Tanpınar’a Huzur Yok | 12. Bölüm | Divane dedektifin davası

Tanpınar’a Huzur Yok | 12. Bölüm | Divane dedektifin davası

Fatin Fantom, kendi içindeki çölde sürünen Mecnun’u zapturapt altın alabilecek mi? Emniyet’in disiplinli, zeki ve çevik amiri derbeder oldu, meczuplaştı, gece gündüz abesle iştigal ediyor… Ne yuvasını sahipleniyor, ne de Sibiryalı Leyla’sına ilan-ı aşk ediyor. 

Gönül hem bir devâ-yı mutlak ister hem kabûl etmez 
[YAHYA KEMAL, Eski Şiirin Rüzgârıyle]


ℹ️ Tanpınar’a Huzur Yok 12. Bölüm | Divane dedektifin davası


Yorgo’nun Meyhanesi’nde bir aşk sarhoşu. Başmüfettiş Fatin Fantom, cinayeti, muammayı, tetkikatı unutmuştu. Rus dilberi Nastasya’dan Fransızca şarkılar dinliyor, onun eşsiz dansını izlerken hipnotize oluyor, hülyalara dalıyor, kendini bambaşka âlemlerde buluyordu. Başında kara sevda bulutu; yıldırım aşkı kalbini korlaştırmış, gözlerinden dumanlar tütüyor. Teselliyi ‘korsan içkisi’ romda arıyor. Fatin Bey’in muvazenesi [dengesi] bozulmuş, aklı beş karış havada, şakulü kaymış… Ayhan Işık’ın ayrı anne-babadan olma ikizi polis, gitgide Notre Dame’ın Kamburu Quasimodo’ya benziyor. Vah vah… yazık ki ne yazık.

Nastasya Flippovna bu şıpsevdilik, ayran-gönüllülük karşısında hiç istifini bozmuyor. Nasıl da alışkın, çevresindeki adamların kilise mumları gibi yanarak eriyip duman olmasına… Fatin Fantom, kendi içindeki çölde sürünen Mecnun’u zapturapt altın alabilecek mi? Evinden, ocağından uzak düştü. Zevcesini, evlad ü ıyalini [çoluk çocuk] nadiren görüyor. Geceleri, Beyoğlu’nun tekinsiz sokaklarında sendeleyen bir berduştan ne beklersiniz? Emniyet’in disiplinli, zeki ve çevik amiri derbeder oldu, meczuplaştı, gece gündüz abesle iştigal ediyor… Ne yuvasını sahipleniyor, ne de Sibiryalı Leyla’sına ilan-ı aşk ediyor. Hiçliğin sonsuzluğunda mahsur kalmış, kaybolmuş mefluç [felçli] bir divane. Yarıdan fazlası silinmiş kişiliğinin küsuratıyla, güçbela ayakta duruyor. Meyhanede boş masaların, boş şişelerin arasında, hazin parıltılar yayan yağlı kömürden bir heykel misali kalakalmış. Toparlanır mı? Bekleyip göreceğiz…

Çiçek Pasajı tenhalaşmıştı. Sabaha karşı perdeler inmiş, kapılar kapanmış, el ayak çekilmiş… Fatin Bey elinde rom şişesi, kravatı gevşek, yalpalayarak yürürken, avluda genç bir adamın tek başına oturduğunu farketti. Masaya yaklaştı. Geniş alınlı, kestane gözlü, düzgün bıyıklı bir bey. Fener ışığında yüzü titreşiyor. 30’unda var yok. Önünde yarılanmış rakı bardağı, açık bir kitap, bir de defter. Birşeyler yazmakta.

“Selam…” dedi Başmüfettiş, derin bir nefes aldıktan sonra, titrek sesiyle ekledi: “N’apıyorsunuz burada böyle?”

Yabancı “Rus asıllı bir yazarın, Vladimir Nabokov’un romanını tercüme ediyorum” dedi.

“Rus mu?..” Fatin Fantom, yavaşça masaya ilişti: “Siz… Rusça mı biliyorsunuz?”

“Hayır, maalesef. Kitabın İngilizce nüshası bu.”

Fatin Bey’in başı dönüyor, dili dolanıyordu. Basbayağı küfelikti. Öyle ki, zombiler onu görse yemezler “Bu bizden” derlerdi: “Hımmm… Bendeniz, Başmüfettiş Fatin Fantom. Bir cinayet davasına bakıyorum. Muhtemelen haberdar olmuşsunuzdur; eski mebus Kamuran Korat ile muharrir Suavi Vasfi Bey katledilmişti. Ve en son burada görüldüler.”

Fatin Bey’in başı dönüyor, dili dolanıyordu. Basbayağı küfelikti. Öyle ki, zombiler onu görse yemezler “Bu bizden” derlerdi

Mütercim genç de sarhoş. Lakin, zaptiye amirinin aksine, alkole mukavemetli: “Ah, evet. Onları görmüştüm. Bahtiyar Kont’la beraber ön masada demleniyorlardı.”

Müfettişe bir gürlük, zindelik geldi: “Kim?! Kim dediniz?”

“Bahtiyar Kont. Sizden iyi olmasın, pek muhterem bir zattır. Hakiki bir centilmen…”

“Şunun adını bir kağıda yazıp verebilir misiniz lütfen? Varsa adresini, telefon numarasını.”

Adam, defterin arka sayfasına “Bahtiyar Kont” yazarken “Adresini, telefonunu bilmiyorum. Arnavutköy’de bir yalıda kaldığını duymuştum” dedi. “Ondan şüphelenmiyorsunuz ya?” Sayfayı yırtıp amire uzattı.

Caddeye bir rüya rengi yayılmıştı. Beyni uğuldayan gedikli zaptiye “Bir kâtil cinayet işlerken 20 civarında hata yapar. Bunların 3’te 1’inin farkındadır…” diye düşünüyordu.

Fatin Bey kağıdı cebine koyarken “Ne münasebet kuzum?” diye geveledi “Sadece beyefendiden malumat almak niyetindeyim… Sahi, siz…”

“Bendeniz Oğuz, Oğuz Haluk Alplaçin.”

O esnada yapışkan bir gece yağmuru çiselemeye başladı. Oğuz Haluk Bey defterini, kitabını, kalemini alelacele çantasına attı. Fatin Fantom ayaklandı. İkisi, İstiklal Caddesi’ne çıktılar. Polis, ellerini oynatarak sarsakça selam verip Tünel tarafına yöneldi. Mütercim ise Taksim istikametine yollandı.

Caddeye bir rüya rengi yayılmıştı. Beyni uğuldayan gedikli zaptiye “Bir kâtil cinayet işlerken 20 civarında hata yapar. Bunların 3’te 1’inin farkındadır…” diye düşünüyordu. Maznunu [zanlı] saptamıştı. Gerisi çorap söküğü, tereyağından kıl çekme ve çocuk oyuncağı… Mı acaba? Peşinen söyleyeyim, Fatin Fantom’un çekilecek çilesi var aziz okur. Mücrimi [suçlu] yakalamak şöyle dursun, birçok manialarla [engel] karşılaşacak; hayretlere garkolacak, envaiçeşit düğümü çözmek mecburiyetinde kalacaktı. Tımarhanedeki akıllılarla, hapishanedeki masumlarla, mezardaki katillerle uğraşması gerekecekti. Macera yeni başlıyor. N’aparsınız, hayat iyiler için de kötüler için de zor…


ℹ️ Tanpınar’a Huzur Yok romanın ilk tefrikasını okumak için buraya tıklayınız.


Murat Menteş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir