Türk erkeği AIDS olur mu?

Türk erkeği AIDS olur mu?

Siyasetçilerin, bürokratların vs. AIDS’e dair ortaya koydukları duruş Kırmızı Kurdele ve Pozitif Yaşam Derneği’nin yayınladığı bildirideki damgalama ve ayrımcılığa dair vurgunun ne kadar haklı olduğunu ortaya koymaktadır.

Geçtiğimiz cuma günü Dünya AIDS Günü’ydü. 1 Aralık günü, 1988 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından Dünya AIDS Günü olarak ilan edilmiştir. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de AIDS’e dair faaliyet gösteren kuruluşlar hastalığın ülke gündeminde daha fazla yer almasına yönelik eylemlerde bulundular. Kırmızı Kurdele ve Pozitif Yaşam Derneği’nin Dünya AIDS Günü nedeniyle yayınladığı bildiriye göre hastalık ile mücadelede önemli adımlar atılmış olmasına karşın, toplumda HIV’le yaşayanlara karşı damgalama ve ayrımcılık sürüyor. Türkiye toplumunun ilk kez 1985 yılında görülen AIDS hastalığına karşı yaklaşımı incelendiğinde, ülke siyasetinin en güçlü ideolojisi olan muhafazakârlıktaki ikiyüzlülüğün, ayrımcılığın, ötekileştirmenin, homofobinin izleri keskin bir şekilde görülebilir.

1980’li yıllara damgasını vuracak olan AIDS salgınının başlangıcı, resmi olarak 5 Haziran 1981 tarihi kabul edilir. Sendromun Los Angeles’da beş erkekte aynı anda tespit edilmesi üzerine Amerikan Salgın Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi yeni bir salgının duyurusunu yapar. İlk örneklere eşcinsel erkeklerde rastlanması nedeniyle sendromun belli bir grupla sınırlı olduğuna dair önyargı Amerikan toplumuna yerleşecektir. Örneğin New York Times gazetesi 3 Temmuz 1981 tarihli sayısında ‘41 homoseksüel erkekte nadir bir kanser türüne rastlandı’ şeklinde bir başlıkla yayınlanır. 1982 yılında sağlık otoriteleri AIDS’in yayılmasında cinsel tercihlerin etken bir unsur olmadığını ortaya koyar ama bu tespitin toplumda kabul görmesi uzun süre alacaktır. 1981 yılının sonunda 121 kişi AIDS’e bağlı komplikasyonlar nedeniyle yaşamını yitirir. 1982 yılı bitene kadar İngiltere, Brezilya, Avustralya, Kanada gibi ülkelerde örnekler görülmeye başlar.

1980’ler Amerika’da muhafazakârlığın baskın olduğu bir dönemdir. Nitekim AIDS toplumun önemli bir kısmınca Tanrı tarafından eşcinsellere layık görülen bir ceza olarak değerlendirilmektedir. Salgın başladığından beri iktidarda olan Ronald Reagan ancak yakın arkadaşı, sinema yıldızı Rock Hudson 2 Ekim 1985 tarihinde öldüğünde ilk kez AIDS kelimesini telaffuz edecektir. Geçen dört seneden fazla süre içinde binlerce insan hayatını kaybetmiştir. 1980’li yıllarda Türkiye ve ABD benzer ideolojilere sahip iktidarlar tarafından yönetildi. Nitekim Turgut Özal’ın liderliğinde 1983 yılında iktidara gelen Anavatan Partisi’ne karşı geliştirilen en çarpıcı eleştirilerden biri, Türkiye’yi küçük Amerika yapmış olmasına dairdi. AIDS meselesinde de ABD ve Türkiye muhafazakârlarında benzer yaklaşımlar karşımıza çıkar.

Mehmet Aydın’ın, Bedrettin Dalan’ın ve benzerlerinin hem cehaletlerinden hem de Türkiye toplumunu kendi dünya görüşleri çerçevesinde ayrıştırmalarından kaynaklanan tavırları, Türkiye tarihi içinde trajikomik bir anekdot gibi gelebilir ama öze baktığımızda korkunç bir nefret söylemi ile karşılaşıyoruz.

1985 yılında dönemin Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Mehmet Aydın şu ifadede bulunmuştur: “AIDS’in daha ziyade homoseksüellerde görüldüğü söylenmektedir… Milletimizin örf ve adetleri, dinimiz, ahlâkımız ve aile yapımızın sağlamlığı böyle bir hastalığa karşı avantajımızdır”. AIDS’in ülke gündemine oturmasıyla dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan da konu hakkındaki derin bilgisini toplum ile paylaşma lütfunda bulunarak, AIDS’in Tanrı’nın homoseksüellere gönderdiği bir bela olduğunu iddia edecektir. Dalan’a göre Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen Lût kavmi, Allah tarafından helak edilmiş ve pek çok eşcinsel Allah yolundan çıktıkları için hayatını kaybetmiştir. Dalan, pozitif bilimlerdeki engin birikimini teolojik bir çerçeve ile zenginleştirerek şöyle bir veciz cümleyi ifade etmekten çekinmeyecektir: “Homoseksüellik olaylarının artması üzerine AIDS hastalığını Lut Olayı’nın günümüze yansıması olarak görüyorum” Bedrettin Dalan tam bir Türk erkeği olarak AIDS’e karşı cesurca tavrını şöyle sergiler “Biz AIDS’ten niye korkalım? AIDS bizden korksun. Türk erkeğine AIDS bir şey yapamaz. Hem sonra erkek adam AIDS olur mu?”

Mehmet Aydın’ın, Bedrettin Dalan’ın ve benzerlerinin hem cehaletlerinden hem de Türkiye toplumunu kendi dünya görüşleri çerçevesinde ayrıştırmalarından kaynaklanan tavırları, Türkiye tarihi içinde trajikomik bir anekdot gibi gelebilir ama öze baktığımızda korkunç bir nefret söylemi ile karşılaşıyoruz.

AIDS bağlamında Türkiye siyasetinin geliştirdiği nefret söylemi maalesef 1980’li yıllarda kalmamıştır. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, 24 Nisan 2020’de okuduğu “Ramazan: Sabır ve İrade Eğitimi” başlıklı hutbede eşcinseller ve HIV’le yaşayanları damgalayıp hedef alarak Türkiye toplumunu ayrıştırmaktan çekinmeyecektir: “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın İslamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz, bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim”.

Siyasetçilerin, bürokratların vs. AIDS’e dair ortaya koydukları duruş Kırmızı Kurdele ve Pozitif Yaşam Derneği’nin yayınladığı bildirideki damgalama ve ayrımcılığa dair vurgunun ne kadar haklı olduğunu ortaya koymaktadır.

Osman Erden
Latest posts by Osman Erden (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir