Karanlıkta unutulmak

Karanlıkta unutulmak

En karanlık çağlarda dahi, insanların değerleri, sınırları ve kendi aralarında oluşturdukları hukukları olmuştur. Savaş zamanlarında dahi korumak zorunda kaldıkları yasaları olmuştur. Bu nasıl bir gelişmişlik, bu nasıl bir ilerleyiştir ki, insan, en ilkel zamanlardan bile daha ilkel hale gelebilmiştir. Ya da şöyle sormak gerekir: Hangi ilerleme, hangi medeniyet düzeyi, insanlığın yitiminden, tüm değerlerin kaybolmasından daha değerli olabilecektir? 

İçimde asla sonu olmayan bir isyan söz konusu. Olan biten her şeye şöyle kocaman bir “Yeter artık!” diye haykırasım ve sonunu bir an bile düşünmeden alıp başımı gidesim var. Gidecek bir yer, huzur bulacak güvenli bir liman var mı peki? Dünya bir cehennem. Her bir yanı alev alev yanıyor. Gittiğim hangi yer unutturacak olan biten haksızlıkları, hukuksuzlukları, insanlık kıyımlarını? Hangi mesafe kapatabilecek hiçbir şey yapamamanın verdiği rahatsızlığı, mahcubiyeti ve çaresizliği? Hiçbir yer uzak değil kendinden ve hiçbir yer uzak değil her yeri saran bu derin karanlıktan…

Çığırından çıkmış bir insanlık türü ile kötülük, artık sıradan bir olgu haline geldi. Vahşet haberlerini günlük haberleri izler gibi izliyor, ah vah edip kendi hayatlarımıza dönüyoruz. Dönüyoruz hayatlarımıza lakin, yaşadığımız da söylenemez. Kötülük artık aramızda yaşayan sıradan bir durum olsa da, ruhlarımız alışmıyor bu sıradanlığa. Hepimiz, izlediğimiz, şahit olduğumuz, sessiz kaldığımız o büyük, o dayanılması imkânsız acılar karşısında yitiyoruz birer birer. Nasıl normal bir şekilde devam edebiliriz ki, nasıl hiçbir şey olmamış gibi dünya dönebilir ki? Bir poşetin içine sığdırıyorlar küçücük bedenleri… O masum, o minik bedenler, bir zalimin gözü dönmüş korkaklığında, bir zavallının güç budalalığında, işte insan bu ya, inebileceği en aşağılık seviyeye inen bir caninin kanlı ellerinde, yitip gidiyor birer birer…Yüzlerce, binlerce çocuk… Ne olduğunu bile anlamadan, bir korku filminin içine düşmüş gibi, çaresizce, korkudan tir tir titreyerek can veriyorlar. Henüz ölmemiş olanlar da çoktan ölmüş olmayı yeğliyor…

Ey dünya… Ey insanlık…Ey medeniyet… Bu mu gelebildiğin nihai nokta? Gerçekten başardın mı bu kadar, evet bu kadar kötü olabilmeyi? Dünyanın gözü önünde, birileri daha güçlü olduğu için, güçsüz olanın haklarını gasp ediyor, çocuk demeden, kadın demeden, masum- sivil demeden soykırım yapıyor ve sen gerçekten sadece seyrediyor musun? İnsan haklarından bahseden büyük dünyanın kocaman devletleri, o kahraman örgütleri, o cesur liderleri, tek elinizden gelen, tek yapabileceğiniz, sadece sessizce seyretmek mi?

Bir de ortaya çıkıp, “Devletlerin menfaatleri olur, duyguları olmaz!” minvalinde sözler söyleyerek bu insanlık kıyımına realist bir çerçeveden bakmaya çalışanlar oluyor. Sözüm ona yaşanan caniliğe, bu pencereden bakarsak anlayacakmışız gibi kendilerince bir yaklaşımda bulunmak istiyorlar sanırım. Her bir stratejist, ülkelerin menfaatleri üzerine yorumlar yaparken, Filistin-İsrail Savaşı’nda kimin neden o tarafta olduğunu izah etmeye çalışıyor. Ya da ülkelerin yine menfaatleri gereği neden tarafsız ve sessiz kaldıklarını açıklamaya çalışıyorlar. Bunların bile bu şekilde konuşuluyor olabilmesine içerliyorum. Fazla mı duygusalım, ya da fazla mı iyimser? Hiç sanmıyorum, meselemiz bu değil. İnsan olan, insan kalabilen herkesin öncelikli konusunun orada yaşanan soykırım olması, engelleyebilmek için tüm gücüyle çaba sarf etmesi gerekirken biz, uluslararası ilişkiler teorilerini tartışmamalıyız. Tarihte yaşanan benzer durumlara atıfta bulunarak, ya da yapılan hataları konuşarak vakit kaybetmemeliyiz.

İnsan olan, insan kalabilen herkesin öncelikli konusunun orada yaşanan soykırım olması, engelleyebilmek için tüm gücüyle çaba sarfetmesi gerekirken biz, uluslararası ilişkiler teorilerini tartışmamalıyız. Tarihte yaşanan benzer durumlara atıfta bulunarak, ya da yapılan hataları konuşarak vakit kaybetmemeliyiz.

HANGİ İLERLEME, HANGİ MEDENİYET?

Her durumda, her konuda gelişme göstermeyi becerebilen insan, eğer insani değerler denilince tarihte yaşanılanlarla kıyaslayacaksa kendini, zaten bir arpa boyu yol alamamış demektir. Daha da vahim olanı, insanın başladığı o noktadan çok daha geride olduğu gerçeğidir belki de… En ilkel zamanlarda yaşayan insanlar dahi şu an ki kadar acımasız ve kaidesiz olmamıştır. En karanlık çağlarda dahi, insanların değerleri, sınırları ve kendi aralarında oluşturdukları hukukları olmuştur. Savaş zamanlarında dahi korumak zorunda kaldıkları yasaları olmuştur. Bu nasıl bir gelişmişlik, bu nasıl bir ilerleyiştir ki, insan, en ilkel zamanlardan bile daha ilkel hale gelebilmiştir. Ya da şöyle sormak gerekir: Hangi ilerleme, hangi medeniyet düzeyi, insanlığın yitiminden, tüm değerlerin kaybolmasından daha değerli olabilecektir?

Uzaya gitmenin, Mars’ta yaşamanın, teknolojide sınır tanımamanın bir yolunu arayan ve bulan insan, mevzu bahis olan insani değerler olduğunda sınıfta kalıyor. Bunları yazarken sadece kötülükleriyle dünyayı kana bulayanlardan ya da onlara engel olmayan devlet liderlerinden bahsetmiyorum. İnsan olan herkesin, üzerinde bu sorumluluğu ve bu suçluluğu hissetmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü olan biten hiçbir şey, bir anda ortaya çıkan durumların sonucu değildir. Olan biten her şey, bizlerin, insanlık adına doğru bir duruş sergilemeyişinin eseridir. Düşünmemenin, sorgulamamanın, manipülasyonlara açık olmanın ve her durumda sessiz kalmanın bedelidir. Irkçılık gibi, milliyetçilik gibi, din istismarı gibi zehirli ve tehlikeli oklarla her daim saldırıya açık bir kimlik ile yaşamanın sonucudur.

Yaşadıklarımızı sadece dönemlik sorunlar ya da sıcak çatışma anlarında yaşanan savaşlar olarak görmemeliyiz. Evet, bugün yaşanan zulüm, en somut ve en canlı haliyle gözlerimizin tam önünde cereyan etmektedir. Ve tüm dünya, kötülüğün normalleşmesi ve sadece güçlünün haklı olabildiği bir sisteme tabi olması nedeniyle bu zulüm karşısında sessizdir. Ama tüm bu kederli tablonun içinde en kederli olan kısım ise, geçmişte yaşanan, şu an yaşanmakta olan, gelecekte yaşanacak olan tüm bu insanlık yitimlerinin sorumluluğunun yine insanın üzerinde olduğu gerçeğidir. İnsan, kendini keşfedip, kendi amacına hizmet etmesi gerektiğini idrak edemediği müddetçe, muhakkak ki kendisine isabet eden bir zehirli okla insanlığını kaybedecektir. Bu savaş sonsuzdur ve bu savaşı kazanmanın tek yolu insani değerleri muhafaza etmekten geçmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir