Rehine müzakeresinin doğumunda İsrail-Filistin meselesi

Rehine müzakeresinin doğumunda İsrail-Filistin meselesi

Taraflar arasında açıkladığım anlamıyla bir rehine müzakeresinden ya da aralarındaki meselenin özüne dair bir müzakereden bahsetmek mümkün değil. Ancak, bir aydan fazla devam eden silahlı mücadelenin iki tarafta da hem kendi hem de dünya kamuoylarının beklentilerini karşılamak açısından farklı bir şey yapmaya dair bir baskı oluşturduğu açık.

Ortadoğu’da yaşananlar, her gün haberlerde izlediğimiz ve bize değen bir konu olması yanında, bir yandan da anlaşmazlık alanındaki düşünen ve yazanlara malzeme vermeye devam ediyor. Nitekim geçen yazıda insanların stres anında verdiği “savaş” cevabından uzaklaşılabilmesi için, İsrail ve HAMAS arasında bir ateşkesin gerekli bir ara olduğunu ifade etmiştim. Neredeyse bir haftadır birçok kişinin serbest kalması ve ailesine kavuşması gibi güzel bir gelişme yaşandığı için, biraz “rehine müzakeresi” konusundan bahsetmek istiyorum. Zira bugün gayet profesyonel bir şekilde yürütülen bu iş, bu anlaşmazlıkta yaşanan bir durumdan oldukça etkilendi.

Bugün birçok polis ve askerin sahip olduğu rehine müzakere birimleri, ilk defa İsrail-Filistin meselesinde yaşanan bir rehine krizinde eksikliğini gösterdi. 1972 Ağustos’unda, o zaman Batı Almanya’da bulunan Münih Olimpiyatları’nda “Kara Eylül” adlı Filistinli silahlı bir grup, İsrailli atlet ve teknik ekibin kaldığı yurtlara girerek, onları rehin aldı. Elbette birçok şehirde daha önce bu tarz rehine olayları yaşanmıştı[1]. Ancak olimpiyat oyunları gibi bir ortamda çok sayıda insanın rehin alınması görülmemiş bir durumdu. Batı Almanya’nın rehineleri kurtarma teşebbüsü, ellerinde müzakereden anlayan bir birim olmaması nedeniyle, atlet ve teknik çalıştırıcı dahil on bir İsrailli; bir polis memuru ve beş Filistinli teröristin ölümüyle sonuçlandı. Nitekim fail ve rehinelerin toplu ölümü, Almanya’nın hem olimpiyatlarda sağladığı güvenliğin gevşekliği hem de rehine operasyonu nedeniyle çok eleştirilmesine neden oldu[2].

O dönemde, bu gibi bir durumun sadece güçle “çözülmesi”nden başka bir yol bilinmiyordu. Bir başka deyişle, teslim olmaları için rehin alanlara süre verilmesi ve bu gerçekleşmezse, operasyon düzenlenmesi ve bu “operasyon”ların can kaybıyla bitmesi şeklinde bir “çözüm”. Bu kadar çok ve farklı can kaybının yaşanmasının bir çözüm olmadığı ise açık. Olimpiyattaki olaylar sırasında New York polisinde memur olan psikoloji doktoralı Harvey Schlossberg[3], benzer eylemlerin New York’ta da gerçekleşebileceğini düşündü. Kendisi de Yahudi olan ve doktorasıyla oldukça farklı birisi olan Schlossberg, rehine müzakerecisi olarak görev yapacak dedektifler olması ve bunları eğitmek gerektiğini söylemesi ve kabul gören bu fikirle New York’ta ilk kez bir polis biriminde rehine müzakere ekibi kuruldu[4]. Burada geliştirilen model, daha sonra Amerika’daki birçok kolluk teşkilatı ve FBI’da, daha sonrasında ise birçok farklı ülkede -Türkiye dahil- bir rehine müzakere ekibi kurulmasına ön ayak oldu[5].

1972 Olimpiyatları’nda ölen rehineler için Münih’te yapılmış anıt.

Rehine müzakeresi rehin alınmış kişilerin bulunduğu kriz durumlarında, olayı önce sözlü olarak çözmeye çalışmak anlamına geliyor. Bir anlamda, rehine müzakeresi, rehine kurtarma tarzı bir operasyona yahut güçle müdahaleye gerek olmadan, hem rehine hem de polislerin hayatının korunmaya çalışıldığı ve genelde bu yönde eğitim almış ve belirli bir polislik tecrübesi almış polisler tarafından yürütülen bir yol.

REHİNE MÜZAKERESİ NEDİR?

Rehine müzakeresi rehin alınmış kişilerin bulunduğu kriz durumlarında, olayı önce sözlü olarak çözmeye çalışmak anlamına geliyor. Bir anlamda, rehine müzakeresi, rehine kurtarma tarzı bir operasyona yahut güçle müdahaleye gerek olmadan, hem rehine hem de polislerin hayatının korunmaya çalışıldığı ve genelde bu yönde eğitim almış ve belirli bir polislik tecrübesi almış polisler tarafından yürütülen bir yol. Polis müzakerecilerinin arkasında tabii ki güç kullanmaya hazır birimler bulunuyor. Taktik ekip olarak adlandırılan bu birimler, durumun kötüye gitmeye başlaması, silahların ateşlenip hatta rehinelerin öldürülmeye başlaması ihtimaline karşı olay mahallinde hazır bulunuyor. Ancak amaç, onların devreye girmemesi.

Bugünkü HAMAS-İsrail meselesine baktığımızda ise, bankayı soymaya çalışan birisinin banka çalışanlarını rehin aldığı yahut çocuklarını rehin almış bir babanın intihar tehdidinde bulunduğu polislik bir durumdan bahsetmiyoruz. Terör eylemlerinde polislerin genelde zaman kazanmak amacıyla karşı tarafı oyalamaya çalıştığı ifade ediliyor. Oysa ortada planlı bir terör eylemi sonucu rehin alınmış insanlar bulunuyor ve tam yerlerini bilmek mümkün değil. Burada polislik bir meselenin ötesindeyiz, bir ordu devrede. Diğer yandan ister Türkiye ister başka ülkelerde birçok defa, “Biz teröristlerle konuşmuyoruz!” cümlesini duymamıza rağmen, bir müzakerenin bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak bu bir anlamda doğru bir cümle olabilir; zira müzakere doğrudan taraflar arasında yürümese de, devreye giren üçüncü kişi devletler eliyle yürüyor. Nitekim güç yahut silahlar konuşurken, müzakerenin doğrudan savaşan taraflarca yapılması gerçekçi değil. Dahası, rehinelerin tümünün serbest kalması söz konusu değil, en azından şimdilik.

Buradan genel anlamda müzakere kavramına geçersek, kendi başınıza elde edemeyeceğiniz bir şey için müzakere edersiniz. Bir başka deyişle, İsrail tüm rehineleri bir operasyonla kurtarabilecek durumda değil. HAMAS da Gazze’deki insanların yiyecek su ve en temel ihtiyaçlarına ulaşmasını sağlayabilecek durumda değil. HAMAS, aynı zamanda İsrail cezaevlerinde bulunan kişilerin tahliyesini de sağlayamaz. Dolayısıyla, iki tarafın da çok istedikleri bu şeyleri elde etmek için, karşı tarafla müzakere etmeye ihtiyacı olduğu ortada. Bu ihtiyaç, tarafların arasındaki temel anlaşmazlığa dair konuşmanın ötesinde bir durum. Oysa polisler tarafından yürütülen rehine müzakeresinin özünde olayı sözle çözmek bulunuyor. Bir başka deyişle, insanların duygularını yöneterek, onları sakinleştirerek, daha akla dayanan bir seviyeye çekmek ve düzgün kararlar vermelerini sağlamaya dayanıyor. Zira hırs, nefret, sinir gibi duyguların kabardığı anda verilen kararlar -neredeyse istisnasız- kötü kararlar.

Bunların ışığında, taraflar arasında açıkladığım anlamıyla bir rehine müzakeresinden ya da aralarındaki meselenin özüne dair bir müzakereden bahsetmek mümkün değil. Ancak, bir aydan fazla devam eden silahlı mücadelenin iki tarafta da hem kendi hem de dünya kamuoylarının beklentilerini karşılamak açısından farklı bir şey yapmaya dair bir baskı oluşturduğu açık. Tarafların konuşması ile gerçekleşen ateşkes ilanı ile gelen hem rehinelerin hem de cezaevlerinden tahliye olan insanların serbest kalmasının yarattığı mutluluk, bu anlaşmazlık konusunda umuda aç insanlara çok iyi geldi. Nitekim ateşkes hemen iki gün uzatıldı ve daha da uzaması gündemde. Bir anlamda taraflar, güce veya şiddete başvurmadan, konuşarak da olabildiğini gördü.

 

[1] Örneğin yine New York’ta Attica cezaevinde yaşanan bir ayaklanma sadece hükümlülerin değil infaz memurlarının da ölümü ile sonuçlandı: https://en.wikipedia.org/wiki/Attica_Prison_riot

[2] Almanya’nın ailelere tazminat ödemesi daha 2022’de yapıldı. Bu olaya dair de yukarıdaki fotoda yer alan anıt dikildi.

[3] https://en.wikipedia.org/wiki/Harvey_Schlossberg hayat hikayesi için linke tıklayınız.

[4] Bu hikayeyi Anlaşabiliriz adlı podcastimde rehine müzakeresi konusunu dile getiren Jack Cambria’dan öğrendim. Türkçesini okumak için: https://www.anlasabiliriz.com/whenever-emotions-are-up-rationality/#transcript. Sadece Schlossberg değil, Frank Bolz adlı başka bir polisten de bahsediliyor: https://www.ojp.gov/ncjrs/virtual-library/abstracts/hostage-cop-story-new-york-city-ny-police-hostage-negotiating-team

[5] Gary Noesner tarafından yazılmış “Stalling for time: My life as a hostage negotiator” (Zaman Kazanmaya Çalışmak: FBI Rehine Müzakerecisi Olarak Hayatım) adlı kitap, FBI’ın rehine müzakeresi sürecini nasıl götürdüğünden, müzakere birimi kurulmasından yirmi sene sonra Texas’ta 51 günlük bir kuşatmanın dört ajan ve 28’i çocuk 82 sivilin ölümü ile sonuçlanan olaydan ve buna dair tartışmalardan da bahsediyor.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir