“One Minute”dan “Eine Minute”ye

“One Minute”dan “Eine Minute”ye

2024 Yerel seçimleri Cumhur İttifakı kampanyası, Almanya’dan başlatıldı. 2009’daki “Öne Minute”ten beri, dış politika iç siyasetin aracı olarak kullanılıyor. 2023’e gelindiğinde, ekonomik açıdan içeride ve vizyonsuzlukla dışarıda sıkışmış bir Türkiye tablosu var. Ama gene, iç politikada tribünleri coşturmak için bu sefer “Eine Minute”.

“Almanya ile en gergin ziyaret” demiştik; gerçekten de öyle oldu.

Ziyaret öncesi, “Almanya ve Türkiye’nin Gazze Savaşı’na çok farklı yaklaşımları olması, kendi aralarında bir krize dönüşecek boyuta gelmek zorunda mıydı?” diye sormuştuk.

Yanıtımızı aldık.

Evet zorunluydu; çünkü Mart 2024 yerel seçimleri için Cumhur İttifakı kampanyasının başlangıcı, dün Almanya’da yapıldı.

2009’da “One Minute” çıkışı, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, iç politikada tam manasıyla iktidara getiren ve “Arap sokağında” popülarite kazandıran bir dönüm noktası olmuştu.

O gün, dış politika meselelerinin Türkiye’de iç politika açısından da ne kadar kullanışlı bir malzeme olduğu keşfedildi ve o “iç piyasa enstrümanı” da bir daha elden bırakılmadı…

2009’da, TL-Dolar paritesi 1.5-1.7 seviyesinde seyrediyordu.

Kamu bankalarında yıllarca üst düzey yöneticilik yapan Başkent Üniversitesi Uluslararası Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şenol Babuşçu’nun, 2022’de şöyle bir sosyal medya paylaşımı vardı:

“Bugün en büyük banknot olan 200 TL 1 Ocak 2009’da piyasaya çıkmıştı. O tarihte dolar kuru 1.52 idi. Yani 200 TL. 131 dolara karşılık geliyordu. Bugün 131 dolara karşılık gelecek banknot çıkarılsa 2.500 TL olacak.”

Erdoğan’ın Almanya ziyareti günü ise, 131 dolar 3.800 TL.

2009’da enflasyon %5-6 civarındaydı ve “TÜİK rakamları mı, ENAG verileri mi” gibi ikilemler de yoktu…

Bugün geldiğimiz noktada; 2009’un ekonomik bilançosu bile yok.

Türkiye’nin ekonomisinin yaşadığı darboğazı hepimiz bilfiil görerek, deneyimleyerek yaşıyoruz. Bunun ötesinde de, bir de henüz yaşamadıklarımız var: Türkiye’nin, üzerindeki borç yükünü döndürebilmesi için gelecek bir yıl içindeki dış kaynak ihtiyacı, yaklaşık 200 ilâ 215 milyar dolar arası.

Ve Türkiye’ye, 2023’ün ilk çeyreğinde gelen en fazla doğrudan dış yatırım, yani en kalıcı yatırımı getiren üç ülke şunlar: Hollanda, Fransa ve Almanya.

Dış ilişkilerde “dövmelere doyamadığımız” üç ülkelerden bazıları da aynı zamanda bunlar…

Türkiye dış politikası, kalp krizi geçirmekte olan bir hastanın EKG çizgisi gibi; sadece “alarm veren”, bir anomaliye işaret eden zigzaglarla dolu.

2005 yılında Şansölye olan Angela Merkel ile Erdoğan’ın, iktidarlarının uzun bir dilimini beraber geçirmeleri, birbirlerinin tarzına olan alışkanlıkları, Merkel’in “idareci” diplomasi tarzı gibi sebepler bugüne değin iki ülkenin “kopmadan” gelinmesini sağladı. Elbette, karşılıklı mecburiyetler de kırılma ve kopuşları engelledi.

Almanya ile Türkiye ilişkilerinin tarihi köklülüğü, Almanya’daki yaklaşık 3,5 milyon Türkiye kökenli nüfus gibi, iki ülkeyi daha “pozitif mecburiyetler” de var. Ankara’nın Avrupa Birliği’ne karşı, “Türkiye’deki göçmen nüfusu kullanması/göçmen pazarlıkları” gibi konu başlıkları da var. Ki bunların arasına Ukrayna Savaşı’nda Türkiye’nin, savaşan tarafların ikisiyle de ayrı diplomatik diyaloğunu ayrı “pazarlık vesilesi” olarak kullanması da eklendi.

Peki; tüm bunlar, Türkiye’yi Almanya için ne olursa olsun “vazgeçilmez” kılıyor mu?

Şimdilik “eh işte”; ama sadece şimdilik…

Yaşanan her diplomatik krizin, aheste aheste gelen bir faturası var. 2017’de “Başkanlık Referandum”u da, “dış politikanın iç siyaset için” araçsallaştırıldığı bir dönüm noktası olmuştu. O dönemde, Hollanda ve Almanya’nın Türkiye’nin iç siyaseti ilintili kampanya ve mitinglerin kendi ülkelerine uzanmasına izin vermemesi sonucu Erdoğan, her iki ülkeyi de “Nazi artığı” ve “faşist” olmakla suçlamıştı.

Sahi; o dönemlerde, bu yerli ve milli duruşu desteklemek için, Hollanda’yı protesto etmek amacıyla “portakal bıçaklayanlar” vardı. Bugün, o portakal bıçaklayanlar ne yapıyor acaba?

Portakal bıçaklayarak Hollanda’ya vermek istedikleri zararı veremeseler de; destek oldukları dış politika çizgisi, Türkiye’ye büyük zarar verdi ve vermeye de devam ediyor.

2017’de Almanya’ya; kendi dış politika perspektiflerinden bakınca yapılabilecek en ağır hakaretler yapılıp, “Şu anki uygulamalarınız, geçmişteki Nazi uygulamalarından farklı değil!” dediğinden bu yana, ne oldu? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kaybetti: Schengen ülkelerinin kapısından geçemez oldular. “Sıradan vatandaşları” geçtim, ticareti sürdüren TIR şoförleri bile transit vizelerini alamaz durumda çoktandır.

2017’nin “Nazizm” suçlamaları siyaseten o kadar unutulmamış ki 24 saati bulmayan bir ziyaret için 1500 polis görevlendiriliyor.

Bu kadar mı büyük bir “güvenlik sorunu” Almanya için Türkiye’nin en üst düzey siyasetçisinin ziyareti?

Kaldı ki, Süddeutche Zeitung gibi Münih merkezli önde gelen bir gazetenin “Ey Almanya” manşetine… Bu sayfaya Türkiye’den ulaşmak mümkün olmadığı gibi, Kapıkule sınırı ötesi; “Ey…” in de, Schengen dolaşımı alamadığının bir göstergesi bu manşet.

Geriye, Türkiye’nin iç politika endeksli günlük kaygılar ve keyfiyetle şekillenen dış politikasının ağır mirası kalıyor…

Türkiye dış politikası, kalp krizi geçirmekte olan bir hastanın EKG çizgisi gibi; sadece “alarm veren”, bir anomaliye işaret eden zigzaglarla dolu.

Şimdi de, yerel seçimlere endeksli bir “One Minute” döneminin siyasi kudretini getirmeye çalışan bir tür “Eine Minute”ye tanık oluyoruz.

2009’da değiliz artık; o “eski Türkiye” bile yok.

Ve 28 Mayıs sonrası oluşturulmaya çalışılan “rasyonel politikalar”ın hazin sonunu da, 17 Kasım’daki “One Minute” nostaljisi getiriyor.

Sezin Öney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir