Paradigmayı değiştirmenin zamanı gelmedi mi?

Paradigmayı değiştirmenin zamanı gelmedi mi?

Yeni Kentsel Dönüşüm Yasası Meclis’te kabul edildi. Sorum şu: İstanbul gibi bir dünya şehri 19. yüzyıldan kalma yöntemlerle düzenlenebilir mi? Kentsel dönüşüm yasaları, imar planlarıyla afetlere hazır hale getirilebilir mi?  Şehirler kentsel dönüşüm yasaları ve imar planları gibi temsillerle düzenlenebilen, disipliner araçlarla kavranabildiği zannedilen şeylerden çok daha karmaşık.

 1948 yılındaki Güzel Sanatlar Akademisi yangınında modernleşme döneminin paha biçilmez sanat eserleri yanında kütüphanesinde bulanan on iki bin kitabın da çoğu yanmış.

Ancak şaşırtıcı bir şekilde, kurucuları Osman Hamdi ve Alexandre Vallaury zamanında kütüphaneye alındığını tahmin ettiğim kitaplardan biri kalmış.

Öğrenciliğimin ilk yıllarında kütüphanedeki eserleri araştırırken modern mimarlığın öncüsü kabul edilen (mimar, teorisyen ve eğitimci) Eugène Viollet-le-Duc’ün ünlü  “Açıklamalı Mimarlık Sözlüğü”nün (Dictionnaire raisonné de l’architecture française du XIème au XVIème siècle) dokuz cildinden birincisinin hala yerinde durduğunu fark ettim (*).

Bu kitabı ilk elime aldığımda nasıl heyecanlandığımı size anlatamam.

Eugène Viollet-le-Duc (1814-1879) yeni yapıların eski ortaçağ şehir dokusunun üzerinde yapıldığını söylüyordu, bu ünlü ve devasa ansiklopedik sözlüğün “şehir biçimi” (“alignement”, Türkçesiyle “yapıların dizilişi”) maddesinde.

Le-Duc’e göre,  binalar tek tek yenilendiğinde şehirler eski dokularını koruyorlar. Morfolojik (biçimbilimsel) yapılarında bir değişiklik olmuyor. Ancak bunun geçmişten bugüne gelen çok önemli bir istisnasının olduğunu söylüyor: Afetler.

Nitekim dünya tarihi afetlerle bu yeniden düzenlemelerin örnekleriyle dolu. İmparator Jüstinyen zamanında, 532 yılında yaşadığı büyük deprem sonrasında örneğin,  İstanbul’da meydanlar, yollar yeniden düzenlenmiş.

Haussmann 1853 yılından başlayarak -ve elbette ki- arkasına gücü alarak, Paris’in Orta Çağ’dan kalan dokusunu, mahallelerini yıkmaya, kazımaya girişiyor. Paris’in yıkılıp, düzenlenmesi hiç şüphesiz tarihte sıradan bir olay değil, bir dönüm noktası.  Buna “şehrin icadı” da denebilir.

HAUSSMANN VE ŞEHRİN BİR NESNE OLARAK İCADI

Le-Duc’ün sözleri sanki modern zamanların şehirciliğinin habercisi gibi. Nitekim bu sözlerin İmparator III. Napolyon tarafından görevlendirilen ve Paris’i yıkıp yeniden inşa eden Seine valisi Georges Eugène Haussmann (“Osman” diye okunuyor)’ın icraatları ile neredeyse eşzamanlı olması pek şaşırtıcı olmasa gerek.

Haussmann 1853 yılından başlayarak -ve elbette ki- arkasına gücü alarak, Paris’in Orta Çağ’dan kalan dokusunu, mahallelerini yıkmaya, kazımaya girişiyor.

Yıkılanların yerine yeni binalar, geniş bulvarlar, parklar ve meydanlar inşa ediliyor. Sonuçta muazzam bir muhalefetle karşılaşıyor ve 1870 yılında görevinden alınıyor. Alınıyor ama uyguladığı yöntemler örnek oluşturuyor ve yakın tarihlere kadar uzanıyor. Bugünkü geniş bulvarları, yapı adalarından oluşan yerleşim alanları, meydanları ve parkları ile 19. yüzyıldan günümüze gelen  “modern” Paris bir bakıma onun eseri.

Haussmann’ın müdahaleleri daha çok yapı adaları düzeyinde kalıyor. Ancak yıkımlar ve yapımların şehirde -kamu eliyle- muazzam imar rantları ve inşaat ekonomisi yarattığı muhakkak. Paris’in yıkılıp, düzenlenmesi hiç şüphesiz tarihte sıradan bir olay değil, bir dönüm noktası.

Buna “şehrin icadı” da denebilir. Bu tarihlerde ilk defa şehirlerin de endüstri ürünleri, metalar gibi tasarlanabilir nesneler oldukları fikri ortaya çıkıyor. Bu fikir geçmişte örtük bir biçimde de olsa iktidarların iradesiyle, askeri yöntemlerle şekillenen kaleler, katedraller, külliyeler gibi yerlerle sınırlı kalmaktan çıkıyor ve şehrin bütününe yayılıyor.

Artık şehrin, hatta bir ülkenin bir bütün olarak tasarlanabileceği, düzenlenebileceği varsayılıyor.

Haussmann İstanbul’a davet ediliyor. Beyoğlu’nda yıkımlar ve yapımlar başlıyor. Haritalarda görüldüğü gibi İstanbul’un yangın geçiren semtleri de ızgara planlı bir düzene kavuşturuluyor. Bu tarihler sonrasında ulaşım altyapısının düzenlenmesi için her yönetim zamanında şehirde sürekli yıkımlar gerçekleştiriliyor.

İlginç olan Paris’teki bu gelişmelerin payitahtta yönetici elit tarafından büyük bir hayranlıkla izlenmesi. . Osmanlı modernleşmesine öncülük eden Mısır’ın liman kenti İskenderiye, imparatorluk içinde neo-barok denebilecek bir şekilde planlanan ilk şehir.

Bu tarihlerde Haussmann İstanbul’a davet ediliyor. Antoine Bouvard gibi bir dolu tanınmış mimar ve şehircilik uzmanı planlar hazırlıyor. Aynı tarihlerde Beyoğlu’nda yıkımlar ve yapımlar başlıyor. Haritalarda görüldüğü gibi İstanbul’un yangın geçiren semtleri de ızgara planlı bir düzene kavuşturuluyor.

Atlı tramvayların geçtiği caddeler yeniden düzenleniyor.  Bu tarihler sonrasında da ulaşım altyapısının düzenlenmesi, şehrin sağlıklılaştırılması için neredeyse her yönetim zamanında şehirde sürekli yıkımlar gerçekleştiriliyor.

Sorum şu: İstanbul gibi bir dünya şehri kentsel dönüşüm yasaları ile güvenli ve afetlere hazır hale getirilebilir mi? 

Geçtiğimiz hafta yaşanan önemli bir gelişme içinden çıkılamaz girdaplar içinde savrulan siyasal gündemin hareketliliği nedeniyle zannedersem arka planda kaldı. Kentsel dönüşüm Yasası TBMM genel kurulunda kabul edildi.

Bu yeni yasanın işaretlerini çok önceden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan vermişti. “6 Şubat’ın Türkiye tarihinde bir milat olduğunu, kentsel dönüşüm ve diğer çalışmalarla birlikte Türkiye’yi dünyanın afetlere karşı en hazırlıklı ülkesi haline getireceğiz” demişti Arkasından şehirlerdeki riskli bölgelerde yaşayan milyonlarca insanın hızla yer değiştirmesini sağlayacak şehircilik projelerinin ve mağdurlar için kalıcı konut inşaatlarının başlatılacağından ve bir yıl içinde tamamlanacağından söz etmişti.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da “ düzeni değiştiriyoruz… 6 Şubat hiçbir şeyin eskisi olamayacağı bir sürecin başlangıcı… Her şeyi tekrardan, sıfırdan başlatıyoruz” demişti.

Hatırlayanlar bilir, 99 felaketi sonrasında da sanki her şey değişmiş, geçmişteki sorunlar sanki başka bir dünyada kalmıştı. O tarihlerde bu hissiyat  “artık hiçbir şey geçmişteki gibi olmayacak” sözleriyle dile getiriliyordu.

Şehirler kentsel dönüşüm yasaları ve imar planları gibi temsillerle düzenlenebilen, disipliner araçlarla kavranabildiği zannedilen şeylerden çok daha karmaşık. İmkânsızı istemek gibi bir şey bu.

Sorum şu: İstanbul gibi bir dünya şehri 19. yüzyıldan kalma yöntemlerle düzenlenebilir mi? Kentsel dönüşüm yasaları ile afetlere hazır hale getirilebilir mi? 

Günümüzdeki felaketlerin, krizlerin temelinde şehirlerin, mekanların eşyalar gibi tasarlanabileceğini hayal eden, işaretsizleştirici yönetim pratikleri var. Türkiye’de mekân pratikleri asimetri üretiyor, şiddet içeriyor ve felaketlere, krizlere yol açan koşulları üretiyor. Oysa şehirlerin canlı varlıklar oldukları söylenebilir. Şehirler kentsel dönüşüm yasaları ve imar planları gibi temsillerle düzenlenebilen, disipliner araçlarla kavranabildiği zannedilen şeylerden çok daha karmaşık. Kamu imtiyazları ile donatılmış seçkinler onların hakikatine sahip olduklarına bizi inanmaya zorluyorlar.  Ama gerçekte tam tersi oluyor: Hile ve kurnazlıkları, kural tanımazlıkları kamu düzenine musallat ediyorlar.

İmkansızı istemek gibi bir şey bu. Şehirleri kentsel dönüşüm yasaları ile düzenlemeye, güvenli hale getirmeye çalışmak.

*Eugène Viollet-le-Duc, Dictionnaire raisonné de l’architecture française du XIe au XVIe siècle. Édition BANCE&MOREL de 1854-1868

 

 

Korhan Gümüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir