Kobani Davası’nda karar beklenirken…

Kobani Davası’nda karar beklenirken…

Bugün Kobani Davası’nda karar duruşması var. Davadaki avukatlarından biri olan Hadi Cin’in iki gün önce yayınlanan yazısını günün önemi nedeniyle yeniden yayınlıyoruz. 

Kamuoyunda Kobani Davası olarak bilinen davada 16 Mayıs 2024 tarihinde karar verilmesi bekleniyor. Aslında 17 Nisan 2024 tarihinde yapılan bir önceki duruşmada karar verilecekti; ancak, savunma avukatlarından bazılarının kapsamlı savunmalarını duruşmadan kısa süre önce vermeleri ve SEGBİS kayıtlarından bazılarının çözüm ve dökümünün yapılamaması gerekçesiyle karar verilmedi ve duruşma 16 Mayıs 2024 tarihine ertelendi. 

Ülkedeki yumuşama veya normalleşme işaretleri nedeniyle farklı kesimlerde farklı beklentiler oluştu. Maksimum tutuklu sürelerinin bile dolduğu davada, yerel seçim sonrasında oluşan hava nedeniyle tahliye kararı verilebileceğine dair kanaat oluşmuşsa da kişisel olarak o kanaatte olmadığımı belirtmek isterim.

Kürt siyasetçiler tahliye edilmedikçe ve Kürt Sorunu’nun çözümüne dair demokratik adımlar atılmadıkça ülkede bir yumuşama veya normalleşmeden bahsetmek mümkün değildir. Uzun yıllardır ülkenin yasal veya fiilen olağanüstü halde olmasının en önemli sebebi Kürt Sorunu iken, iktidar ve ortaklarının Kürt Sorunu konusunda yeni bir sayfa açma veya atılacak adımlar konusunda uzlaşı veya yol ayrımına geldiklerine dair en ufak bir işaret görünmemektedir. Kürt sorununa demokratik yöntemlerle siyasi çözüm arayışı olmadan ülkenin yüksek demokrasi ve hukuk standartlarına ulaşması mümkün değilken, son 20 yıldır olduğu gibi halen de dönemin ihtiyaçlarına göre yüzeysel ya da takiyeci çözümler arandığı görmezden gelinemez. Şüphesiz Erdoğan mecbur olmadığı hiçbir şeyi yapmaz ya da ihtiyaçlarının gerektirdiği gibi davranır, ilişki kurar, söylem geliştirir. 22 yıldır dillendirilen yeni anayasa vaadi hiçbir zaman gerçekçi ve samimi olmadığı gibi bugün de değildir; öncelikli ve acil mesele de bu değildir. Kaldı ki, sadece fiili olarak inşa edilmiş bu otoriter rejimin bir hukuku da yoktur. Yasalar yetersiz olabilir, ancak mevcut durum, fiili duruma anayasanın ve yasaların uydurulmasıyla sürdürülmektedir. Temel sorun zihniyet ve uygulamadadır. 

Zihniyet ve uygulamanın ürünü olan Kobani Davası, önce, HDP genel merkezi tarafından atılan ve halkı IŞİD saldırılarını ve işgalini protestoya çağıran tweete dayandırıldı; ancak, İHAM Büyük Daire’nin, “Kobani eylemlerinde işlenen suçların, HDP genel merkezi twitter hesabından atılan tweetin sonucu olmadığı ve tweetin siyaset yapma hakkı kapsamında olduğuna” dair Sayın Selahattin Demirtaş hakkındaki ihlal kararından sonra -davayı bir tweete dayandırmanın siyasi rehine olarak tutulan siyasetçilerin cezalandırılmasına hem hukuken yetmeyeceği hem de ikna edici olmayacağı fark edildiğinden- iddia, gizli ve açık tanıklarla örgütsel ilişkiyi gösterme çabalarına evrildi. 

Örgütten ayrılan ve cezaevlerinde tutuklu veya hükümlü bulunan bazı kişilerin etkin pişmanlıktan faydalanmak ve cezadan kurtulmak için yer, zaman ve olay ekseninde kolaylıkla gerçek dışı olduğu ispatlanabilen iftiralarıyla tutuklu siyasetçilerin örgütle organik bağ içinde olduğu ispatlamaya çalışıldı. Başta Sayın Demirtaş ve diğer tutuklu siyasetçilerin şahsen ve avukatların sordukları sorularla gizli ve açık tanıkların iftira attığı ve söylediklerinin gerçek dışı olduğu ispatlandı ancak mahkeme bugüne kadar bu ispatı görmezden geldiği gibi otuz günde bir veya her duruşmada verdiği tutukluluk halinin devamı kararlarında bu tanıkların beyanlarını, atılı suçları ispatlanmış gibi sundu. Hasılı; mahkeme verdiği ve vermediği kararlarla, anayasa ve yasalarla, evrensel hukuk değerleriyle hiç bağlı olmadığını, kurulan siyasi denklemin bir ayağı veya aracı olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koydu. 

Davanın siyasi niteliği o denli büyük ki bütün aşamaları profesyonel bir dava mühendisliği ile yürütüldü, hangi gelişmeye karşı hangi hamlenin atılacağı ince ince hesaplandı ve mahkeme bu hukuksuz tutumundan hiç taviz vermedi. Nitekim Gülenciler’in davalarının AKP’ye, Kürt siyasetçilerinin davalarının da MHP’ye bırakıldığına ve görülmekte olan davalarla ilgili kararların bu iki partinin kurduğu ekipler tarafından verildiğine dair çokça söylem ve duyum olmuştur. Nitekim Kobani Davası’na bakan mahkemenin tamamen bu davaya bakmak için doğal hâkim ilkesine aykırı olarak oluşturulduğuna ve hem ilk başkanın hem de şimdiki başkanının MHP’li olduğuna ilişkin herhangi bir şüphe yoktur. 

Bu dava, iktidarın kendi davasının hâkimi olduğu bir dava türüdür; dolayısıyla yargılayan iktidardır. Şikâyetçi olan da iktidardır, delil toplayan da. Davada ispatlanan tek şey, soruşturmaları yapan savcıların ve davaya bakan heyetlerin tümünün peşin hükümlü ve sabit fikirli olduğudur.

İKTİDARIN KENDİ DAVASININ HÂKİMİ OLDUĞU BİR DAVA TÜRÜ

Bu davada tutuklu olan insanlar lehine İHAM ve AYM defalarca ihlal kararı vermiş, ancak bunların hiçbiri uygulanmamış, iktidar sözcüleri her aşamada davaya müdahale etmiş ve kamuoyu önünde mahkemeye açıkça talimat vererek tutuklu insanların bırakılmayacağını, bırakmama kararının siyasi iradeye ait olduğunu açıkça deklare etmiştir. Mahkemeye talimat vererek mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığını ihlal eden siyasi iktidar sözcülerinin işledikleri suçlar bağlamında en azından görünüşü kurtarmaları için suç duyurusunda bulunulması beklenirken, mahkeme başkanı, siyasilerin davaya yönelik müdahalelerini duymadığını belirtmiştir! 

Bu dava, iktidarın kendi davasının hâkimi olduğu bir dava türüdür; dolayısıyla yargılayan iktidardır. Şikâyetçi olan da iktidardır, delil toplayan da. Davada ispatlanan tek şey, soruşturmaları yapan savcıların ve davaya bakan heyetlerin tümünün peşin hükümlü ve sabit fikirli olduğudur. Bu tespit, soruşturma işlemleriyle, iddianamelerle, mütalaayla ve heyetlerin “tutuk devam” kararıyla apaçıktır. Kolluk, savcı ve hâkimlerin hiçbiri tutuklu siyasetçilerin aleyhine olması halinde eldeki bir delilin yasaya uygun toplanıp toplanmadığına bakmamıştır. Yani önce en tepede karar verilmiş, sonra tepeden verilen kararın altını doldurma arayışı başlamış, öyle ki yargısal süreçler tıkandığında yine tepeden kamuoyu önünde açıkça yargıya verilen bir talimat ile yeni yöntemler, yeni soruşturmalar yaratılmıştır. Binlerce sayfa iddianame dört günde kabul edilip 174 sayfa tensip zaptı yazılmış; iddianamenin mahkemeye verildiği andan tensibin yazıldığı güne değin geçen mesai saatleri dikkate alındığında sadece iddianamenin okunmasına bile yetmesi mümkün olmayan sürede ayrıca 174 sayfa tensip yazılması, iddianamenin de tensibin de önceden hazırlandığı şüphesini uyandırmıştır. Ayrıca;

takibi mümkün olmayan kesintisiz duruşma tarzı dayatıldı. Her avukatın başka işlerinin kaçınılmazlığı nedeniyle davanın duruşma takvimine kendisini uydurması için ilk birkaç duruşmanın aralıklarla verilmesi talep edildiyse de mahkeme bu talepleri reddetti. Tutuklu siyasetçiler, kesintisiz sürdürülen duruşmalara bulundukları cezaevlerinin havasız, penceresi küçücük SEGBİS odalarında sabahtan akşama kadar tutulmak suretiyle âdeta işkenceye maruz bırakıldı.

Yargılama boyunca savunma avukatlarının tüm talepleri ara kararlarla reddedildi. Ve en önemlisi, matbu ve basmakalıp tutuk devam kararlarının hak ihlali oluşturduğu yönündeki AİHM kararlarının varlığı karşısında güçlü ve sağlam tutuk devam kararı verilmek istenirken, her defasında hüküm kurulur gibi ara kararlar verildi ve ihsası rey yapıldı. Deliller hukuka aykırı toplandı, ortam dinlemeleri yasaya aykırı yapıldı.

DELİLLER HUKUKA AYKIRI TOPLANDI

Müştekilere soru sorma hakkı engellendi. Her ne kadar sonradan bu yanlışlık kabul edilse de bu defa aynı ânda (fiilen imkânsız olduğu açıkken) birçok yere yazılan talimat dosyalarının bulunduğu yere istenirse gidip katılabilecekleri söylendi. 

Gizli tanıklar celse aralarında dinlendi; hâlbuki ses ve görüntü değişikliği ile yine SEGBİS üzerinden duruşmaya katılmaları sağlanabilirdi. 

Yargılama boyunca savunma avukatlarının tüm talepleri ara kararlarla reddedildi. Ve en önemlisi, matbu ve basmakalıp tutuk devam kararlarının hak ihlali oluşturduğu yönündeki AİHM kararlarının varlığı karşısında güçlü ve sağlam tutuk devam kararı verilmek istenirken, her defasında hüküm kurulur gibi ara kararlar verildi ve ihsası rey yapıldı. 

Deliller hukuka aykırı toplandı, ortam dinlemeleri yasaya aykırı yapıldı. İsnat edilen suçların dayandığı söz ve eylemler, suçların yasal tanımları ve unsurlarıyla hiçbir şekilde örtüşmese de zorlama yorumlarla suç kapsamına sokuldu. Örneğin davanın temel mantığı, Kobani için protesto çağrısı yapmakla protestocuların suça veya faili meçhul suçların işlenmesine azmettirildiği iddiasına dayanmaktadır. Halbuki en temel hukuk bilgisine göre dahi, başkasını, istenen her suçu işleyebileceği yönünde azmettirmek mümkün değildir; diğer bir deyişle, bir kimseyi azmettirmek için o kimsenin belli bir suçu işlemesini istemek ve suçu işleyen üzerinde tam bir hâkimiyet kurması gerekmektedir. Sözgelimi, sırf protestoya çağrı yapıldı diye eylemcilerden birinin hırsızlık yapmasından çağrı sahipleri nasıl sorumlu tutulabilir? İşte, bu, hukuken imkânsız olan, yargı araçsallaştırıldığında ve idari bir birim veya teşkilat gibi işlediğinde mümkün olabilmektedir. 

İfade özgürlüğü sınırlarını aşmayan açıklamalar suç addedildi. Siyaset yapma hakkı kapsamında Kürt Sorunu’nun çözümüne dair kurulu düzenin söylemleriyle bağdaşmayan her konuşma suç sayıldı. 

Dokunulmazlıkların anayasaya aykırı olarak kaldırılmasına dair İHAM ihlal kararı uygulanmadığı gibi ihlalin sonuçları da giderilmedi. 

Siyasal yargının tarihi 2500 yıl önce Sokrates yargılaması ile başlayıp bugüne kadar Engisizyon Mahkemeleri, Sömürge Mahkemeleri, Nazi Mahkemeleri, İstiklal Mahkemeleri, sıkıyönetim mahkemeleri ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri ile devam etmiş olup Kobani ve Gezi davaları da siyasal yargının güncel halkalarıdır ve bu davalarda her türlü hukuksuzluk, kanunsuzluk gerçekleşmiştir; çünkü hukuksuzluğu yapan, yasayı çiğneyen egemendir. Bireyler arasındaki davaların adil çözülmesi her çağda mümkün olsa da egemene yönelik itirazlardan kaynaklanan ve yargıcının da egemen olduğu hiçbir davada adalet tecelli etmemiştir. 

Yazının başında belirtilen kanaatin aksine bu davanın da tıpkı 49’lar Davası’nın akıbetine uğrayacağına dair bir endişe taşımaktayım. Musa Anter’in Qimil/ Kımıl başlığıyla yazdığı şiir yüzünden tutuklanması üzerine elli kişinin bir bildiri yayımlamaları sonucu gözaltına alınıp tutuklanmasından sonra 1960 Darbesi olmuş, daha sonra 1961 Anayasası yürürlüğe girip genel af ilan edilmiş, ancak sadece 49’lar Davası genel aftan yararlandırılmamıştır. Benzer şekilde, yerel seçimlerden sonra oluştuğu düşünülen yumuşama veya normalleşmenin Kobani Davası’nı ve dolayısıyla Kürt Sorunu’nu ve Kürt siyasetçileri kapsamadığı kanaatindeyim. Dikkat edilirse, yumuşama/ normalleşme sürecine ilişkin açıklama ve tartışmalar da daha çok Kavala ve Gezi Davası üzerinden yürütülmektedir. Erdoğan’ın yumuşama/ normalleşme sürecini başlatmak üzere ama her koşulda kendi iktidarının devamını sağlayacak denklem arayışında olduğu söylenebilirse de henüz o denklemi kuramadığı da çok açıktır. 

Erdoğan’ın normalleşme/yumuşama isteyeceğine dair kabul/kanaat birçok olguya dayandırılabilir: Anayasa değişikliği yapılmadığı müddetçe erken seçim kararı dışında yeniden aday olamaz; herkesin malumu olduğu üzere ekonomik krizin devam etmesi ve derinleşmesi çok büyük toplumsal riskler ve tehlikeler barındırdığı gibi, bu, sürdürülemez bir durumdur. Ayrıca, ilerleyen yaşıyla birlikte toplumun yarısının nefret objesi olarak siyasetten ayrılmak istemeyeceği düşünülebilir. MHP’nin kriminal faaliyetlerinin açık ve aleni bir hal alması, yaptırmak istediklerinin ülke gerçekliğine ve akla aykırı olmasının da yeni denklem arayışına yönelmesinde etkisi olacağı varsayılabilir, vs.

Erdoğan’ı zorlayan, normalleşmeye mecbur kılan bir niteliği olmadığını da eklemek gerekir. Hal böyle olunca yeni bir siyasi denklem kuruluncaya kadar Kobani Davası’na ihtiyacın sona ermeyeceği, Kürt siyasetçilerin içerde tutulmasının isteneceği kanaatindeyim.

YENİ BİR SİYASİ DENKLEM KURULUNCAYA KADAR KOBANİ DAVASI’NA İHTİYAÇ SONA ERMEZ

Ancak; Erdoğan’a istediklerini yaptırmanın görece kolaylığı nedeniyle küresel güçlerin Erdoğan’ın otoriter rejiminin meşruiyetini sorgulamaktan imtina ettikleri ve Erdoğan’ın iktidarda kalması yönünde tutum aldıkları bir gerçek olup -o minvalde- Avrupa Konseyi’nin İHAM kararlarının uygulanması için endişeli açıklamalar dışında bir şey yapmaması da sabittir. Öte yandan; iç toplumsal dinamiklerin de iktidarın siyasi kararları üzerinde baskı unsuru olmaktan çok seçime ilişkin -kısmen- bir tercih değişikliğini ifade ettiğini; içeride Erdoğan’ı zorlayan, normalleşmeye mecbur kılan bir niteliği olmadığını da eklemek gerekir. 

Hal böyle olunca yeni bir siyasi denklem kuruluncaya kadar Kobani Davası’na ihtiyacın sona ermeyeceği, Kürt siyasetçilerin içerde tutulmasının isteneceği kanaatindeyim. Kobani Davası iddianamesinde belirtilen ve savcının mütalaasında tekrarlanan suçlardan mahkûmiyet kararı verilmesi halinde, Türkiye’nin içinde yaşadığı karanlık dönemin çok daha uzun süreceği ve daha da kararacağından da şüphe duyulmamalıdır. Ağır cezalara hükmedilmesi halinde tutuklu siyasetçiler çok daha uzun süre tutuklu kalacak; bu yöndeki karar sorunların demokratik siyaset, diyalog ve uzlaşı ile çözülmesini de imkânsız kılacaktır. 

Sonuç olarak; Kobani Davası’nda tutuklu bulunan Kürt siyasetçilerin tahliye edileceğine dair beklenti haklıdır, yerindedir ama uzun yıllardır Erdoğan’ın bu türden beklentilerin aksi yönünde bir yol yürüdüğü gerçeğinin yanı sıra, yürüdüğü yolun yanlışlığına dair bir şüpheye henüz kapılmamış olmaklığı da bir gerçektir. Beklentilerin haklı çıkması ve taşıdığım endişenin yersiz olduğunu görmek dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir