Mükemmel olanı mı istersin, gerçek olanı mı?

Mükemmel olanı mı istersin, gerçek olanı mı?

Mükemmeliyetçilikle olan derdimiz, onun kötü birşey olmasından kaynaklanmıyor; onun gerçek olmamasından kaynaklanıyor. Bu, gerçeklikle teması öyle zayıf bir olgu ki, peşinden koşanı sıklıkla hayal kırıklığına uğratıyor. Sanırım gönül rahatlığıyla kabul edebiliriz. Gerçek olan her şeyde, biraz pürüz var. Tadını çıkaralım!

Mükemmeliyetçiliğin nasıl oluştuğuna dair birbirinden farklı teoriler var. Ancak bu teorilerin pek çoğu, bir konuda ortak fikirdeler: 

Mükemmeliyetçiliğin temelleri yaşamın ilk yıllarında atılmaya başlanıyor ve bunda mükemmeliyetçi ve talepkar ebeveynler oldukça büyük rol oynuyor.

Ebeveynin koyduğu yüksek standartlar, bitmek bilmeyen talepler, çocuğun sunduğuna/sunabildiğine değil de kendi zihnindeki ideale sahip olma arzusu ve çocuğu sıklıkla onaydan/takdirden yoksun bırakması veya sadece çok iyi performans koşuluyla onay vermesi, çocukta kendini küçümseyen bir iç ses olarak yankı buluyor. Bu ses öyle sık ve öyle yoğun yankılanıyor ki, çocuğun özdeğer duygusu zedeleniyor ve ileride de her şey onun için birer performans aracına dönüşüyor. Sadece o performansı ortaya koyabildiğinde özdeğeri suni ve geçici olarak yükselebilirken, diğer tüm zamanlarda kendisiyle ve değeriyle ilgili ciddi bir şüphe içerisine düşüyor. 

Literatüre baktığımızda mükemmeliyetçiliğin iki türe ayrıldığına rastlıyoruz: Uyumlu ve uyumsuz mükemmeliyetçilik. Hamachek‘in bunu “normal mükemmeliyetçilik” ve “nevrotik mükemmeliyetçilik” olarak isimlendirdiriyor.

LİTERATÜRDE İKİ TÜR MÜKEMMELLİYETÇİLİK VAR: UYUMLU VE UYUMSUZ

Literatüre baktığımızda mükemmeliyetçiliğin iki türe ayrıldığına rastlıyoruz: Uyumlu ve uyumsuz mükemmeliyetçilik. Hamachek‘in bunu “normal mükemmeliyetçilik” ve “nevrotik mükemmeliyetçilik” olarak isimlendirdiriyor. Uyumlu/normal mükemmeliyetçiler, yaptıkları işlerin çok iyi olması için çabalasalar da aldıkları sonuçlardan tatmin duyuyorlar. Bir işe başlarken kendilerine yüksek standartlar belirleseler de eğer kaçınılmazsa biraz kusuru da kabul ediyorlar. Dolayısıyla bu kişilerin standartları nispeten esnek, hatalara olan toleransları daha yüksek, doyum ve mutluluk hisleri daha fazla ve hedefleri ortalamanın üzeri olsa da ulaşılması mümkün olan hedefler. 

Uyumsuz/nevrotik mükemmeliyetçilerin ise gerçek dışı ve ulaşılması oldukça zor standartları var. Aldıkları hiçbir sonuçtan kolay kolay tatmin olmuyorlar ve doyum duygusundan yoksunlar. Bu kişiler sıklıkla, kendilerinden yapabileceklerinin ötesinde performans bekliyorlar. Dolayısıyla endişe, üzüntü ve tükenmişlik gibi duyguları daha fazla yaşıyorlar. Adler’e göre uyumsuz mükemmeliyetçiler, eleştiriden ve eleştirmekten aşırı derecede korkan, devamlı hata yapma kaygısı yaşayan, düzene çok önem veren ve eksiksiz tam bir takdir bekleyen kişiler.

Peki böylesine bir mükemmeliyetçilik nelere mal olur?

Uyumsuz/nevrotik bir mükemmeliyetçiyi harekete geçerken görmek pek mümkün değildir. Çünkü bu kişilerin planladıklarını eyleme dökmesi için ilk önce yapmak istedikleri şey tamamen kusursuz olmalıdır. Dolayısıyla büyük çoğunluğu işlerini devamlı olarak erteler, çünkü her şeyde mutlaka bir kusur bulunur.

Mükemmel bir ürün ortaya koymak oldukça ağır bir psikolojik yüktür. Bu kişiler genellikle kendilerini oldukça yıkıcı şekilde eleştirirler ve depresyon geliştirme riskleri yüksektir. Üstelik bu durumu dışarıya da belli etmemeleri gerekir, çünkü belli ederlerse bu onları zayıf ve yetersiz birisi gibi gösterir ve bu asla istemedikleri bir imajdır. 

MÜKEMMEL BİR ÜRÜN ORTAYA KOYMAK AĞIR BİR PSİKOLOJİK YÜKTÜR

Mükemmel bir ürün ortaya koymak oldukça ağır bir psikolojik yüktür. Bu kişiler genellikle kendilerini oldukça yıkıcı şekilde eleştirirler ve depresyon geliştirme riskleri yüksektir. Üstelik bu durumu dışarıya da belli etmemeleri gerekir, çünkü belli ederlerse bu onları zayıf ve yetersiz birisi gibi gösterir ve bu asla istemedikleri bir imajdır. 

İkili ilişkilerinde de problem yaşarlar. Çünkü bu kişiler, ne kendi beklentilerini karşılayabilirler, ne de karşılarındaki yeterince iyidir. İş ilişkilerinde de problemler sürer, hem ellerindeki işi zamanında bitirmeleri zordur (çünkü son anda mutlaka düzeltilmesi gereken bir şey ortaya çıkar), hem de yaptıkları her adım için onaylanma ihtiyaçları yüksektir. Bir işe başlamak için yaptığı hazırlıklar öyle uzun sürer ki işi sürdürme konusunda enerji ve motivasyon azlığı çekerler.

Çoğu zaman kafasındaki o harika işe, harika ürüne, harika benliğe ulaşmayı amaçlar. Karşısına çıkan ufak tefek, belki de ondan başka kimsenin fark etmediği eksikler yüzünden bunlara ulaşamazlarsa yara alabilirler. 

Peki, tüm bunlardan mükemmel olanın kötü olduğu anlamını çıkarabilir miyiz? 

Elbette hayır. 

Mükemmeliyetçilikle olan derdimiz, onun kötü birşey olmasından kaynaklanmıyor; onun gerçek olmamasından kaynaklanıyor. Bu, gerçeklikle teması öyle zayıf bir olgu ki, peşinden koşanı sıklıkla hayal kırıklığına uğratıyor.

Sanırım gönül rahatlığıyla kabul edebiliriz.

Gerçek olan her şeyde, biraz pürüz var.

Tadını çıkaralım!

 

 

 

Öykü Zeynep Aydın
Latest posts by Öykü Zeynep Aydın (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir