Gezi bir sivil toplum eylemi mi yoksa bir kalkışma mı?

Gezi bir sivil toplum eylemi mi yoksa bir kalkışma mı?

Adından da anlaşılacağı gibi Gezi, aynı zamanda, bir kamusal alana sahip çıkma, bir sivil toplum eylemi değil mi? Şehrin merkezindeki bir yeşil alanı, bir kamusal alanı korumak için gerçekleştirilen katılımcı, barışçı bir sivil hareket değil mi? Bu çift anlamlılığın daha ilk gün, 28 Mayıs sabahı, resmi kayıtlarda yer alan, “Taşlı sopalı kavga çıktı, polis bu nedenle göstericilere müdahale etti” sözleriyle ortaya çıktığını söyleyebilirim. 

Gezi Direnişi ve yargının Osman Kavala kararı sorulduğu Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç, “Yargı, Gezi’nin bir suç olduğunu, tartışmasız bir terör hareketi olduğunu, bütün ülkeye yaygınlaştırılmak istendiğini ve seçilmiş hükümete yönelik bir kalkışma hareketi olduğunu kabul etti” diye cevap vermiş.

“Orada ölüm var, mala zarar verme var, bir kalkışma olduğu tartışmasız” demiş.

Gezi, iktidarı ele geçirmek için bir takım derin güçlerin planladıkları, örgütledikleri bir kalkışma, bir şiddet olayı mı? Milyonlarca kişinin harekete geçtiğini, caddelerin sokakların kalabalıklarla dolup taştığını görüntülerin iktidar açısından ürkütücü oldukları muhakkak.

Ancak adından da anlaşılacağı gibi Gezi, aynı zamanda, bir kamusal alana sahip çıkma, bir sivil toplum eylemi değil mi? Şehrin merkezindeki bir yeşil alanı, bir kamusal alanı korumak için gerçekleştirilen katılımcı, barışçı bir sivil hareket değil mi? Bu çift anlamlılığın daha ilk gün, 28 Mayıs sabahı, resmi kayıtlarda yer alan, “Taşlı sopalı kavga çıktı, polis bu nedenle göstericilere müdahale etti” sözleriyle ortaya çıktığını söyleyebilirim. “Kırmızılı Kadın” fotoğrafının da ispatladığı gibi, böyle bir şeyin olmadığı ancak bu eylemi bastırmak isteyenlerin parkı koruma mücadelesini böyle anlamlandırmak istedikleri gayet açık. Belki de bu eylemin bu kadar genişlemesine, yaygınlaşmasına bu senaryo çerçevesinde gerçekleştirilen bu haksız müdahale yol açmış olabilir.

Bu yüzden Gezi’nin ayrıntılarıyla, tanıklarıyla yeniden tartışılmasının yararlı olacağını düşünüyorum.

Gezi’nin ne olduğunun tartışılmasının güçlüğünün farkındayım. Askeri darbelerden sonraki dönemlerde olduğu gibi, o da konuşulması zor konulardan biri.

Gezi’nin ne olduğunun, tıpkı Cumhuriyet tarihine damgasını vuran benzerleri gibi, anlamlandırma biçimleri arasındaki yaşanan bir çelişki olarak geleceğe taşınacak.

Benim görüşümü sorarsanız, Gezi’nin ne olduğunun tıpkı Cumhuriyet tarihine damgasını vuran benzerleri gibi, anlamlandırma biçimleri arasındaki yaşanan bir çelişki olarak geleceğe taşınacak.

Üzerinden bir on yıl geçtikten sonra Gezi nasıl anlamlandırılacak? Bakan’ın işaret ettiği gibi onlarca genç insan öldürüldü, yaralandı, sakat kaldı.

Ancak Sayın Bakan ölümlerden, şiddetten söz ettiği için söyleyeyim; güvenlik güçlerine fişekleri doğrudan gençlerin başlarına, gözlerine nişan alma talimatı verildikten sonra, yön değiştiren, bir şiddet olayı, bir çatışma özelliği kazanan bir olay olarak da görülebilir.

Bir bakışa göre Gezi, bir sivil toplum eylemiydi, tıpkı diğerleri gibi. Arkasında bir takım güç odakları, iktidarı şiddet yoluyla değiştirme amacı yoktu. İktidarı hedef alan bir eylem değildi.

Bunun tanığı aynı zamanda Ak Parti’li siyasetçilerdir. Bu eylemler sırasında Hükümet’in birçok temsilcisi Gezi içinde yer alan kişilerle görüştüler. Geçici tuvaletlerin yapılması, ihtiyaçların karşılanması için destek verdiler. Ayrıca bu sivil eylemden dolayı memnuniyetlerini belirttiler. Bunları söylerken diğer taraftan da “İktidar istifa!” gibi sloganları elinde boya kutusu ile yazanlar, haykıranlar olduğunu da hatırlıyorum. Ama iktidarı protesto etmenin, değişmesini istemenin de suç oluşturduğunu herhalde kimse söyleyemez.

Buna karşılık yakın tarihimizde Gezi olayı gibi kitleleri harekete geçiren birçok sivil toplum girişimi var.

Örneğin “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemi. Susurluk kazası sonrasında devlet içindeki mafyalaşmayı hedef alan, hukukun üstünlüğünü ve temiz toplum talebini dile getiren bu eylemlere milyonlarca insan katıldı.

Bir başka örnek başörtüsü ve kadınların kamusal alandaki, eğitimdeki çiğnenen hakları için bütün caddeleri ve sokakları kaplayan “Hukuk Zinciri” eylemi. Bu eylemi başka şekillerde yorumlamaya, bir kalkışma olarak göstermeye çalışanlar da oldu. Dönemin yayın organlarına bakarsanız, ne söylemek istediğim daha iyi anlaşılır. Ama sivil hakları savunanlar sayesinde başarılı olamadılar. “Hukuk Zinciri” iyi organize edilmiş, barışçı bir sivil toplum eylemiydi.

Biraz daha eskilere gidersek, 1988 yılında Galata semtinin merkezini orada yaşayan insanlarla birlikte yok olmaktan kurtaran, binlerce insanı harekete geçiren sivil girişimden söz etmek yerinde olur. Gezi olayının Galata’da yıkılması planlanan binaları halkla birlikte boyayan, temizleyen, yerel halkla birlikte şenlikler düzenleyen Yeşil Dayanışma eylemleri ile bir benzerliği olduğunu söyleyebilirim. Bu etkinliklere de çok sayıda, farklı görüşlerden binlerce insan katıldı ve dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan yıkımlardan vazgeçmek zorunda kaldı.

Bugün Gezi üzerindeki örtüyü kaldırmanın, hatta aralamanın bile hiç kolay olmadığını biliyorum. Her hafızalaştırma girişimi, aynı zamanda bir karşı hafızalaştırma girişimi olabiliyor. Bu nedenle “Gezi’nin iktidar tarafından yanlış anlaşılmış olduğunu” söyleyemeyeceğim.

Ayrıca bana göre Gezi olayı ile 1999 felaketi sonrası oluşan sivil toplum seferberliği ile arasında da büyük benzerlikler var. Felaketten sonra yüzbinlerce insan yardım çalışmalarına katıldı. Sivil toplum bununla da kalmadı, tıpkı Gezi’de olduğu gibi kamusal alanı kendileri düzenlediler. Kamu yönetimleriyle işbirliği yaptılar.

Bunlar; kalkışma, isyan hareketleri değildi. Ancak şunu da söylemek yerinde olur: İktidarı, yönetim kararlarını hedef almaktan çok daha da etkili ve köklü bir şekilde politikaları değiştirme, dönüştürme potansiyeli yaratan eylemlerdi.

Örneğin 1996 yılında İstanbul’da düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı’nın iki yıl öncesinden başlayarak uluslararası ve yerel sivil toplum ağı oluşturan ve bir dönüm noktası oluşturan bağımsız girişim.

Bence köyleri yakma, tehcir gibi şiddete dayalı yerleşim politikalarını iyileştirmede etkili olan bu sivil toplum girişimi ile Gezi’deki yaşananların benzerliği çok. Farklı tarafları, görüşleri, öncelikleri bir araya getiren, kendi kamu sahalarını kendileri düzenleyerek kamu tarafı ile müzakere imkânı yaratan bu girişim, Gezi’deki siviller ile çok büyük bir benzerlik taşır.

Bu farkı anlamadan şiddet politikaları sürerken Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Zirvesi’nin politik alanda nasıl bir iyileşme havası estirdiğini, ya da 1999 felaketin den sonra nasıl bir sivil toplum hareketi yaşandığını, söz gelimi Galata semtinin yıkımlardan nasıl kurtarıldığını, Taksim Meydanı’na yapılması planlanan tünelli projelerin nasıl engellendiğini ve alternatiflerinin geliştirildiğini, Park Oteli’nin nasıl yıktırıldığını, Gökkafes’in de aynı akıbeti paylaşmak üzere olduğunu, bağımsız mimarlar ve kültür yöneticileri tarafından geliştirilen AKM’nin güncellenmesi ve restorasyonunda, UNESCO, Sulukule, BM Zirvesi sonrası sivil toplum başarısını kalıcılaştırmak için geliştirilen Fener-Balat Semtleri Rehabilitasyon Projesi gibi örneklerde iyileşme imkânlarının ortaya çıktığını, 3. Köprü ihalesinin nasıl durdurulduğunu, İstanbul’un 2010 yılında nasıl Avrupa Kültür Başkenti seçildiğini anlamanın asla mümkün olmadığını söyleyebilirim.

Bugün Gezi üzerindeki örtüyü kaldırmanın, hatta aralamanın bile hiç kolay olmadığını biliyorum. Her hafızalaştırma girişimi, aynı zamanda bir karşı hafızalaştırma girişimi olabiliyor. Bu nedenle “Gezi’nin iktidar tarafından yanlış anlaşılmış olduğunu” söyleyemeyeceğim.

Yalnızca onu “şanlı direnişimiz” diye mitleştiren ve onu 28 Şubat formatına taşımaya çabalayanlarla, Gezi’den ürken ve onu barışçıl bir eylem olmaktan çıkarmayı amaçlayanların anlaştıklarını, bu sivil toplum deneyiminin izlerini silmek için işbirliği yaptıklarını söylemekle yetineceğim.

Korhan Gümüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir