31 Mart Yerel Seçimi ve DEM Parti

31 Mart Yerel Seçimi ve DEM Parti

31 Mart son otuz yılda klişeleşmiş siyasi kabullerin, ezel-ebed varsayılan parametrelerin, ‘Türkiye sosyolojisi’ tipolojilerinin tuzla buz olduğu bir gündü. 31 Mart seçimleri ve kayyıma karşı Van direnişi DEM Parti’nin önüne belki de bir hafta önce tahayyülü zor yeni olanaklar dünyası açtı. Birincisi kayyım siyasetinin yakın gelecek için ‘tereyağından kıl çeker gibi’ gerçekleşecek bir uygulama olarak bertaraf edilmesi DEM’i yıllar sonra tekrar risk değil kaynak dağıtabilir bir parti konumuna getiriyor.


Not: Bu yazının Kurmanci’si aynı gün Le Monde Kurdi‘de yayımlanmıştır.


Türkiye’de siyaseti baş döndürmeye devam ediyor. Ülkenin yetmiş beş yıllık çok partili dönemi için muhtelif yorum yapılabilir ancak bu tarihe dair en kifayetsiz iddia dinamizm ve şaşırtıcılık eksikliği olur. Başka yönleriyle değerlendirmeye geçmeden şunu söylemem gerekir ki 31 Mart son otuz yılda klişeleşmiş siyasi kabullerin, ezel-ebed varsayılan parametrelerin, ‘Türkiye sosyolojisi’ tipolojilerinin tuzla buz olduğu bir gündü. Erdoğan sadece belediyeleri kaybetmedi, bir daha seçim kazanmasına ihtimal bırakacak yerel kaynaklar ağı, tabanının ve kadrolarının moral kondüsyonunu ve ittifakından kopmanın yüksek maliyeti o gün sandığa gömüldü. Öte yandan, ayrı bir kategoride incelenmesi gereken YRP bir kenara bırakılırsa muhalefet cephesindeki en önemli gelişme ise 14 Mayıs öncesi Erdoğan’a karşı konumlanan partilerden sadece ikisinin ayakta kalabilmesiydi: CHP ve DEM Parti.

Seçim Arifesinde DEM Parti

Bu yazıda genel hatlarıyla bir DEM Parti seçim değerlendirmesi yapacağım. Seçim arifesinde DEM Parti gündeme iç tartışmaları ile geldi. Partinin kamuoyu önünde en tanınan isimlerinde peş peşe gelen 1 Nisan itibariyle Erdoğan ile yeniden ‘çözüm’ görüşmeleri olabileceği türü açıklamalar ve bunlara mevcut parti yönetiminden gelen değilleyici cevaplar kafa karışıklığı yarattı, ‘DEM Parti’de neler oluyor?’ sorularına yol açtı. Bu bağlamda gözler özellikle 31 Mart’ın en çekişmeli adresine, yani partinin 14 Mayıs’ta % 8.2 oy aldığı İstanbul’a çevrildi. Zaten İstanbul’da patinin tavrı yukarıdaki tartışmalar büyümeden de Başak Demirtaş’ın adaylığı etrafında polemik konusu haline gelmişti. Sonuçta Başak Demirtaş olmasa da partinin ağır toplarından ve HDP’de Selahttin Demirtaş’ın en yakın çalışma arkadaşlarından Meral Danış Beştaş aday gösterildi. Partinin kayda değer oy desteğini haiz olduğu metropollerde Mersin dışında neredeyse her ilde DEM yarışa dahil oldu. Ankara’da Gültan Kışanak, İzmir’de Akın Birdal gibi HDP geleneğinin güçlü isimleri aday gösterildi.

Daha önceki yazımda ifade ettiğim gibi, gelinen noktada DEM tabanında uzamsal ölçekte (Türkiye metropolleri, Kürt illeri ve ülke dışındaki diyasporalar) çoklu siyasal pozisyonlar oluşmuş durumda. Bu noktada metropollerde son on yıllık cumhurbaşkanlığı veya belediye başkanlığı seçimlerine baktığımız zaman şöyle bir eğilim  göze çarpıyor: Partisinin rekabetçi olmadığı, yani birinci veya ikinci çıkamyacağı seçimlerde mevcut iktidar bloğuna karşı oy kullanmak. Bu eğilim ülkedeki polarizasyon arttıkça daha fazla moment kazanıyor. Bu sonucun tek sebebi şüphesiz Erdoğan’ın siyasi fikirlerine karşıtlık değil. DEM seçmeninin ağırlıklı kısmını temsil eden Kürtler büyük ölçüde kentlerin marjinlerinde, prekarya koşullarında hayatını kazanmaya çalışan kent yoksullarından oluşuyor; yani rejimin ekonomik siyasetinin en fazla etkilediği kesimlerden. Buna AKP-MHP ittifakının dozu giderek yükselen Kürt karşıtı, ayrımcı söylem ve siyasetini de eklemek gerekir. Ayrıca, artık İstanbul’da ikinci kuşak olarak yetişen Kürt gençlerinin en hızla sekülerleşen bir grup olduğunu gözlemleniyor. Son olarak, en az son on yılda HDP/DEM seçmeni ile sol siyasal gruplar arası etkileşimi ve CHP seçmeniyle sandıkta Erdoğan’a karşı oy kullanmanın yerellerde yarattığı kaynaşmayı da eklemeliyiz.

Bu noktada ilginç iki veri: HDP’nin en tanınan ve takdir toplayan ismi Selahattin Demirtaş cumhurbaşkanı adayı olduğu 24 Haziran 2018 seçimlerinde metropollerde ve HDP’ye milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde verilen oylar arasında açılan makas: Demirtaş İstanbul’da partisine verilen oyların % 57’sini, İzmir’de % 52’sini, Ankara’da ise sadece % 32’sini alabildi.[1] Benzer bir biçimde 2014 belediye seçimlerinde Gezi eylemlerinin ardından popülaritesinin en yüksek olduğu bir anda HDP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olan Sırrı Süreyya Önder, CHP’nin adayı ise Mustafa Sarıgül olduğu halde % 4.83 oy alabildi. Bir yıl sonraki seçimlerde HDP İstanbul’da % 12.6 oranında oya ulaşacaktı. Kısaca HDP/DEM’in bilhassa metropollerdeki seçmeninin Türkiye’de en kuvvetli Erdoğan otoriterliği karşıtlığı sergileyen kesimlerden oluştuğunu tekrar vurgulamak gerek.

Katılım oranlarının temelden değiştiremeyeceği bir durum HDP/DEM seçmeninin kendi parti adayı yerine ‘kazanacak’ rejim karşıtı adaya oy verme eğiliminden bugüne kadar en büyük avantajı İmamoğlu sağlamış olması. Burada DEM seçmeninin çok net rejim karşıtı pozisyonu yanında İstanbul seçimlerindeki sert kutuplaşma, kente dair beklentiler ve ekonomik durum önemli etkenler olarak duruyor.

DEM Parti Seçmeni İstanbul’da Neden İmamoğlu’nu Tercih Etti?

Bununla beraber yukarıda belirttiğim gibi DEM Parti’nin ve Kürt Hareketi’nin kimi etkili isimlerinden gelen 1 Nisan imaları ve buna paralel Erdoğan ile yakınlaşma isteği ifade eden açıklamalar partinin özellikle İstanbul’da alacağı oyu—daha doğru ifadeyle Ekrem İmamoğlu lehine vereceği fireyi—hem AKP ve CHP hem de yeni bir ‘süreç’ beklentisini seslendirenler cephelerinde endişe kaynağı oldu. Parti seçmeninin önceki sandık temayüllerini ve mevcut konjonktürü dikkate alarak 14 Mayıs 2023’te kentte YSP’ye oy veren seçmenin %60 gibi bir oranının İmamoğlu icin oy vereceğini öngörmüştüm. 31 Mart sonuçları oransal firenin bundan da yüksek, % 75 civarı çıktığını gösteriyor. Oy sayısı üzerinden bakılırsa bu fire %80’e yaklaşıyor. Ancak bu hesaplamalarda büyük bir sorun katılım oranlarının partilere göre hangi oranda değiştiği ve DEM özgülünde de parti adayına veya İmamoğlu’na oy verecekler arasında katılımda bir fark olup olmadığı. Eldeki verilerle net bir yorumda bulunmak mümkün değil. Ancak İstanbul’da partinin en yüksek oranda/sayıda oy aldığı Esenyurt, Arnavutköy, Bağcılar, Esenler, Küçükçekmece, Sultanbeyli gibi ilçelerdeki katılım oranlarını hem 31 Mart’ta hem de 14 Mayıs’ta bu ilçelerin il katılım oranıyla karşılaştırırsak göze çarpan tek belirgin katılım düşüklüğü Esenyurt’ta.

Her halükarda, katılım oranlarının temelden değiştiremeyeceği bir durum HDP/DEM seçmeninin kendi parti adayı yerine ‘kazanacak’ rejim karşıtı adaya oy verme eğiliminden bugüne kadar en büyük avantajı İmamoğlu sağlamış olması. Burada DEM seçmeninin çok net rejim karşıtı pozisyonu yanında İstanbul seçimlerindeki sert kutuplaşma, kente dair beklentiler ve ekonomik durum önemli etkenler olarak duruyor. Ekrem İmamoğlu’nun CHP Afyon Belediye Başkan adayına verdiği sert ve net cevap, Kürtlere sembolik sıcak mesajların da rolü olduğu açık. Ayrıca DEM eşbaşkan adaylarının çok görünür ve agresif bir kampanya yürütmediklerinin de altını çizmeliyiz. Son olarak, parti örgütünün (ve de kimi HDK bileşenlerinin) İstanbul yerellerinde seçmenin İmamoğlu’na yönelmesini kolaylaştırıcı esnek tutum takınmış olabileceğine dair emareler de var.

Bununla beraber Leyla Zana başta olmak üzere önde gelen kimi isimlerin İstanbul’da Kürt seçmene yaptığı ısrarlı DEM Parti’ye oy verme çağrılarının büyük bir etkisi olmadığı anlaşılıyor. Öte yandan 30 Mart akşamına kadar kamuoyunda Demirtaş’ın İstanbul seçmenine yollayacağı beklenen ‘mektup’ merak konusu oldu. O mektup gelmedi. Ama diyelim ki Demirtaş bir açıklama yapsaydı ve çok net ifadeyle İmamoğlu’na oy verilmemesi çağrısı yapmış olsaydı DEM seçmeninin eğilimi değişir miydi? Muhtemelen, bir karşılığı olurdu. Ancak sonuç üzerinde radikal bir fark yaratacağını düşünmüyorum. Bu bağlamda 23 Haziran 2019’da Ali Kemal Özcan’ın okuduğu Öcalan mektubunu hatırlamak yerinde olur. Birçok analist 23 Haziran seçimi sonrasında Kürt seçmenin Öcalan yerine Demirtaş’ı dinlediği yorumunda bulunmuştu. Bu tür yorumlara da katılmıyorum. Zira burada isimler, çağrılar ötesinde son otuz yılda oluşmuş bir olgu, bir temayül söz konusu. Daha doğrudan söylersem İstanbul gibi metropollerde şekillenmiş yeni ve herhangi farklı öncelikli veya dar Kürdistani bir projeye veya yaklaşıma araçsallaşmaya meyletmeyecek bir Kürt siyasal pozisyonu belirmiş durumda. Kürt Hareketi’nin Zor Dönemeci yazı dizisinin ikinci kısmında daha detaylı tartışacağım gibi DEM Parti’nin gelecekteki başarısı bir yandan da bu olguyu hesaba katıp farklı seçmen gruplarına seslenen çoklu ama uyumlu bir söylemle siyaset yapabilmesi ile test olacak.

DEM Parti’nin Kürdistan Performansı

31 Mart Yerel Seçimleri Kürt illerinde HDP/DEM Parti için bir dönüm noktasına işaret ediyor. 7 Haziran 2015’ten beri devam eden oy erimesi ve büyüyememe serisi frenlendi ve son on yılda ilk kez partiye olan destek yükselişe geçti. Parti, Kilis, Gaziantep, Adıyaman gibi %20 altında oy aldığı illeri de kapsayan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, oy oranını Mart 2019’a göre %25.6’dan %32.5’a yükseltti. Bu sadece 230 bin daha fazla oy almasına ve yaklaşık %28 oranında bir yükselişe degil aynı zamanda bölgede AKP’yi üç puan geride bırakarak birinci parti konumuna gelmesine işaret ediyor. Doğu Anadolu Bölgesi’nde ise DEM oransal payını %21.7’den %23.1’e yükseltti. Bu oranlarla parti üçü büyükşehir, yedi il, elli sekiz ilçe ve on belde olmak üzere yetmiş sekiz belediye kazandı. Bu sayı 2019 yerel seçiminde (üç büyükşehir, beş il, kırk beş ilçe ve on iki belde belediyesi) altmış beş idi. Bu noktada bütün bu başarıların bu defa çok sistematik planlandığı ve yürütüldüğü açık olan taşıma oy uygulaması gölgesinde gerçekleştiğinin altını çizmek gerekir. Bu durumun üç ilde (Kars, Bitlis ve Şırnak) ve kimi ilçelerde (Uludere, Savur, Çukurca, Şemdinli, Hazro, Eğil, Gerçüş) sonucu DEM Parti aleyhine değiştirdiğini düşünmemizi sağlayacak kamuoyuna sunulmuş veriler mevcut.

DEM Parti’nin Kürt bölgesindeki performansı iller bazında farklılıklar gösteriyor. Parti desteğinin il merkezlerinde en büyük oransal artış gösterdiği yerler sırasıyla Dersim (%42), Ağrı %37.7) ve Muş (27.6) oldu. Belediye sayısının en çok arttığı iki il ise Urfa (6) ve Van (4). Öte yandan partinin belirgin erime gösterdiği bir bölge Bingöl. 14 Mayıs genel seçimlerinde YSP’nin dördünde önde çıktığı Bingöl ilçelerinde 31 Mart’ta DEM Parti kayda değer kayıplarla karşılaştı. Parti çok köklü desteği haiz olduğu Karlıova başta olmak üzere, Genç, Merkez ilçe ve Solhan’da Mart 2019’a kıyasla kayda değer oy kaybı yaşadı. Bingöl’deki durumun HDP’nin son on yıldır özellikle Kürt illerinde maruz bırakıldığı organizasyonel kapasite düşüşünün bir sonucu olarak okunması mümkün.

Kısacası rejimin yeni kolonyal stratejisi ilk dönemeçte bir tek büyük yara almadı, dahası alternatif olarak sahaya sürülmek için ısıtılan Hüda-Par’ın mevcut konjonktürde ancak AKP’den eksilterek, yani iktidarın doğrudan gücünün altını oyarak palazlanabileceği görüldü.

İlk Denemede Hüsrana Uğrayan Yeni Kolonyal Strateji

Kürt illerinde DEM’in seçim performansını değerlendirmemiz gereken bir başka kriter ise partinin Kürtlerin kolektif hak taleplerinin ve siyasal birliğinin meydan okunamaz temsilcisi olma iddiası. Bu kriter bilhassa 14 Mayıs seçimi ile birlikte yeni bir mecraya girdi. Zira Hüda-Par’ın Cumhur İttifakına dahil olmasıyla birlikte rejimin Kürdistan siyasetinin, bir başka ifadeyle kolonyal stratejisinin, mimarisi yeniden düzenlendi. Kolonyal stratejide ilk dramatik manevra 7 Haziran sonrası vuku bulmuştu. Kobane eylemleriyle başlayan, Haziran seçimleri ve de ‘sürecin’ sonlanmasıyla iyice belirginleşen yeni siyasete göre rejim kadim iyi Kürt – kötü Kürt oyununu bir kenara atıp devlet taraftarı Kürtlerin dahi aracılığına veya o kimlik üzerinden siyasi pozisyon beklentilerine son verdi. Bunun net bir ifadesi kayyım siyasetinin yerli unsurlar değil doğrudan devlet görevlileri eliyle yürütülmesiydi. 14 Mayıs sonrası ise, Hüda-Par alternatif kolektif hak aktörü olarak kenarda ısıtılmaya başlandı. Bu yeni kolonyal stratejinin dizaynı Ankara’da yapılsa da parlatılmasını sağcı-gelenekselci kimi Kürt çevrelerle beraber özellikle KDP medyası üstlendi. Zira, bu yeni siyaset Türkiye’nin daha geniş bölgesel, ‘sınır ötesi’ pozisyonu ile de uyumlu bir hal alacaktı. Bu arada parlatılması diyorum, çünkü, birincisi Hüda-Par Kürtler adına hak talep eden bir çevre imajından ve konumundan yoksundu. İkincisi, nüfuzunun Diyarbakır ve Batman (ve birkaç kasabaya) sıkışmasının sebebi Kürtler arasında salt Hüda-Par versiyonu İslamcı fikirlere rağbet olmaması değil Hizbullah hareketinin 90’lardaki canice eylemleri sebebiyle Kürt kamuoyundaki itibarsızlığıydı.

31 Mayıs bu yeni stratejinin görücüye çıkacağı bir sahneydi. Burada iki önemli başarı kıstası Hüda-Par’ın Kürtlerin kolektif hak talebi yükselten kesimlerinden, yani esas olarak HDP/DEM Parti seçmeninden, oy alması ve etkili olduğu yerlerde (Diyarbakır, Batman) belirleyici bir güç konumuna büyümesi; ikincisi, Kürt illeri geneline yayılabilmesi. Bu iki kıstasa göre de Hüda-Par seçimden büyük hayal kırıklığı ile çıktı. Birincisi, evet, Diyarbakır ve Batman’da Hüda-Par oyları kayda değer bir artış gösterdi.[2] Ne var ki bu oylar umulduğu gibi hak talep eden Kürtlerden ve/ya HDP/DEM Parti tabanından değil, devlet oyları kategorisinden ve özellikle AKP’den Hüda-Par’a yöneldi. Kürt illerinin tamamında Hüda-Par’a HDP’den oy gitmiş olabileceği düşünülebilecek sadece dört ilçe görünüyor (İdil, Mazıdağı, Derik ve Kozluk). Bu örneklerde de sayısal olarak ancak en fazla %1-3 mertebesinde geçiş mümkün. Ayrıca partinin adayları sadece dokuz ilçede %10’u[3] ve yalnızca bir ilçede %20’yi[4] aşabildi. Dahası Hüda-Par’ın DEM oylarını ikisi Adıyaman’da, dördü Bingöl’de beş ilçede geçebildi. Bunlar arasında DEM Parti’nin iddiası olan tek ilçe ise Bingöl, Karlıova, ki buradaki özgün durumu yukarıda açıklamaya çalıştım. Son olarak Hüda-Par seçimlerde sadece Batman’da bir belde belediyesi kazanabildi. İkinci kıstas, yani Hüda-Par desteğinin Kürt illerine yayılması konusunda da umduğu sonucu alamadığı açık. Parti Hakkari, Şırnak, Urfa, Siirt, Bitlis Van, Iğdır, Ağrı, Muş, Bitlis, Dersim ve Erzurum’da (istisna  birkaç ilçe[5] dışında) varlık gösteremedi, görünürlük kazanamadı. Kısacası rejimin yeni kolonyal stratejisi ilk dönemeçte bir tek büyük yara almadı, dahası alternatif olarak sahaya sürülmek için ısıtılan Hüda-Par’ın mevcut konjonktürde ancak AKP’den eksilterek, yani iktidarın doğrudan gücünün altını oyarak palazlanabileceği görüldü.

Son ve belki de en kritik olanı ise HDP/DEM seçmeninin, son dokuz yılda görülmedik  ölçüde ve yaygınlıkta seçilmişlerini sahiplenmesi. Burada şüphesiz çok sayıda etken sayılabilir. Ancak 31 Mart seçimi bağlamında özellikle vurgulamak istediğim bir etken önseçim uygulamasının tabanda bir heyecan ve de daha yüksek sahiplenme duygusu yaratmış olması.

Van’da Kayyım Fiyaskosu

31 Mart itibariyle rejimin yukarıda bahsettiğim yeni kolonyal strateji doğrultusunda, yani bu defa yerel unsurlar eliyle, kayyım uygulamasına devam edip etmeyeceği merak konusuydu. Sandıkların kapanmasının üzerinden kırk sekiz saat geçmeden Van’da mazbatanın açık farkla kazanan DEM Partili Abdullah Zeydan yerine onun yarısından az oy almış AKP’li Abdulhalat Arvas’a verileceği kararı Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Bu kararın gerekçesi İl Seçim Kurulu’nun Arvas’ın Zeydan’ın memnu haklarının iadesi kararına sürenin dolumuna beş dakika kala itirazını kabulüydü. Haberin duyulması üzerine Van’da protesto gösterileri başladı. Türkiye kamuoyunda daha önce Kürtlere yönelik ihlallerde görülmedik yaygınlıkta tepkiler peş peşe yağdı. CHP Van’a heyet göndereceğini ilan etti, TİP genel başkanı ve EMEP temsilcisi dayanışma amacıyla Van’a gittiler. Kürt kamuoyunun tepkisi de sert ve kararlıydı. DEM eşbaşkanları, Leyla Zana, Başak Demirtaş ve DEM milletvekillerinin aralarında olduğu çok sayıda tanınmış isim destek için Van’a gittiler. Bu arada protesto gösterileri Hakkari, Iğdır, Şırnak, Adana ve İstanbul gibi çok sayıda kente yayıldı. Polisin sert müdahalelerine rağmen protestolar artarak devam etti. Van ve Hakkari’den gelen göstericilere yapılan saldırı videoları tepkileri daha da büyüttü. Gerilimin daha da yayılıp, alevleneceği endişesi artarken Yüksek Seçim Kurulu apar topar İl Seçim Kurulu kararını iptal ederek mazbatanın kazanan adaya, yani DEM Partili Abdullah Zeydan’a verilmesine hükmetti.

Yeni kayyım rejiminin ilk olarak zayıf halka görülecek bir noktada değil de Van’da denenmesi oldukça ilginç. Zira Van son yıllarda Kürt Hareketi’nin en belirgin gelişim gösterdiği yerlerin başında gelen bir il. Son Newroz kutlamaları ve 31 Mart seçimi de zaten bu duruma işaret ediyordu. Ayrıca iktidar cenahında henüz 31 Mart yenilgisinin sersemliğinin devam ettiği de açıktı. Zira bu karar AKP çevresinden ve Hüda-Par’ın kimi isimlerce de tepkiyle karşılandı. Her halükarda yeni kayyım dalgası ilk denemesinde Van’daki yoğun direniş, Kürt kamuoyundan gelen sert tepki ve CHP başta olmak üzere Türkiye muhalif çevrelerince gösterilen dayanışma ile püskürtüldü. Bu durumun çok önemli sonuçları olacağı aşikar. Birincisi, rejimin yeni kolonyal stratejisinin yalnız sandıkta değil aynı zamanda ilk somut uygulamasında da kadük kalması. İkincisi, mevcut konjonktürde kayyım siyasetini hayata geçirmenin önceki dönemler gibi kolay olamayacağının görülmüş olması. Üçüncüsü, DEM Parti’ye karşı oldukça efektif yürütülen ve karşılık bulan kriminalizasyon siyasetinin onarılması oldukça zor biçimde yara alması. Son ve belki de en kritik olanı ise HDP/DEM seçmeninin, son dokuz yılda görülmedik  ölçüde ve yaygınlıkta seçilmişlerini sahiplenmesi. Burada şüphesiz çok sayıda etken sayılabilir. Ancak 31 Mart seçimi bağlamında özellikle vurgulamak istediğim bir etken önseçim uygulamasının tabanda bir heyecan ve de daha yüksek sahiplenme duygusu yaratmış olması.

Bu noktada belki de en kritik olanı Kürt Hareketi’nin programatik farkını yansıtacak bir yerel yönetim anlayışı geliştirebilmek. Zira belediyeler 1990’lardan bu yana hareketin yumuşak karnı olageldiler: Hem yeni (sınıfsal) gerilimlerin kaynağı oldular hem de bugün gururla anlatılabilecek bir model yaratmaktan uzak düştüler.

DEM’i Neler Bekliyor?

31 Mart seçimleri ve kayyıma karşı Van direnişi DEM Parti’nin önüne belki de bir hafta önce tahayyülü zor yeni olanaklar dünyası açtı. Birincisi kayyım siyasetinin yakın gelecek için ‘tereyağından kıl çeker gibi’ gerçekleşecek bir uygulama olarak bertaraf edilmesi DEM’i yıllar sonra tekrar risk değil kaynak dağıtabilir bir parti konumuna getiriyor. Bu dinamikleri Kürt seçmen tabanında yükselen moral ile beraber düşünürsek önümüzdeki dönemin DEM için artık Kürt illerinde eriyerek çoğunluğuna tutunma değil genişleme ve güçlenme sürecine evrilmesi gayet muhtemel.  Ayrıca bugüne kadar Türkiye siyasetinde sosyalist sola sıkışmış HDP dayanışma ağının sosyal demokrat ve hatta merkez çevrelere yayılma potansiyeli DEM Parti’ye daha geniş manevra alanı açıyor. Bu noktada kent uzlaşısı ile CHP’nin kazandığı Esenyurt belediyesinin oldukça kritik öneme sahip olacağını vurgulamak isterim. Mevcut konjonktür, ittifak siyasetini gözden geçirmek, metropollerdeki potansiyel seçmene de hitap edecek çoklu ve ayırt edilebilir söylem geliştirebilmek şartıyla 14 Mayıs’ta Batı’da partinin kaybettiği seçmeni yeniden kazanabilmesine oldukça elverişli.

Öte yandan bunların gerçekleşmesi DEM’in bir imtihan sürecini atlatmasıyla mümkün. Bu noktada belki de en kritik olanı Kürt Hareketi’nin programatik farkını yansıtacak bir yerel yönetim anlayışı geliştirebilmek. Zira belediyeler 1990’lardan bu yana hareketin yumuşak karnı olageldiler: Hem yeni (sınıfsal) gerilimlerin kaynağı oldular hem de bugün gururla anlatılabilecek bir model yaratmaktan uzak düştüler. İkinci bir imtihan ise DEM Parti’nin izleyeceği rota, ki bu konuyu Yeni Arayış’taki yazı dizisinde tartışmaya devam edeceğim.

Son olarak, bütün bu iyimserlik çağrıştıran panaromaya ihtiyatla yaklaşmakta fayda var. Zira bu ihtiyatı bir yandan mevcut rejimin krizlerine daha büyük krizler yaratarak çözüm arama alışkanlığı öte yandan küresel ve özellikle Kürtler icin bölgesel ufkun puslu hali elzem kılıyor.


[1] İstanbul %12.7 HDP, %7.2 Demirtaş; İzmir %11.5 HDP, %6.0 Demirtaş; Ankara %6.4 HDP, %2.1 Demirtaş. Kürt illerinde ise Adıyaman ve Ardahan dışında iki oy arasında belirgin bir fark görünmüyor; hatta Şırnak, Hakkari, Batman ve Iğdır’da Demirtaş partisinden az da olsa daha yüksek oy aldı.

[2] Hüda-Par’ın bağımsız adaylarla seçime girdiği 2018 seçimle kıyaslarsak partinin oy oranları Diyarbakır’da %4.5’tan %7.76’ya, Batman’da ise %5.6’dan %12.83’e yükseldi.

[3] Kahta, Samsat, Çınar, Ergani, Batman (merkez),Bingöl (merkez), Solhan, Karlıova, Genç, Kovancılar.

[4] Hani.

[5] Van Muradiye (%9), Muş Korkut (%5.5), Urfa Hilvan (%5.7), Bitlis Merkez ilçe (%5.3).

Yektan Türkyılmaz
Latest posts by Yektan Türkyılmaz (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir