Türkiye’yi tarikatlar mı yönetiyor?

Türkiye’yi tarikatlar mı yönetiyor?

Tarikatlar Türkiye’si, “Taassup Türkiye’si” demek; kibrin, yasakların, ötekileştirmenin hüküm sürdüğü Türkiye demek. İktidar, bu Türkiye’yi tercih etmiş gözüküyor. Halbuki halk-millet buna karşı tepkisini ve tavrını her alanda veriyor.

Viyana’dayım.

Heykelleri önünde saatler geçirdiğim Michelangelo’nun, Albertina Modern Müzesi’nde sergilenen eserlerini görmeye gidiyorum.

Özgün bir Michelangelo sergisi: heykellerini yaparken çizdiği resimleri içeriyor.

Resimler, çıplak erkek vücutlarını ve vücütların belli kısımlarını içeriyor.

Savaşçı, güçlü, kaslı ve çıplak erkek vücutları güç ve mükemmeliyeti temsil ediyor.

Michelangelo’nun heykellerini yaparken kullandığı ve büyük sanatsal etki yaratmış bu eserleri görmek, incelemek çok değerli.

Titiz ve detaylı çalışma, yaratıcılık, mükemmeliyet, dikkat, uzun ve ince iş, sabır ve emeğin birlikteliğini görmek insanda hayranlık yaratıyor.

İyi ki var Michelangelo diyorum, asırlar sonra hâlâ bir dahi olarak bizle.

Bu sergiyle başlamamın nedenini tahmin etmişsinizdir.

Çıplak erkek vücutlarından oluşan bu eserlere bakarken düşünüyorum; acaba bu kadar önemli ve tarihe geçmiş bir sanatçının eserlerinden oluşan bu sergi bugün Türkiye’de açılabilir miydi?

Açılsaydı, ne olurdu?

Maalesef yanıtı kolay, bir o kadar da üzücü ve rahatsız edici bir soru soruyorum.

Açılamazdı.

Ya da açılsaydı, bir iki gün içinde “ahlakımızı bozuyor” diyerek gelen şikayetler üzerine kapatılırdı.

Açılamaz ya da açılsaydı hemen kapatılırdı kararını İktidar vermiş olsa da, kararı belirleyen aktörün “tarikatlar” ya da “cemaatler” dediğimiz örgütler olduğunu biliyoruz.

Nasıl çok seyredilen ve çok iyi yapılmış/yazılmış Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar dizileri tarikat-cemaat baskıları nedeniyle haksız yere ceza aldılar ya da yayınları durdurulduysa, Michelangelo sergisi de baskı altında ya açılmazdı ya da kısa süre içinde kapatılırdı.

Nasıl konserler, festivaller, fuarlar, tiyatrolar, konuşmalar, sergiler tarikat-cemaat baskılarıyla engellenmiş ya da kapatılmışsa; nasıl sanatçılar, bilim insanları, sporcular riyaya, iftiralara, suçlamalara ve kültürel ve psikolojik şiddete maruz kalmışsa, Michelangelo ve sanatı da aynı tür bir tepki ve tavırla karşılaşır ve dışlanırdı.

Örnekleri uzatmak ya da çoklaştırmak mümkün; ama bugün karşımızda net bir tablo var.

Türkiye ve halk-millet kaybederken; buna karşın, ne olduğunu, kimin yönettiğini, nasıl bir tüzel kişiliği, kuramsal yapısı ve resmi kaydı olduğunu bilmediğimiz oluşumlar, tarikat-cemaat adı altında Türkiye’nin yönetiminde önemli bir yer tutuyorlar ve rol oynuyorlar.

Son kararı onlar almasa bile, ulusal ve yerel yönetim kararlarının arkasında belirleyici unsur olarak tarikatlar-cemaatler var.

Dahası, ulusal ve yerel yönetim unsurların bu oluşumları “sivil toplum” olarak görmesi, meşrulaştırması ve desteklemesi, konuyu çok daha karmaşık ve problematik hâle getiriyor.

Türkiye’nin bugün yönetiminde tarikatlar-cemaatler çok etkililer ve güçlüler.

Türkiye’yi yönetenler, halkı-milleti değil, tarikatları-cemaatleri dinliyor, tercih ediyor.

Bu, bir yönüyle şaşırtıcı.

15 Temmuz darbe girişimini de böyle bir oluşum yapmıştı.

Bugün geldiğimiz noktadaysa, tekrardan Türkiye’yi tarikatlar mı yönetiyor sorusunu soruyoruz.

Bu soruyu sormak ne kadar üzücüyse, bir o kadar da endişe verici.

15 Temmuz darbe girişimden hiç bir ders alınmamış gibi, tarikatlerin-cemaatler sivil toplum olarak görülürken, onların istekleri ve görüşleri İktidarın aldığı kararlar da belirliyeci rol oynuyor.

Dizilerin, sergilerin, sanatın, konserlerin, festivallerin, konferansların yasaklanması, taassubun tezahürü; ulusal ve yerel yönetimin de bu tercihleri baskı ve riya içeriğini bilerek karara dönüştürmesi, taassubun yönetimi ele geçirmesi anlamına gelir.

Darbe girişimi başarısız olmuş, din sömürü yapmış ve taassup amaçlayan bir tarikat-cemaatin yaratttığı boşluk, liyakat, bilim, sorgulama, kapsayıcılık ve tasavvuf ile değil, tam da aksine, sadakat, tutuculuk, bağnazlık, kibir dolu bir taassup ile doldurulmuş gözüküyor.

Taassup tasavvufun yerini alıyor.

Taassup, sorgulamayı, bilgiyi, kapsayıcılığı, emeği, üretimi, sanatı, insanı, yaşamı, canlıyı, doğayı sevmez, onların kendi çıkarına boyun eğmesini, böylece kendi gücünün ve iktidarının artmasını amaçlar.

Bu nedenle de taassup sorgulamayı baştan rederken, baskıyı amaçlar.

Dizilerin, sergilerin, sanatın, konserlerin, festivallerin, konferansların yasaklanması, taassubun tezahürü; ulusal ve yerel yönetimin de bu tercihleri baskı ve riya içeriğini bilerek karara dönüştürmesi, taassubun yönetimi ele geçirmesi anlamına gelir.

Her taassup yönetim tarafından desteklendiğinde, tarikatların-cemaatlerin kibri yükselir.

Kibir, vicdan ve adaletin; manipülasyon ve riya da hakikatin yerine geçer.

Tarikatların-cemaatlerin kibir-riya-manipülasyonla elde etmeye çalıştığı Türkiye yönetiminindeki etkiyi ve yeri İktidar kabul etmiş gözüküyor.

Tarikatlar Türkiye’si, “Taassup Türkiye’si” demek; kibrin, yasakların, ötekileştirmenin hüküm sürdüğü Türkiye demek.

İktidar, bu Türkiye’yi tercih etmiş gözüküyor.

Halbuki halk-millet buna karşı tepkisini ve tavrını her alanda veriyor.

Yasaklanan diziler en çok izlenen diziler oluyor; çünkü ayrıştırılan kimlikler, yaşam tarzları değil, aksine kimlikler, yaşam tarzları arasındaki temas, ilişki ve iç içe geçmeler ve bunun yaratttığı karmaşıklıklar ve çok boyutlu sonuçlar çok daha fazla ilgi çekiyor.

İktidar, tarikatlar-cemaatler Türkiye’sine bakarken, halkın-milletin Türkiye’sinde farklılıklar arası kesişimin nasıl bir şey olduğu sorusuna yanıt merak ediliyor. İki Türkiye bu alanda da yaşanıyor.

Yasaklanan Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncaların ve Ömer dizisinin en çok seyredilen dizler olması bunun bir örneği.

Laik-muhafazakâr karşıtlığı değil, aksine teması ve bu temasın yaşanmışlığımın karmaşıklığı ilgi konusu.

Atatürk’e ve Cumhuriyete saldırılara karşı 29 Ekimin çoşkuyla farklılıkları içinde halk-millet tarafından kutlanması; Atatürk’e sahiplenmek; “sivil Atatürkçülük” tartışması; kadına karşı şiddeti engellemenin önemli unsurlarından olan “İstanbul Sözleşmesi”nden İktidarın tarikatları-cemaatleri tercih ederek tek taraflı çıkmasına karşı duruş; tarikat-cemaat yurtarında yaşananlara karşı tepki, vb. örneklerde, yasaklanmanın, kibrin, dışlanmanın değil, farklı olana sevgi olasılığının, kimlikler arası temasın ve kesişimin tercih edildiğini görüyoruz.

İktidar tarikatları tercih ederken, toplum farklılıklar arası birlikte yaşamının nasıl olabileceğini merak ediyor.

İktidar, tarikatlar-cemaatler Türkiye’sine bakarken, halkın-milletin Türkiye’sinde farklılıklar arası kesişimin nasıl bir şey olduğu sorusuna yanıt merak ediliyor.

İki Türkiye bu alanda da yaşanıyor.

Muhalefet ise, Türkiye’nin yeni öyküsü için bu alanın önemini görmek yerine sesssizliğini sürdürüyor…

Fuat Keyman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir