Anayasal hukuk sistemi santim santim çürürken…

Anayasal hukuk sistemi santim santim çürürken…

Bugün yaşanan hukuksuzluklar sırf “ötekinin” başına geliyor diye sessiz kalan yığınlar yarın kendi başlarına da hukuka aykırılıklar geldiğinde yanlarında kimseyi bulamayacaklar. Bugün sırf iktidarın köşelerini tutuyorlar diye hukuk ve adalet terazisinin kantarını kendileri lehine yontanlar yarın devran döndüğünde kendi elleriyle bozdukları terazinin kantarından adalet bekleyecekler. 

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin ikinci kez hak ihlali kararı verdiği Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Can Atalay hakkındaki dosyayı yeniden Yargıtay’a gönderdi. Anayasa Mahkemesi açıkladığı gerekçeli kararında, ‘’Kamu gücünün eylem, işlem ve ihmallerinin Anayasa’ya uygunluğunu kesin ve bağlayıcı olarak karara bağlama yetkisi münhasıran Anayasa Mahkemesine aittir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluyla bir temel hak ve özgürlüğün ihlal edildiğine karar verdiğinde herhangi bir merciin bu kararın Anayasa’ya veya kanuna uygun olup olmadığını inceleme ve denetleme yetkisi bulunmamaktadır.’’ ifadelerini kullandı ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bireysel başvuruya konu ihlal kararının yerel mahkemece alınan karara ilişkin olmadığını değerlendirdi ve yeniden Yargıtay’a gönderdi.

Anayasa’nın 153. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Türkiye hukukunda normlar hiyerarşisi Anayasa; haklarla ilgili anlaşmalar; kanun ve KHK; diğer anlaşmalar; tüzük; yönetmelik ve genelge olarak sıralanır. Yani ilk derece mahkemesi olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Türkiye’de en üst yargı mercii olan Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararına direnme yetkisi yoktur ve kararı sorgulamadan derhal uygulamakla yükümlüdür.

Daha önce de Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin ilk hak ihlali kararında belirtildiği şekilde yeniden yargılama yapmaya yetkili makam olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dosyayı iade etmesi gerekirken Türkiye hukuk sisteminde yeri olmamasına rağmen Anayasa Mahkemesi kararına uymama şeklinde bir karar vermişti ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.

Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye’nin bir “hukuk devleti” olduğu belirtilse de ortada derin bir yargı ve hukuk krizi olduğu aşikâr. İlk derece mahkemeler kendilerinden üstte olan Anayasa Mahkemesi kararlarına direnip yetkilerini aşıp uymayarak anayasayı askıya almış durumdalar. Peki; hukuka aykırı kararların altına imza atan bu mahkemeler neye güvenerek bunu yapabiliyorlar? Tabii ki siyasi iktidara güvenerek yapıyorlar çünkü Türkiye’de yargı artık siyasal iktidarın bir maşası haline geldi ve siyasal iktidarın hoşuna gitmeyen hiçbir kararın altına imza at(a)mıyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’a dair verdiği ilk karardan sonra şu ifadeleri kaydetmişti:

“Her şeyden önce Yargıtay’ın bir yüksek mahkeme olduğunu herhalde kimse inkâr edemez. Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi. Bu da bizi ciddi manada üzmektedir. Şu an itibarıyla Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez. Anayasa Mahkemesi’nin kararına karşı Yargıtay da şu anda demiştir ki ‘Sen yüksek mahkemeysen ben de yüksek mahkemeyim ve yüksek mahkeme olarak da şu anda sizinle ilgili bir yaptırımı ben de talep ediyorum.’ Bu talebinin gereğini bekliyor ve bu talebine karşı bunun gereğini yerine getirecek olan merci neresiyse o merciden bu talebini istiyor.”

İktidar ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise Can Atalay kararı sebebiyle Anayasa Mahkemesi üyelerini hedef alıp AYM’nin kapatılması isteğini tekrarlayarak, AYM Başkanı Zühtü Arslan’a “Bay Zühtü, senin ipin kimin elinde” dedi. Yeni anayasa sürecinde AYM’nin yapısında radikal değişiklikler yapılması, aksi takdirde AYM’nin kapatılması gerektiğini dile getiren Bahçeli dokunulmazlık sınırının gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrılmış oldukları ve birbirlerinin yetki alanlarına müdahale edemeyecekleri anlamına gelir. Ancak Türkiye’ye hâkim kılınan tek adam rejimiyle birlikte tüm kuvvetler tek bir kişinin iradesine hapsedilmiş durumda.

Kuvvetler ayrılığı veya güçler ayrılığı ilkesi; devlet organları olan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrılmış oldukları ve birbirlerinin yetki alanlarına müdahale edemeyecekleri anlamına gelir. Bu model devletin her biri birbirinden ayrı ve bağımsız güçlerdeki kol ve sorumluluk alanlarına ayrıldığı ve böylece her bir güç ve kolun bir diğeri ile güç ve sorumluluk alanları bakımından bir çatışma yaşamalarını engellemek için vardır. Ancak Türkiye’ye hâkim kılınan tek adam rejimiyle birlikte tüm kuvvetler tek bir kişinin iradesine hapsedilmiş durumda.

Türkiye’de yargı derin bir kokuşmuşluk ve çürümüşlüğe esir olmuş durumda. Çeteler ve suç örgütleri devşirdikleri hâkim ve savcılar üzerinden diledikleri kararı parayla aldırır hale geldiler. Yargıdaki kadrolaşma siyasi güç odaklarının, cemaatlerin ve tarikatların ambargosu altında. Bu tespitler artık yargının üst düzeyinden resmî olarak yapılıyor. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) gönderdiği üç sayfalık şikâyet mektubunda özetle şunları söylemişti:

“Uyuşturucu gibi kötü bir melaneti hoş gören, örgüt elebaşlarını yeni suç işleyeceklerini bile bile yargılama bile yapmadan salıveren, kimyasal zehirlerin toplumu çürütmesine katkı sunan, çalışma arkadaşlarımız üzerinde korku imparatorluğu oluşturup mobinge maruz bırakan, tavassutta bulunan, yargılamayı etkilemeye teşebbüs eden örgütlü ya da örgütsüz yargıdaki bu yapıların çökertilmesi için gereğinin yapılması yüksek takdirlerinize arz olunur.”

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) “Bir Bakışta Hükümet 2023” raporuna göre, Türkiye yargıya güvende 38 üye ülke arasında 36’ncı, sıralamaya 7 aday ülke dâhil edildiğinde ise 40’ıncı sırada bulunuyor. 2010’da yüzde 59 olan yargıya güven 2020’de yüzde 37, 2022’de ise yüzde 33’e kadar gerilemiş durumda. Dünya Adalet Projesi’nin 2022 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde de Türkiye 0.42 puanla 140 ülke arasından 116. sıraya yerleşti. Vatandaşların sadece yüzde 15’i yargının bağımsız olduğunu düşünüyor.

Yargıya güven ve hukukun üstünlüğüne inanç bir ülkede hayatın sağlıklı biçimde yürüyebilmesi için olmazsa olmazdır çünkü hukukun güçlü olmadığı bir iklimde herkes bir süre sonra kendi adaletini aramanın peşine düşer. Hangi siyasi yelpaze, inanç, etnik köken, ekonomik sınıf olursa olsun; herkesin adalete bir gün mutlaka ihtiyacı olacaktır.

Bugün yaşanan hukuksuzluklar sırf “ötekinin” başına geliyor diye sessiz kalan yığınlar yarın kendi başlarına da hukuka aykırılıklar geldiğinde yanlarında kimseyi bulamayacaklar. Bugün sırf iktidarın köşelerini tutuyorlar diye hukuk ve adalet terazisinin kantarını kendileri lehine yontanlar yarın devran döndüğünde kendi elleriyle bozdukları terazinin kantarından adalet bekleyecekler.

 

Savash Porgham

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir