeki sermaye çevrelerini beslemek adına düpedüz vergi değil haraç ödüyor olmamız istisnai bir durum değil. Haraççı karakter, verginin çoğunlukla bir cezalandırma aracı olarak kullanılması anlamına da geliyor: Zümrevi siyasete biat etmiyor musun? Okkalı vergi cezan, yani haracın hazır…

Devlet zümresi, Osmanlı’da müsadere denilen, giderek zenginleşen bir paşanın veya eşrafın malına el koyarak onu sıfırlama kültürünü de elinde tutmak ister. Örnek vermek gerekirse, devlet zümresi Aydın Doğan medyasını tasfiye ediyor ama Aydın Doğan yerine Demirören’in gelmesini mümkün kılan düzen kurallarını da değiştirmiyor. Düzeni değiştirmiyor, kendisini onun içerisinde ayrıcalıklı kılmaya meylediyor. Demirören, devlet zümresinin emirleri dairesinde kalmazsa müsadereden kaçamaz. Bunu da gayet iyi biliyor…

Yine Gülen Cemaati’nin devlet zümresinin içerisinde patlak veren bir kavga neticesinde iktisadi, bürokratik ve kültürel altyapısıyla beraber tasfiye edilmesi de bahsettiğimiz müsadere kültürüyle ilişkilidir. Cemaat mensuplarının ellerindeki sermayenin nasıl el değiştirdiği de herkesin malumu. Zümrevi siyaset, terlemeden, üretmeden zenginleşmenin bir başka adıdır ne de olsa.

Kısacası devlet zümresi, bir sermaye grubunu çökerterek etkisiz hale getirebilir. Bu konuda sınırları var mı? Belki de müsadere edemeyeceği gruplarla soğuk savaşı tercih edebiliyor ama asla güven temelli veya kurallı ilişkiler kurmuyor. Vakti gelirse pençeyi vururum diye. Bu iklimde birden fazla güç merkezi ihtimali bile bir tehdit olarak algılanır ve doğal gidişatın ultra-merkeziyetçi bir yapı olması da kaçınılmazdır.

Burada halkı ilgilendiren temel sorun şu: Devlet zümresi pastanın büyümesine, ülkenin zenginleşmesine mani olduğu gibi, pastanın eşitsiz paylaşılması için de mekanizmalarını oluşturmuş durumda.

Bu noktada devlet zümresi, Çin gibi nispeten üretken bir kapitalizmi tercih ederek ve güçlendirerek varlığını sürdüremez mi sorusu akla gelebilir. Bunu yapacak devlet kapasitesi ve özellikle bürokratik kapasite Türkiye’de yok. Devlet zümresi, bunun için gerekli planlama altyapısını ve birikimini, dönemsel rakiplerini tepelemek adına yok etmiş durumda ve yerine de bir şey koyabilmiş değil. Pekala otoriterlik ve üretken kapitalizm yan yana olabilir ama bunun için gerekli altyapı Türkiye’de yoktur…

Burada akla şu soru gelebilir: Devlet zümresi sadece siyasetçi ve bürokratlardan mı oluşuyor? Bu indirgemeci bir tasvir olurdu. Zümrenin merkezinde yer aldığı bir çember benzetmesi yapabiliriz. Devlet zümresi, aslında kendi iş insanlarını, sendikacılarını, yargısını, kültür yapılarını ve üreticilerini de yaratıyor.

Bugün mevcut iktidarın seçim kazanması için canla başla çaba harcayan cemaat liderleri de bu zümrenin merkezinde olduğu çemberin içerisindedir. Bu noktada şu soru sorulabilir: Bu düzen dini karakterli midir? Dine hizmet etmekten ziyade, dinin mevcut düzen için istismar edildiği bir durum söz konusu.

CEMAAT LİDERLERİ DE BU ZÜMRENİN MERKEZİNDE OLDUĞU ÇEMBERDE

Bugün mevcut iktidarın seçim kazanması için canla başla çaba harcayan cemaat liderleri de bu zümrenin merkezinde olduğu çemberin içerisindedir. Bu noktada şu soru sorulabilir: Bu düzen dini karakterli midir? Dine hizmet etmekten ziyade, dinin mevcut düzen için istismar edildiği bir durum söz konusu. Bunun temel nedeni de toplumun sırtında yük olan bu zümrenin, kendisini din ve kültür savaşları üzerinden meşrulaştırma ihtiyacıdır. Bu zümre topluma yük oldukça, mağdur edilenlerin düzen eleştirisiyle beraber din eleştirisinin de güçlenmesi tesadüf değildir…

Devlet zümresinin bilinçli tercihleriyle ciddi ölçülerde büyüyen sermaye grupları da bu zümrenin yarattığı çemberdedir. Bu iş insanlarının ihracat teşvikleri ve kamu ihaleleri gibi konularda sürekli kayırılmaları, hatta TBMM’den nokta atışı diledikleri yasal düzenlemeleri çıkarttırabilmeleri elbette bu düzen içerisinde mümkün olabilirdi.

Ama aynı sermaye grupları, devlet zümresinin devlet partisini veya devlet ittifakının iktidara yeniden gelmesi için de maddi fedakarlıklardan kaçınamaz. Bazen yapmak zorunda bırakıldıkları “kayıt dışı” fedakarlıklar can yakıcı düzeylere ulaşabilir ama itiraz hakları yoktur.

Pek çok sermaye grubu elbette kazandıkları, hatta abartılı olarak kazandıkları sürece otoriter bir rejimi tercih ederler. Fakat devlet zümresinin üretimi arttırmayan bir iktisadi yapıyı tercih eymesi, otoriterliği meşrulaştırmak adına sürekli çatışmacı siyaseti körüklemesi gibi potansiyel gerilim unsurları, kriz zamanlarında yük olmaya başlar.

Devlet zümresinin abartılı olarak palazlandığı hemen hemen her düzen iktisadi kriz duvarına çarpar. Çünkü üretken olmayan paydaşlar artar ve otoriter rejimin ekonomi politiği sürdürülebilir olmaktan çıktığı anda da iç kavga depreşir.

Buraya kadar merkezinde devlet zümresi olan çemberin iç dinamiklerine baktık. Bu yazının ikinci bölümünde devlet zümresinin, toplum tarafından nasıl denetlenebileceğine ve kendi olması gereken sınırlarına nasıl çekilebileceğine odaklanacağız. Başka bir ifadeyle özgürlükçü, eşitlikçi ve müreffeh bir Türkiye’ye giden yola dair önerilerimizi paylaşacağız.

Yüksel Taşkın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir