Yazarlığa ısınmanın güçlükleri

Yazarlığa ısınmanın güçlükleri

Yazıyla profesyonel bir ilişki kurmamamın altında yatan bir kompleksten de bahsetmeliyim. Herkeste “baba kompleksi” olacak değil ya, benimki de “amca kompleksi”. Adını taşıdığım amcam Sadık Özben döneminin en büyük yazarlarından biriydi. Yeni Gündem diye bir dergide yazardı.

Değerli gazeteci dostum Murat Aksoy bana Yeni Arayış’ta bir köşe açmayı önerdiğinde nedense hayır diyemedim. “Herhalde,” dedim daha sonra kendi kendime, “için için hep bunu bekliyordun ondan…”

Şimdi, bunun birkaç sebebi var, tek tek izah edeyim. Bir kere, benim daha öncesinde bir yazarlık geçmişim yok. Aslında yazıya dair tek taraflı bir ilişkim var desem daha doğru olacak, platonik bir ilişki: Ben onu seviyorum, ilgileniyorum, okuyorum ama o benim varlığımdan beri haberdar değil.

Neyse, yazıyla profesyonel bir ilişki kurmamamın altında yatan bir kompleksten de bahsetmeliyim. Herkeste “baba kompleksi” olacak değil ya, bende de “amca kompleksi” var. Benim amcam döneminin en büyük yazarlarından biriydi. Yeni Gündem diye bir dergide yazardı. Çok sıkıcı bir dergi olduğu için amcam olmasa birkaç aya kapanmaları kaçınılmazmış. Ama amcam bir girmiş yazı dünyasına, bir esmiş rüzgârlarcasına, satışları patlatmış, Yeni Gündem’i kurtarmış.

Bu dergi bizim aile koleksiyonunda olmasına rağmen ben sadece amcamın yazılarını okudum -dediğim gibi, diğerleri çok sıkıcı. Zaten ne dediklerini de uzun boylu anladığımı söyleyemeyeceğim. Ama şu teklif gelip de yazının başına oturduğumda içimin nasıl pırpır ettiğini, nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Bir türlü yazacak bir kelime bulamadım. Sonra, amcam sağ olsun, açtım kitabını, onun ilk cümlesini birebir geçirdim. Geçiriş o geçiriş, işte gördüğünüz -daha doğrusu okuduğunuz- gibi devamı geldi.

Evet, ihtiyar okurlar muhtemelen Sadık Özben’in yazıya geri döndüğünü görünce heyecanlanmışlardır ama onun amcam değil de ben olduğumu fark ettiklerinde ne düşünürler bilemem. Gene de yaşıtlarım gibi onları da memnun etmek için, elimden geleni yapacağımı söyleyebilirim.

Evet, ihtiyar okurlar muhtemelen Sadık Özben’in yazıya geri döndüğünü görünce heyecanlanmışlardır ama onun amcam değil de ben olduğumu fark ettiklerinde ne düşünürler bilemem. Gene de yaşıtlarım gibi onları da memnun etmek için, elimden geleni yapacağımı söyleyebilirim.

Bu ilk yazıda amcama dair merakı gidermek istiyorum, zira Yeni Gündem’den beri bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar yazsa da aradığı o mecrayı bulamadığı için yazarlık hayatına son verip mimarlığa döndü. Maalesef, Toplu Eserleri de bir ciltle sınırlı kaldı. Bunun iki sebebi var: Birincisi, pek tabii ki erken vefat etmesi; ikincisiyse, söylediğim gibi, yazarı olmaktan mutluluk duyacağı bir adres bulamaması. Aslında Nevle yengem anlatırdı, yazarlığı bıraktığı dönende dahi amcam binlerce sayfa yazı yazmış, yazmış ama bir yerde yayınlatmamış, sonra su mu basmış bir şey olmuş, yazıların hepsini sel almış götürmüş. Kötü bir mizah anlayışım olsa, “suya yazmış,” derdim, bakın demiyorum.

Yengemlerin evi iki katlıydı. Dubleks ama tersinden. Ters dubleks. Yukarı çıkacağına aşağı iniyorsun. Ben çocukken o eve çok giderdim. Aile içi meseleleri aslında anlatmak istemiyordum ama heyecanıma verin, içimde tutamayacağım. Hem sonra başkasından duyarsınız, mahcup olurum, en iyisi benden duyun.

Yeni Gündem’de büyük şöhret olunca amcamın oturuşu kalkışı değişmiş, yengemin deyişiyle başka bir adam olup çıkmış. Amcamın yayınlanmamış yazılarının olduğu odaya su basmasında yengemin bir dahli olduğunu düşünüyorum çünkü evin geri kalanı kupkuru kalmış. Şöhretin amcama ağır geldiğini söylerdi yengem. Amcam baktı ki şöhreti artık taşıyamıyor, daha genç bir kadının yardım etmesini istemiş. Yengemle boşandılar. Sonrasında, hayatının ikinci baharında -bu galiba sonbahar oluyor- o taraklarda bez edinemeden rahmetli oldu.

Aile içinde hiç konuşulmaz ama basit bir biyoloji bilgisi ve zamanlama hesabı sonucunda, amcamın yapmayı düşündüğü şeyleri o günlerde babamın yapageldiği anlaşılıyor. Ben amcamın rahmetli olmasından birkaç gün sonra dünyaya gelmişim. Tekne kazıntısı dediklerinden. Aile çok üzgün, onun adını bana vermişler, bende yaşamasını istemişler. Bu iyi bir niyet gibi gözükebilir ama mesele o kadar basit değil. Ölen için hiçbir şey değişmiyor, hatta daha da iyi, yeni bir bedende dünyaya geliyor, takılıyor falan. Ama yaşayan için durum biraz farklı. Şöyle düşünün, şimdi aile mezarlığına gittiğimde, kendi adımın yazdığı mezar taşını görüyorum.

Murat Aksoy’un benden beklentisinin farkındayım. Sorumluluğum büyük. Herkes gözümün içine bakıyor. Amcamın Yeni Gündem’de yarattığı etkiyi benim de Yeni Arayış’ta yaratmam umuluyor.

Tanışma faslını burada keseyim, haftaya pazar yeniden görüşürüz.

Sadık Özben
Latest posts by Sadık Özben (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir