Avrupa Parlamentosu seçimleri: Göç, aşırı-sağ partiler ve Avrupa’nın ruhu 

Avrupa Parlamentosu seçimleri: Göç, aşırı-sağ partiler ve Avrupa’nın ruhu 

Mayıs ayında yapılan bir araştırmaya göre seçmenler için hayat pahalılığından sonra ikinci önemli endişe kaynağı göç. Kamuoyu araştırmalarına dayanarak yapılan tahminler aynı zamanda parlamentoda popülist radikal sağ partilerin AB genelinde oy ve sandalyelerini arttıracağını ve birçok ülkede sağa doğru büyük bir kayma yaşanacağını öngörüyor.

Avrupa Birliği’nin yasa yapıcı organlarından olan Avrupa Parlamentosu’na girecek 720 temsilci için 6-9 Haziran 2024 tarihlerinde 27 üye ülkede seçimlere gidilecek. Bu oylama, AB’nin gelecekteki siyasi yönü açısından belirleyici bir an teşkil ediyor. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’nin en önemli kurumlarından biri ve doğrudan vatandaşlar tarafından seçilen tek kurum. İşlevsel olarak yasama organı olan AP, mevzuatın onaylanması ya da reddedilmesi, denetimin gerçekleştirilmesi ve bloğun yedi yıllık bütçesinin onaylanmasında önemli bir rol oynuyor. Ayrıca yeni oluşacak parlamento, Avrupa Komisyonu’nun bir sonraki başkanını da seçecek.

Kamuoyu yoklamaları seçmenlerin kararını belirleyecek önemli konulardan birinin göç yönetimi olacağını gösteriyor. Mayıs ayında yapılan bir araştırmaya göre seçmenler için hayat pahalılığından sonra ikinci önemli endişe kaynağı göç. Kamuoyu araştırmalarına dayanarak yapılan tahminler aynı zamanda parlamentoda popülist radikal sağ partilerin AB genelinde oy ve sandalyelerini arttıracağını ve birçok ülkede sağa doğru büyük bir kayma yaşanacağını öngörüyor.

Suriye iç savaşını takiben Avrupa’ya artan göç hareketleri pek çok ülkede siyasete yön veren önemli faktörlerden biri oldu. Aşırı-sağ partilerin Hollanda, İtalya, Almanya gibi ülkelerdeki seçim başarılarında göç karşıtı söylemlerinin önemli bir yer tuttuğunu gözlemledik.

AŞIRI SAĞIN BAŞARISINDA GÖÇ KARŞITI SÖYLEMLER BAŞAT

Göç konusu uzun zamandır Avrupa Birliği’nin gündeminde. Suriye iç savaşını takiben Avrupa’ya artan göç hareketleri pek çok ülkede siyasete yön veren önemli faktörlerden biri oldu. Aşırı-sağ partilerin Hollanda, İtalya, Almanya gibi ülkelerdeki seçim başarılarında göç karşıtı söylemlerinin önemli bir yer tuttuğunu gözlemledik. Bir yandan da bu konu AB ülkeleri arasında bir yük paylaşımı tartışmasına yol açtı. Avrupa’nın çeperlerinde yer alan ve göç hareketlerinin doğal olarak ilk hedefi olan Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi ülkeler diğer ülkelerin kendileriyle bu yükü yeterince paylaşmadığından şikayet etti.

Bu konudaki tartışmalar ve yıllar süren müzakelerin sonucunda Nisan 2024’te Avrupa Birliği, öncelikle Avrupa ülkelerinin etrafında daha güçlü bir siper oluşturmayı amaçlayan yeni bir ortak göç anlaşmasını kabul etti. Bu anlaşma, yeni gelen sığınmacıların sayısını azaltmayı, iltica prosedürlerini hızlandırmayı ve AB dışında işlem merkezleri kurmayı amaçlıyor.Kısacası bu anlaşmayı, AB’nin son yıllardaki dışsallaştırma (externalisation) politikasının bir uzantısı olarak görebiliriz.

Yeni anlaşmada kabul edilen zorunlu dayanışma (mandatory solidarity) ilkesi gereği AB’nin 27 ülkesinin ya İtalya, Yunanistan ve İspanya gibi “ön cephe” ülkelerinden binlerce göçmeni kabul etmesi ya da bunun yerine ekstra fon veya kaynak sağlaması gerekecek. Anlaşmanın uygulanmasına henüz başlanmadı. Onaylanan tedbirlerin yürürlüğe girmesi için en az iki yıl geçmesi gerekeceğinden kısa vadede herhangi bir değişiklik gözlemleyemeyeceğiz. Zorunlu dayanışma ifadesini ilk duyduğumda bunun bir oksimoron olduğunu düşündüm. Zorla dayanışma olur mu hep birlikte göreceğiz. 

Avrupa yaşlanan bir kıta. Seçilecek yeni parlamentonun bir yandan daha fazla işçiye olan ekonomik ihtiyacı göz önünde bulundurması bir yandan da savunucusu olduğu evrensel insan hakları çerçevesinde mülteci politikaları üretmeyi başarması gerekecek.

YAŞLANAN KITA DAHA FAZLA İŞÇİYE İHTİYAÇ DUYUYOR

Anlaşma sürecinin Avrupa Parlamentosu seçimlerinden önce tamamlanması seçimlerde beklenen sağa kaymayı bir nebze frenlemeyi amaçlıyordu. Bu anlaşma ile AB,  seçmenlere göç yönetiminin kontrol altında olduğu, üyeler arasında mutabık kalındığı ve endişelenecek bir şey olmadığı mesajını vermek istedi. Peki aşırı sağ partileri taklit edip onların söylemlerini kullanarak seçmenlerin gönlünü kazanmak mümkün mü?

Göç konusunda katı bir tutum benimsemenin, merkez sağ Avrupa siyasi partilerinin Avrupa Parlamentosu’nda istikrarlı bir çoğunluk oluşturmasını sağlayacağının garantisi yok. Bu konuda Hollanda’nın çok iyi bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum. 22 Kasım 2023’te gerçekleşen seçimler öncesinde merkez sağ partilerin söylemleri Geert Wilders liderliğindeki aşırı sağ Özgürlük Partisi ile göç karşıtlığı açısından neredeyse yarışıyordu. Ancak seçimlerin sonunda kazanan Wilders oldu. Oy oranını ikiye katlayarak seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de benzer bir sonuç şaşırtıcı olmayacak. Marine Le Pen’in dediği gibi insanlar orjinali varken kopyasına neden oy versin. Eğer göçmen karşıtı bir seçmen iseniz aşırı sağ partiler size en ‘çekici’ politikaları sunarken onları taklit ederek oy kazanmaya çalışan partilere oy vermek çok da anlamlı görünmüyor.

Avrupa yaşlanan bir kıta. Seçilecek yeni parlamentonun bir yandan daha fazla işçiye olan ekonomik ihtiyacı göz önünde bulundurması bir yandan da savunucusu olduğu evrensel insan hakları çerçevesinde mülteci politikaları üretmeyi başarması gerekecek. En önemlisi ise tüm bunları yaparken seçmenlerin güvenini sağlamayı mümkün kılacak dikkatli bir denge kurmak.

Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat
Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Rabia Karakaya Polat

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir