Bizde toplum değil devlet kutsal

Bizde toplum değil devlet kutsal

Türkiyede sorun siyasette değil; devlette.” dedi konuğumuz ve ekledi: Devlet vatandaşlarını eşit görmüyor ve kendi iktidarına yakın olanları koruyor. Çözüm, devletin tüm vatandaşları eşit görebilmesinde…”

Bu hafta programda ülke gündemine bağlı olarak bazen konular, bazen de konuklarda zaman zaman küçük değişiklikler oluyordu. 1995 sonunda yapılan genel seçimlerde muhafazakâr Z. Partisi en çok oyu alan parti olmuştu ve iktidarın büyük ortağı olmuştu. Peki bunun anlamı neydi gerçekten? Bu haftaki programa Z. Partisi’ni, muhafazakâr kesimi sosyolojik olarak yakından takip eden köşe yazarı katıldı. Konu çok sıcak olunca katılım, önceki haftalardan daha yoğun oldu.

Konuğumuz derse, demokrasi tanımıyla başladı. Demokrasiyi basit biçimde, halkın kendi seçtiği temsilcilerle kendini yönetmesi olarak tanımladı. Seçim sonrası gelişmelere değindi ve devam etti: “Seçim sonuçları tek başına iktidarı değil; bir koalisyon yönetimini zorunlu kıldı. Koalisyon -doğası gereği- içinde yer alacak partilerin kendi aralarında bazı anlaşmalar yaparak, hükümet yetkilerini paylaşmalarına dayanır. Bu da demokrasinin bir gereğidir.

Son seçimde Z. Partisinin sandıktan birinci çıkması ve bir yıl önce de aynı partinin yerel seçimlerde büyük bir başarı elde etmesi laik yüzü olan bir devlet için tedirginlik nedeni oldu. Ve muhafazakâr partiyi iktidar ortağı yapmak istemedi. Bu, demokrasinin özüne aykırıdır. Devletin yanılgısı şu: Muhafazakâr bir partinin koalisyonla da olsa iktidar olması, tek başına rejimin değişmesi anlamına gelmiyordu. Rejimin ve devletin var olan araçlarının bu durumu kontrol etme gücü olduğu gibi, siyasetin de bunu denetleme gücü var.

 Bizde ne oldu? Z. Partisinin hükümet kurmak için seçimden ikinci ve üçüncü sırada çıkan merkez sağ partilerle yaptığı görüşmeler bir süre sonuçsuz kaldı. Bu başarısızlıkta, kuşkusuz görünmez bir el olarak devletin önemli rolü oldu. Sonuçta Z. Partisi, N. Partisiyle koalisyon kurdu. Ama son dönemde bu koalisyonun dağılması için birileri el birliği ile çalışıyor. Bakalım sonuç ne olacak? Ama iktidar ortakları siyasete sahip çıkamazlarsa, iktidarlarını korumaları güç.

Bir partinin sadece kimliğinden dolayı iktidar ya da ortağı olamaz demenin, söz konusu partiye de partinin seçmenlerine de büyük haksızlık olacağını vurguladıktan sonra şöyle devam etti: “İktidar ortağı partinin rejimi rahatsız eden kimi tasarruflarının, askeri kesimi ve yargıyı rahatsız etmesi de doğal. Z. Partisinin bu hassasiyetleri gözetmesi daha doğru olur.

Türkiyede demokratik bir devlet geleneği olmadı.” dedi ve ekledi: Bu sadece son döneme özgü değil; asırlardır böyle. Devlet, kendini siyasetten, toplumdan üstün görüyor. Böyle olduğu için de sadece antidemokratik değil; aynı zamanda denetimsiz olduğu için otoriter olabilir.”

Dinleyicilerden gelen, “İktidarın siyaset dışı yolla istifaya zorlanmasına darbe denebilir mi?” sorusuna; “Siyasetin alanını daraltan siyaset dışı her girişim bir darbedir. Şu an iktidar partileri istifaya zorlanıyor. Ama geçmişten şunu biliyoruz: Darbeler, kısa vadeli hedeflerine ulaşmış olsa da uzun vadede demokrasinin kaybetmesine yol açar ve hedef alınan siyasal görüşün güçlenmesine yol açar. Sonuç olarak, seçimler yapıldı ve bir iktidar oluştu. Bırakalım, onlar demokrasi sınırı içinde görevlerini yapsınlar. Hata yapıyorlarsa seçmen zaten cezasını verir.” cevabını verdi.

Bir başka katılımcı şöyle girdi araya, bu ön tarafta oturan esmer ve ince bir kızdı: “Sorun ne sizce tam olarak?”

Türkiyede sorun siyasette değil; devlette.” dedi konuğumuz ve ekledi: “Devlet vatandaşlarını eşit görmüyor ve kendi iktidarına yakın olanları koruyor. Çözüm, devletin tüm vatandaşları eşit görebilmesinde.

Derste, devletin nasıl denetleneceği ya da denetlenip denetlenmeyeceği de uzun uzun tartışıldı. Bir ülkenin demokratik olup olmadığının temel koşulunun, demokratik denetim olduğunu, yani meclis ve sivil toplum alanındaki aktörler olduğunu anlattı, uzun uzun. Demokratik denetim ne kadar güçlüyse, devletin topluma, toplumsal taleplere göre şekillendiğinden; ne kadar zayıfsa, devletin kendini toplumdan o kadar soyutladığından ve toplumsal talepleri dikkate almadığından bahsetti. Bu ilişkiyi belirleyen temel güç ise, ona göre, siyasetin yani toplumun siyasete katılma irade ve kararlılığıydı.

Konuğumuz bu sıcak ve yoğun günün sonunda, derin bir nefes çekerek, “Türkiyede demokratik bir devlet geleneği olmadı.” dedi ve ekledi: “Bu sadece son döneme özgü değil; asırlardır böyle. Devlet, kendini siyasetten, toplumdan üstün görüyor. Böyle olduğu için de sadece antidemokratik değil; aynı zamanda denetimsiz olduğu için otoriter olabilir. Türkiye bu açıdan toplum değil; devlet merkezli bir ülke. Ve siyasetin görevi de devleti değil; toplumu merkeze alan bir anlayışı savunmak olmalı. Bizim görevimiz de bunu topluma anlatmak ve insanları siyasete davet etmek.”

Not: Bu yazı 2019’da yayınlanan, Bir Hüzün Sarkacı kitabımdan alınmıştır

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir