Deprem ve kuraklık bir arada: Tarımsal üretim alarm veriyor

Deprem ve kuraklık bir arada: Tarımsal üretim alarm veriyor

6 Şubat depremiyle 5 bine yakın köy, 269 bini aşkın çiftçi ailesi, yaklaşık 2,64 milyon kişilik köy kırsalı nüfusu, 3,77 milyon hektar arazi, milyonlarca büyükbaş ve küçükbaş hayvanla 83,3 milyar TLlik tarımsal hasıla tehdit altına girdi. Gıda güvenliğine ulusal bir sorun olarak yaklaşmak gerekli.

6 Şubat depreminin birinci yılını geçirdiğimiz günlerdeyiz. Kentler, evler, yaşamlar ve milyonlarca insanın hayalleri bir toz bulutunun içinde, enkazların altında kalarak yok oldu gitti. Depremin üzerinden koskoca bir yıl geçti ne yaralar sarıldı ne hayatını kaybedenler için hesap veren oldu ne kayıpların akıbeti belli oldu ne toplanan yardımların nereye gittiği açıklandı, ne de depremzedeler barınma haklarına kavuşabildi.

Sadece hamaset, oy uğruna yapılan açıklamalar, tehdit ver inkâr duyduk, duymaya da devam ediyoruz. Önümüz seçim olmasa kimsenin hatırlayacağı, hatta dönüp bakacağı bile yok.

Bunların hepsini bir yıldır duymamak, görmemek, yaşananlara öfkelenmemek mümkün değil. Ancak, depremin yarattığı bir diğer önemli hasar da tarım ve tarımla uğraşan nüfus üzerinde oldu.

Deprem, kırsal alanda da ciddi kayıplar yarattı. Binalar yıkıldı, ekinler harap oldu, hayvanlar öldü, zarar görmemiş çiftlik hayvanları için yem kıtlığı yaşandı, tarımsal personel eksikliği yaşandı.

Kırsal alanı, birincil gıda üretim merkezleri olarak düşündüğümüzde gıda güvenliği açısından büyük önem taşıyor.

Kalkınma için İnovasyon Derneğinin raporuna göre depremler, 11 ilde 14 milyonun üzerinde kişiyi doğrudan ve dolaylı etkiledi, 3,3 milyondan fazla insanın evsiz kalmasına yol açtı. 

Depremlerin iklimsel özellikleri ve verimli toprak yapısıyla Türkiye’nin toplam tarım üretiminin yüzde 15,3’ünün gerçekleştiği bölgede yaşanması bölgedeki nüfusun geçim kaynaklarına erişimini de olumsuz etkiledi.

Depremlerin, tarımsal üretim ve değer zinciri altyapılarına zarar verirken, işgücü ve hayvan kayıplarının yanı sıra önemli ölçüde makine, malzeme ve ekipman hasarına yol açması pazara erişimde de zorluklara yol açtı.

Cumhurbaşkanlığı Strateji Başkanlığı’nın yaptığı tarımsal analizler doğrultusunda depremin tarım sektörüne verdiği zararın 24,2 milyar TL olduğu hesaplandı. 

Dünya Bankası, depremin yarattığı maddi hasarı 34,2 milyar dolar olarak açıklarken, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı ise sektörel bazda iyileştirme ve yeniden yapılanma maliyetlerini de göz önüne alarak depremin Türkiye’nin toplam ekonomisine yükünü 103,6 milyar dolar olarak ortaya koydu.

Depremin etkisini en derin şekilde hisseden kentlerin genel fotoğrafına bakalım.

Depremden etkilenen kentler yaklaşık 14 milyon nüfusa ve toplam nüfus içinde yüzde 15,3lük paya sahipti.

Bu 10 ilde 113 ilçe yer alırken, 5 bine yakın köy ve belde bulunuyordu.

10 ildeki nüfusun genel işgücü açısından dağılımına bakıldığında 15 ve üzeri yaştaki nüfus kendi içinde yüzde 71, ülke geneline göre yüzde 14,3.

Depremin hasarına tarım ve hayvancılık açısından baktığımızda buraların eskiye döndürülmesi için ciddi bir çabaya ihtiyaç var. Elbette insan ve yaşam alanları kayıpları ile asla kıyaslanmaz ancak bölgeye ilişkin genel tespitlere göre, bitkisel üretim alanları ve arazileri açısından yapısal olarak büyük bir sorun görünmüyor.

Genel çalışabilir işgücü açısından daha önemli olan 15-65 yaş arası nüfus, kendi içinde yüzde 52,2 olurken, ülke çapındaki yüzde 68,8’lik orana göre dezavantajlı durumda. Bu açıdan bakıldığında bölgenin işgücü kaybına tahammülü yok.

Deprem öncesindeki genel duruma tarımsal işgücü açısından bakıldığında nasıl bir tablo vardı, hatırlayalım.

Kayıtlı çiftçi (işletme) sayısı 269 bin olarak tespit edilirken, ülke toplamına göre bu oran yüzde 13,2 civarında.

10 ildeki mevcut 3,77 milyon hektar tarım alanı ise Türkiyedeki toplam tarım alanlarının yüzde 16sını oluşturuyordu. 

Yine bu 10 ildeki toplam tarımsal brüt hasıla 2020 yılı verileriyle 83,3 milyar TL olarak hesaplanmıştı. Bunun 50,2 milyar TLsi bitkisel, 33,1 milyar TLsi hayvansal üretimden geliyordu. 

Ülkesel tarımsal hasıla açısından 10 ilin aldığı pay yüzde 15,2 civarındaydı.

Ülkedeki toplam bitkisel üretim hasıla değerinin yüzde 20,4’ü, hayvansal hasılanın ise yüzde 10,9’u bu 10 ilimizden sağlanıyor.

GSYH açısından bakıldığında tarımsal GSYH’ın toplam tüm sektörler içindeki payı yüzde 6,68. Tarımsal GSYH içinde 10 ilin payı ise yüzde 14,45. 10 ilin tüm sektörler itibariyle, ülkesel ölçekteki GSYH’nın yüzde 9,3’ünü oluştururken, tarımsal GSYH’nın payı yüzde 1 civarında.

Dolayısıyla verilerden de anlaşılacağı üzere depreme maruz kalmış olan iller birincil tarımsal üretimler açısından son derece önemli iller arasında yer alıyor.

Depremin hasarına tarım ve hayvancılık açısından baktığımızda buraların eskiye döndürülmesi için ciddi bir çabaya ihtiyaç var. Elbette insan ve yaşam alanları kayıpları ile asla kıyaslanmaz ancak bölgeye ilişkin genel tespitlere göre, bitkisel üretim alanları ve arazileri açısından yapısal olarak büyük bir sorun görünmüyor.

Hâlâ en temel insani ihtiyaçların sağlanmadığı bir ortamda bunları konuşmak yersiz gelebilir ancak şimdiden tedbir ve çözümlere ilişkin aksiyon alınmazsa ciddi bir gıda güvenliği krizinin eşiğine gelebiliriz.

Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) tespitlerine göre, depremle birlikte Türkiyenin tarımsal üretiminin yüzde 20sinden fazlası zarar gördü. Nüfusun önemli bir bölümünün hayatta kalabilmesi tarıma bağlı. Deprem, kırsal alanda da büyük yıkımlar yarattı.

 2020-2021 yıllarında yaşanan kuraklık sonucunda Türkiye’nin tahıl rekoltesinde ciddi bir düşüş yaşandı. Türkiye’de hava sıcaklıkları genel anlamda her geçen yıl kötüye gidiyor. Kuraklıkla giderek daha fazla yüzleşiyoruz.

Deprem bölgesindeki hidrolojik ve tarımsal kuraklığa ek olarak çiftçiler ve tarımsal üretim üzerinde oluşan baskı nedeniyle tarımsal kayıplar da artıyor. Günümüzde artık sadece kuraklık yaşanmıyor, hava sıcaklıkları da giderek yükseliyor.

Tarım alanları, su havzaları iyi korunmuyor, çiftçiler desteklenmiyor, kalıcı konut projeleri tarım arazilerinin, zeytinliklerin üzerinde yükseliyor. Depremin hemen ardından sulak alanlara, ormanlara, tarım arazilerine dökülen moloz ve enkaz kalıntıları risk oluşturmaya devam ediyor.

Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) tespitlerine göre, depremle birlikte Türkiye’nin tarımsal üretiminin yüzde 20’sinden fazlası zarar gördü. Nüfusun önemli bir bölümünün hayatta kalabilmesi tarıma bağlı. Deprem, kırsal alanda da büyük yıkımlar yarattı.

Kentlerde oluşan yıkımlar kadar tarımsal üretimin sürdürüldüğü köy ve beldelerdeki yıkımların da acil giderilmesi için çalışılması gerekiyor.

Köy ve beldelerin yeniden inşasını hem demografik hem de gıda güvenliği açısından Türkiye’nin geleceği için bir milli güvenlik meselesi olarak görmeliyiz.

Bu dosyada, 11 ildeki yıkım hepimizi derinden yaralarken “bir daha olmasın” diyenleri, “seslerini duyuramayanları” ve “hesap vermeyenleri” tekrar hatırlıyoruz. Dosyamızdaki yazıları okumak için buraya tıklayınız.

Pelin Cengiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir