Siyasal birer kategori olarak hakikatler ve hayaletler

Siyasal birer kategori olarak hakikatler ve hayaletler

Sorumlular kimler? En başta karar vericiler. Peki kararları kim veriyor? Siyasetçiler mi?  Belki de sorun onların kendi başlarına karar verdiklerini zannetmek. Kamusal niteliklerinin varlığına inanmak.

Kendimizi siyanürlü toprağın altında kalan işçilerin yerine koymaya, neler yaşadıklarını, başlarına gelenleri hissetmeye çalışıyoruz. Ancek onların dilleri yok.  Ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, izleyicilerin de gerçeğe yaklaşmaları, tanıklık etmeleri imkansız. Hakikatin cisimleşmediği sürece görmezden gelinmesi,  cisimleştiğinde de üzerinin örtülmesi nasıl kurgulandığını gizliyor.

Felaket karşımızda, çırılçıplak duruyor.

Durmakla da kalmıyor, önceden işaret yolluyor,  haber veriyor, hatta gerçekleşmeyi bekliyor.

İşçiler önceden liçleme sahasında çatlaklar oluştuğunu görüyorlar. Bir heyelan olabileceğini yetkililere haber veriyorlar. Vali de bunu teyit ediyor. Buna rağmen önlem alınmıyor. Hatta dinamitler patlatılıyor ve facia gerçekleşiyor. Felaketi sorumluluklarını yerine getirmeyen faillerin gerçekleştirdikleri apaçık ortada.

Kendimizi siyanürlü toprağın altında kalan işçilerin yerine koymaya, neler yaşadıklarını hissetmeye çalışıyoruz. Çalıştıkça da öfkemiz artıyor.  Felaketi yaşayanların sesi, dili yok.  Ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, gerçekliğe tanıklık etmeleri imkansız.

Onların sesi yok.

Siyanürlü çamurun altında kalanların ne yaşadıklarını hissetmeye çalışıyoruz. Çalıştıkça da öfkemiz daha da artıyor.

Daha çok öfkeleniyoruz.

Pek çok medya organında yer aldı işçilerin sözleri.

Mesela 15 senedir madende çalışan ve gün içinde sahada çatlak oluştuğunu anlatan deneyimli bir işçi, liçleme alanın boşaltılması lazımdı ancak çalışmaya devam edildi” diyor. Sözlerini şöyle sürdürüyor: Elbette bazı şeyler öngörülemeyebilir ancak buranın uçma ihtimali biliniyordu. Sadece mühendis gözüyle değil, herhangi bir vatandaş buradaki tehlikeleri kolaylıkla görebilirdi. Biz de defalarca anlatmamıza rağmen dikkate alınmadık, sonucunda da böyle bir olay oldu”.

Bu kişi madende belli aralıklarla iş kazalarının yaşandığını işverenin işçileri kovmakla tehdit ettiğini sözlerine ekliyor.

Altına hücum” gibi başlıklar taşıyan western filmlerindeki gibi bir gölet ya da dere kenarında, el ile yapılan bir arama ve üretim söz konusu değil. Geleneksel denilen üretim biçiminde risk bilgisi uygulama içinde aktarılıyor, kuşaktan kuşağa. Endüstriyel üretimde ise bu bilgi ayrı bir düzlemde üretiliyor, uygulamayı konu alan pratiklerle, planlarla, projelerle biçimleniyor.

ARAMA HÂLÂ ELLE YAPILIYOR GİBİ

Faciadan önce çatlaklar, kaymalar olduğu görülse de, hatta zaman zaman küçük çaplı heyelanlar oluşsa da,  dağın dik yamacında biriktirilen muazzam büyüklükteki siyanürlü toprağın bir risk oluşturduğu fark edilmeyecek. Tıpkı deprem öncesinde zayıf taşıyıcıları, mukavemeti  düşük betonu ve donatısıyla ayakta duran, kullanılmaya devam eden binalar gibi.

Önceden alametleri ortaya çıksa bile, meselenin hayat memat meselesi olduğu bilinse dahi, faciayla cisimleşmemiş olsa da, olmasa da hakikat bir kenara atılmış oluyor.

İtirazlar neden dikkate alınmadı? Fırat nehrinin kıyısına milyonlarca tonluk toprakla karışık zehirli cevher o dağın dik yamacına neden serildi? Büyük ihtimalle daha fazla cevheri depolama ve işleme kolaylığı için. Orada ne arıyordu bu çapta bir tesis? Dünyanın en büyük altın madenlerinden biri olduğu söyleniyor.

“Altına hücum” gibi başlıklar taşıyan western filmlerindeki gibi bir gölet ya da dere kenarında, el ile yapılan bir arama ve üretim söz konusu değil. Geleneksel denilen üretim biçiminde risk bilgisi uygulama içinde aktarılıyor, kuşaktan kuşağa. Endüstriyel üretimde ise bu bilgi ayrı bir düzlemde üretiliyor, uygulamayı konu alan pratiklerle, planlarla, projelerle biçimleniyor.

LİÇ, LİÇLEME NE DEMEK?

Birçok kişi gibi liçlemeyi ben de yeni duydum. Wiki’ye baktım. Liçleme, sıvı kimyasallar kullanarak kıymetli metalleri kazanma işlemi. Cevher içeren toprak bir yere yığılıyor, içine çeşitli kimyasallar karıştırılıyor. Bu kimyasalların metali eritmesi ve yer çekimiyle topraktan süzülmesi bekleniyor. Kimyasalların toprağa, yer altı suyuna karışmaması için de çeşitli izolasyon önlemlerinin alınması gerekiyor. Bu açıdan mekanik ayrıştırma gibi fiziksel bir ayrıştırma metodu değil.

Endüstriyel altın madenleri yüksek miktardaki toprağın içinden birkaç gram cevheri çıkarmaya dayanıyor. Buradaki dünyanın en büyük madenlerinden biri olan İliç’te de görüldüğü gibi cevherin çıkarıldığı yerin kenarında siyanürlü, sülfürik asitli dağ gibi bir karışım oluşturuluyor. Bir rafineri inşası, cevherli karışımların arıtılacağı ve bekletileceği yerler, baraj büyüklüğünde havuzlar, devasa bir makine parkı ve elbette sermaye gerekiyor.

Bu tür madenler çoğunlukla coğrafyayı değiştiren büyük işletmeler. Bu nedenle artık Avrupa’nın nehirlerinin, derelerinin, göllerinin yakınlarında bu tür işletmeler kurmak mümkün değil. Çünkü bağımsız bilim insanları tarafından hazırlanan çevresel etki değerlendirme analizleri, yani böyle bir işletmenin gelecekte nasıl bir etki yapacağına dair bilgiler bunların gerçekleşmesini imkansız kılıyor.

Buna karşılık kamuoyunu bilgilendiren bağımsız bilim kuruluşlarının bulunmadığı ya da baskılandığı yerlerde bu tip işletmeler çok daha kolay kuruluyor. Çoğu zaman fail olarak uluslararası  sermayeden söz ediliyor.  Ama neden bunu başka yerlerde yapamadıkları, ya da kamunun bu kadar kolaylıkla izinler vermediği zannedersem pek fazla sorgulanmıyor.

Liçleme sahası çöküyor, milyonlarca ton siyanürlü toprak Fırat Nehri’ne doğru akıyor. Göçük altında dokuz işçi bulunuyor, bölgeye jandarma, AFAD, UMKE ve sağlık ekipleri yönlendiriliyor. Arama kurtarma çalışmaları sürüyor.

Türkiye’deki en büyük altın madenleri arasında yer alan Çöpler Altın Madeni’nde liçleme sahası çöküşü ve işçilerin göçük altında kalmasından sonra  şirket tarafından yapılan açıklamada, alanda meydana gelen toprak kaymasından sonra bölgedeki çalışanlarla “ivedilikle” iletişime geçildiği, acil durum planının devreye sokulduğu ve kamu kurumlarına bilgi verildiği belirtiliyor.

ÇED olumlu kararının alındığı tarihte Murat Kurum, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı görevinde bulunuyor. Bakanlığı döneminde projeye ve alanın genişletilmesine izin veren Murat Kurum, yaşanan kazanın ardından sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Erzincan’da toprak kayması sonucu maden ocağında meydana gelen göçükte hiçbir madencimizin zarar görmemesini temenni ediyorum. Dualarımız madencilerimizle” diye bir açıklama yapıyor. (https://x.com/murat_kurum/status/1757427753073205391?s=61&t=S7-I1U6OiFfHqAfurKqZjg)

İşaretsizleştirilenlerin, hiçleştirilenlerin başına gelenlere kaza muamelesi yapılıyor. Bu işin fıtratında var, onlar bu işe girmek için başvurduklarında bunu baştan kabul etmişlerdi”, deniyor.

Hakikatin görünmez olması ya da cisimleşmediği sürece görmezden gelinmesi, cisimleştiğinde de üzerinin örtülmesi onun nasıl kurgulandığını gizliyor.  Hakikat yalnızca gerçeğin sertliğine çarpıp geri dönen bir yankı. İmkansızlığın cisimleşmiş hali.

HAKİKATE YOK MUAMESİ YAPMAK

Hakikatin görünmez olması ya da cisimleşmediği sürece görmezden gelinmesi, cisimleştiğinde de üzerinin örtülmesi onun nasıl kurgulandığını gizliyor.

Felaketin cisimleştiğinde ortaya çıkan mutlak kesinliği ise onun kurgusal olduğunu gizleyen bir sis perdesi. Bu nedenle sanki bir kaza olmuş gibi bakılıyor. Faillerin işi hayatta kalanları, facianın tanıklarını, izleyicilerini dua etmeye çağırmak. Facia öncesi yapılması gerekenlerin üzerini örtmek.

Hakikat yalnızca gerçeğin sertliğine çarpıp geri dönen bir yankı. İmkansızlığın cisimleşmiş hali.

Hakikat cisimleşmediği sürece şirketin hissedarları, yöneticileri daha çok kar elde edecekti. Ortaya tıpkı bir hayalet gibi çıkmadığı sürece simgesel dünyadan dışlanmış olacak, hakikate yok muamelesi yapılacaktı.

Neoliberal vahşet kamu-özel karışımı, oligarşik koalisyonlar  demek.

Sorumlular kimler? En başta karar vericiler. Peki kararları kim veriyor? Siyasetçiler mi?  Belki de sorun onların kendi başlarına karar verdiklerini zannetmek. Kamusal niteliklerinin varlığına inanmak. Siyasetçiler kamu-özel karışımı ilişkilerle karanlık düğüm noktaları oluşturan oligarşik yapıların dikte ettiği projelerden pay almaya çalışıyorlar. Uluslararası sermayeye kılavuzluk eden yandaşlar, parası karşılığı hizmet veren, araştırmalarda ve projelerde kapalı ilişkilerle kamunun kariyer imkanlarını kullanan bilgi üreticileri, bürokrasi…

Bilginin üretilmesi bir mülksüzleştirme ve işaretsizleştirme biçimi. Bu yüzden yaşanan felaketler, krizler dahi işaretsizleştirilenleri bağımlı hale getiriyor. Çünkü onların sesi, dili yok.  Ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, gerçekliğe tanıklık etmeleri imkansız.

Bu yüzden felaket bir hakikat krizinden başka bir şey olamaz.

Korhan Gümüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir