DEM’lendik

DEM’lendik
DEM Parti Can Atalay için AYM’ye başvurdu.

“Dünyayla entegre, haklarının bilincinde ve bunları da yüksek sesle dillendiren” yeni nesil (ve hatta önceki nesil) Kürtler, Türkiye’nin geneliyle ne kadar aynı zihinsel evrende yaşıyor acaba artık?

Türkiye’de siyasetin bir yaz ve sonbaharı; “CHP’de değişecek mi?”, “İYİ Parti, ittifak veya işbirliği yapacak mı?” sorularıyla geldi geçti.

Bu arada, gözlerden ırak biçimde, Mayıs seçimlerinin “Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi”, metamorfoz geçirdi.

Önce HEDEP oldu…

HEDEP, Yargıtay’ın daha önce kapatılan Halkın Demokrasi Partisi’ni (HADEP) andırdığı gerekçesiyle kabul etmediği ismini, “DEM Parti” olarak değiştirdi.

DEM Sözcüsü Ayşegül Doğan, yeni isim duyurusunu yaparken şöyle diyordu:

“Bizim mayamızı harfler değil, halklar oluşturuyor. Bizi tanımlayan direniş azmimiz ve fikrimizdir. Zamanın içinden süzülen bir gelenekten geliyoruz. DEM aynı zamanda nefes, söz, zaman, devran anlamlarıyla da bizi tarif ediyor. DEM devrandır, DEM zamandır.”

“Dem”, her ne kadar Kürtçe ve Türkçe anlamlara sahip olsa da; Kürtçe’de kullanıldığı gibi Türkçe’de kullanılıyor değil. Diğer bir deyişle, “Dem dema meye”, “Zaman bizim zamanımız”.

Muhalefet partilerinin, “gettolarına” kapanması, Türkiye gibi popülist otoriter siyasi sistemlerde, tam da iktidarların isteyeceği şey. DEM, yaşanan “gettolaşma” sürecinin ne kadar parçası olacak?

Evet; “dem”, Türkçe’de de “zaman” anlamına geliyor. Ama Kürtçe’nin aksine kullanıldığı söylenemez. Hatta, Türkçe’de bu kelimenin artık neslinin kuruduğunu söyleyebiliriz.

Buna karşılık, güncel Kürtçe’de sıklıkla kullanılıyor.

Yargıtay’ın “başardığı” şu oldu:

DEM’i, içinden doğduğu diğer partiler ve siyasi hareketlerden farklı olarak bir ilkin öncüsüne çevirmek.

Diğer bir deyişle DEM,1990’da Halkın Emek Partisi (HEP) gibi içinden evrildiği partilerden, kapatmalar, yasaklar, kuşatmalarla ortadan kalkan ama siyasi çizgisi devam eden Kürt politik hareketlerinin ilk Kürtçe isimlisi. İlk Kürtçe isimli parti değil; ama o çizginin ilk “anadilde” ismi olan partisi.

Kamuoyu genelinde “Türkiyelilik” kavramına ikircikli yaklaşanlar, HEP’den DEM’e uzanan 33 yıllık çizgide gelinen yere ne der? Pek de bir şey diyemez; çünkü siyaset genelinde “gettolaşma” sürecine girebiliriz gibi gözüküyor.

“Gettolaşma” derken, herkesin kendine yakın bulduğu veya (tüm bu hukuksuzluklar içinde ne kadar mümkünse) kendi hakkını savunabilecek siyasi partilerin “kabuğuna” çekildiği bir dönemi kastediyorum.

Nasıl Yargıtay, Kürtçe ismin “DEM”lenmesini sağladıysa da; “gettolaşma” sürecini tetikleyen başlıca siyasi hareket de, İYİ Parti oldu. “İşbirliği” tartışmalarına son verirkenki “öfkeli” ve “polemikçi” üslubuyla İYİ Parti, kendini kendi gettosuna kilitledi. Bunu da, Cumhur İttifakı dışında kalan tüm partileri; özellikle de CHP ve işbirliği yapabileceği diğer partileri kendi “gettolarına” itmeye çalışan pasif agresif bir tavırla yaptı.

Muhalefet partilerinin, “gettolarına” kapanması, Türkiye gibi popülist otoriter siyasi sistemlerde, tam da iktidarların isteyeceği şey.

DEM, yaşanan “gettolaşma” sürecinin ne kadar parçası olacak?

DEM, yerel seçimlerde işbirliği yapsa da yapmasa da artık önce Kürtlerin hareketi olacağa benziyor. Ve geldiği sol çizgi, elbette diğer grupları da eşit biçimde kapsar; ama eşitlerin arasında da artık bir öncelik var gibi gözüküyor.

Bir metamorfoz yaşanıyor. Ama bunun gerçekleşeceğini çoktandır söylüyorduk. Ahmet Türk’ün, Şerafettin Elçi’nin bir zamanlar, “Barışı konuşabilecek son nesliz biz” söylemi gerçekleşiyor.

Bu sözler, hep yanlış yorumlandı: Şiddete en sert şekliyle sarılacak nesiller geliyor manasına gelmiyordu bu sözler.

2020’de Rawest araştırma şirketinin, Yaşama Dair Vakfı (YA-DA) ve Kürt Çalışmaları Merkezi ile birlikte yürüttüğü “Türkiye’de Genç Kürt Olmak: Gençleri Tanımak ve Anlamak” çalışmasına yönelik şu yorumları yapanlar bile olmuştu:

“Rawest’in Kürt gençleri arasında sürdürdüğü geniş çaplı araştırma, ‘uzlaşılacak son nesil biziz, bizden sonrası fırtına gençlik’ anlatısını doğrulamıyor. Gençler dünyayla entegre, haklarının bilincinde ve bunları da yüksek sesle dillendiriyor, ancak şiddeti araç olarak benimsemiyor.”

“Kürtler” ve “şiddet” kavramını ayrı düşünemeyen anlayışın bir yansıması olarak, “barışı konuşmamanın” veya “uzlaşmamanın” başka ifadeleri olabileceği de düşünülememiş belli ki…

“Dünyayla entegre, haklarının bilincinde ve bunları da yüksek sesle dillendiren” yeni nesil (ve hatta önceki nesil) Kürtler, Türkiye’nin geneliyle ne kadar aynı zihinsel evrende yaşıyor acaba artık?

Konuşmamak, ilgilenmemek; kalpler ve zihinler de kopmak da, “barışı konuşmayı” engeller. Tam da böyle oldu ve oluyor zaten.

Ve aynı zamanda, Türkler tarafında da o son nesil gitti. Artık hem Kürtlerin hem Türklerin; Türkiye’deki herkesin muhattap aldığı, herkesin sözüne kulak kesileceği kaç kişi var? Daha doğrusu öyle insanlar var mı?

Dahası, “eşit yurttaşlık”, “eşit haklar” üzerinden bugünün Türkiyesi’nde kim kimle neyi konuşabilir? Kürtler, hak ve hukukun kalmadığı bir ülkede, kiminle “eşit vatandaş” olmak istesinler?

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının herkes için ortak biçimde itibarsızlaştırıldığı bir ülkede, hepimiz “haksızlığa” uğramış durumdayız aslında.

DEM, yerel seçimlerde işbirliği yapsa da yapmasa da artık önce Kürtlerin hareketi olacağa benziyor. Ve geldiği sol çizgi, elbette diğer grupları da eşit biçimde kapsar; ama eşitlerin arasında da artık bir öncelik var gibi gözüküyor.

Sezin Öney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir