Bir sultanizm pratiği: Vizyon yerine fantezi ile yönetim

Bir sultanizm pratiği: Vizyon yerine fantezi ile yönetim

Sultanizm rejimine geçiş de bir aşırı sağ kuvvetli lider yönetimi tahayyülü veya fantezisi olarak ortaya çıkmıştı. Buna göre Türkiye büyük bir tehdit altındaydı; iç ve dış düşmanlar ülkede karışıklık yaratıyor ve güvenliği tehlikeye sokuyorlardı. Bununla başa çıkmak için parlamenter demokrasi kifayetsizdi. Onun yerine güçlü bir lider, tek başına kimseye dayanmaksızın, danışmaksızın, gereğini görüp hızla ve isabetle karar alıp uygularsa ancak güvende olabilecektik.

Giriş: Sultanizm’de fantezi tutkusu

16 Nisan 2017 günü OHAL koşulları altında ve “atı alan Üsküdar’a geçti” yöntemine göre oy sayımının yapıldığı bir halk oylamasıyla, 2007’den beri hukuken, 2014’ten beri aynı zamanda fiilen yürürlükte olan yarı-başkanlık siyasal rejimi yerine sultanizm rejimine geçildi. Anayasa’nın değişen sekizinci maddesine göre “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” ilkesi kabul edildi. Yürütme bir tek kişinin şahsi takdirine göre karar alıp yönetebileceği bir içerikte tanımlanarak sultanizm rejimi ihdas edildi (Kalaycıoğlu, 2021). Böylece, tüm kamu politikaları tek kişinin yetki, yönetim ve yönlendirmesine göre tanımlanır hale geldi.

Sultanizm rejimine geçiş de bir aşırı sağ kuvvetli lider yönetimi tahayyülü veya fantezisi[1] olarak ortaya çıkmıştı. Buna göre Türkiye büyük bir tehdit altındaydı; iç ve dış düşmanlar ülkede karışıklık yaratıyor ve güvenliği tehlikeye sokuyorlardı. Bununla başa çıkmak için parlamenter demokrasi kifayetsizdi. Onun yerine güçlü bir lider, tek başına kimseye dayanmaksızın, danışmaksızın, gereğini görüp hızla ve isabetle karar alıp uygularsa ancak güvende olabilecektik. Bunun için 1982’de yazılmış olan anayasada öngörülen şahsi, verdiği siyasal kararlar dolayısıyla sorumluluk almayan ve hesap vermeyen ve sorulamayan bir lider (Cumhurbaşkanı, orijinal 1982 anayasası madde 105) eliyle yönetime geçilmesi en doğrusuydu. Bu lider bulunmuştu ve anayasanın yarı-başkanlık yapısı ki, onu da parlamenter rejim diye takdim ediyorlardı, bu liderin elini kolunu bağlıyordu. Lider güçlü ve etkili yönetimi sırasında anayasaya uyamıyordu, o zaman anayasa değiştirilip ona uygun hale getirilmeliydi (Bahçeli, 10 Ekim 2016, https://www.ntv.com.tr/turkiye/bahceliden-baskanlik-sistemi-cikisi,c1WeUw7SfUaRhJHd_4gJAQ). Bu gerçeklerle bağlantısı belirsiz olan ve hiçbir kanıta dayanmayan iddialarla ortaya konan hayal veya fantazya ile OHAL koşullarında, her türlü muhalefet ve fikir tartışmasının fevkalade sınırlandığı bir ortamda 16 Nisan 2017 halk oylamasına gidildi. Bu fantezi hayata geçirildi. Artık çeşitli hayal ve fantezinin uygulanmasına kapı açan bir sürece girilmiş oldu. Bunun siyasal sonuçlarını, aradan geçen 2018 ve 2023 seçimleri ve yedi yıllık süre sonunda inceleyecek makul bir süreye ulaşıldığını düşünebiliriz. Öyleyse, bunların sonucunda ulaştığımız aşama nedir?

SİYASAL FANTEZİ UYGULAMALARININ NETİCELERİ

Kişisel yönetim ile halkın yönetimi olan demokrasi taban tabana zır olduğu için, adil ve özgür olmayan seçimlerle iktidara gelen bir yürütmenin (Cumhurbaşkanı’nın) yönetimi de bir demokrasi türü olan başkanlık diye takdim edilse de, demokrasi olarak çalışmadı; tam bir sultanizm rejimi hükümetine dönüştü (Kalaycıoğlu, 2021). Bu durumu tevil etmek için “Türk tipi Başkanlık” veya “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” gibi, uluslararası siyaset bilimi veya anayasa hukuku yazınında mevcut olmayan tuhaf adlarla anılmaya bizzat iktidar tarafından başlandı.

Geniş kitleler yoksullaştı. Yatay ve çapraz hesap sorulamayan yürütme ürettiği çeşitli siyasal ve ekonomik kararlarla, Türkiye’nin yolsuzluk algısında müthiş bir aşınmaya sebep oldu. Transparency International’ın ölçülerine göre 2012’de dünyada 176 ülke arasında 54. sırada olan Türkiye, 2023’te 180 ülke arasında 115. sıraya geriledi. TBMM, kamu bürokrasisi başta olmak üzere yerleşik siyasal yapılarda aşınma ve yozlaşmalar başladı.       

SULTANİZM FAZTESİNİN NETİCELERİ

Sultanizm fantezisinin sonucunda çok ağır bir maliyet ortaya çıktı. Gelir dağılımı 2018 sonrasında epeyce bozuldu (Gini indesksi 0.433; https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Gelir-Dagilimi-Istatistikleri-2023-53711). Geniş kitleler yoksullaştı. Yatay ve çapraz hesap sorulamayan yürütme ürettiği çeşitli siyasal ve ekonomik kararlarla, Türkiye’nin yolsuzluk algısında müthiş bir aşınmaya sebep oldu. Transparency International’ın ölçülerine göre 2012’de dünyada 176 ülke arasında 54. sırada olan Türkiye, 2023’te 180 ülke arasında 115. sıraya geriledi. TBMM, kamu bürokrasisi başta olmak üzere yerleşik siyasal yapılarda önemli aşınma ve yozlaşmalar başladı. Bu durum itiraz ve muhalefeti güçlendirince ifade, toplantı, yürüyüş, basın, medya ve sosyal medya özgürlüklerini müthiş gerileten adımlar atılmaya başlandı. Sınır Tanımayan Gazeticiler (Reporters sans frontières, RSF) tarafından yapılan hesaplamalara göre basın ve medya özgürlüğünde 2012’de 179 ülke arasında 148. sırada olan Türkiye, 2024’te 180 ülke arasında 158. sıraya geriledi. Freedom House’un hesaplamalarına göre Türkiye 1973’ten beri ilk defa 2018 yılından itibaren “Özgür Olmayan Ülke” (Not Free) olarak ölçülmeye başladı. V-Dem (Varieties of Democracy) tarafından yayınlanan verilere göre de Türkiye 2023 itibarıyla 179 ülke arasında 141. sırada, seçim yapan otokrasi (electoral autocracy) olarak tanımlandı.

Bu vahim gidişe karşın hızlı, etkili ve isabetli siyasal karar alan bir yapıya geçildiği savını destekleyecek bir kanıt da ortaya çıkmadı. 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinde AFAD’ın dört günde başta Hatay olmak üzere birçok ile ulaşamadığı, geçmişte hemen müdahale etmeye başlayan ordunun bu kez kışlalarından çıkarılma kararının günlerce alınamadığı görüldü. Uluslararası sularda devriye görevi yapan Alman bahriyesinin durdurduğu Türk şilebi konusunda uluslararası hukuka uygun olarak talep ettiği yanıt, saatlerce verilemedi (https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-55046283). Bu gibi vahim örneklerin yanı sıra kamu bürokrasisinden rutin olarak eskiden alınabilen yanıtlar, örneğin doçentliğe yükseltilmiş olan öğretim üyelerinin atama süreçleri hakkındaki onay, bürokratik kararlar için bile Cumhurbaşkanı’nından gelecek talimat beklendiği için günler, haftalar, hatta aylara yayılmaya başladı. Siyasal karar ve hatta rutin bürokratik karar alma süreci hızını yitirdiği gibi, şeffaflığını da yitirdi. Bu durumda BM Genel Kurulu’nun 2012’de kabul ettiği 21. yüzyılın iyi yönetişim esaslarıyla taban tabana zıt bir siyasal gelişmeyle karşı karşıya kaldık (UN, Global Issues: Governance Report 2012: https://www.un.org/en/globalissues/governance):%201 1).

2023 seçimleri sonucunda, TCMB başkanı ve Hazine ve Maliye Bakanı tekrar değiştirilerek, Nass ekonomisi terk edilip, ekonomide rasyonel politikalara geri dönüldü. TCMB para politikası faizi artırılmaya başlandı; ekonomi üç yıllık bir süreçte müthiş değişen kararlar, taban tabana zıt uygulamalarla tam bir istikrarsızlık dönemi yaşadı.

NASS EKONOMİSİ FANTAZİSİ

2021’den itibaren 2023 Mayıs seçimlerinin sonuna kadar Nass’tan kaynaklandığı ileri sürülen “faiz neden, enflasyon sonuçtur” içeriğinde bir ekonomi savı önerilerek, TC Merkez Bankası para politikası faizi düşürüldü. Oysa, Naci Ağbal’ın TCMB başkanı olduğu dönemde bu faiz %19’a kadar yükselmişti, enflasyon da kontrol altındaymış gibi duruyordu. Mart 2021’de Ağbal görevden alınarak yerine Şahap Kavcıoğlu atandı ve TCMB politika faizi %8,5 düzeyine kadar kadar indi. Ancak, tüketici fiyatları artarken, gelir dağılımı daha da bozuldu.

Nitekim, 2023 seçimleri sonucunda, TCMB başkanı ve Hazine ve Maliye Bakanı tekrar değiştirilerek, Nass ekonomisi terk edilip, ekonomide rasyonel politikalara geri dönüldü. TCMB para politikası faizi artırılmaya başlandı; ekonomi üç yıllık bir süreçte müthiş değişen kararlar, taban tabana zıt uygulamalarla tam bir istikrarsızlık dönemi yaşadı. Bu arada piyasalarda belirsizlik yaygınlaşırken, ekonomik istikrarsızlık da artmış oldu. Bu durumda hükümetin ekonomik kararlarına olan güven de azalmaya başladı. Oysa, sultanizmle hızlı, etkili ve isabetli karar alınacak ve büyük bir istikrar dönemi yakalanacaktı. Oysa iktisadi gelişmeler bunun tam tersine işaret etti.

MAARİF REFORM FANTAZİSİ

2024 yılında yeni bir fantezi ile, bu kez eğitim ve kültür alanında karşılaştık. Yerli ve milli değerlerin egemen olacağı Türkiye Yüzyılı savıyla ilk ve orta öğretim müfredatında değişikliğe gidildi. Eğitimdeki bilim, edebiyat, sanat, felsefe, matematik dallarının konumu geriletilirken, yerine Sünni İslam öğretisi ağırlıklı bir dizi ders konusu, çeşitli itirazlara karşın müfredata eklendi. Bu uygulama 2024 – 2025 eğitim – öğretim yılında uygulamaya konulacak. Bu hususta da toplumdaki tepkiler büyük bir yaygınlık ve etkiye sahip olamadı. Öyle anlaşılıyor ki bu fanteziyi de yaşayarak ve ortaya çıkartacağı çeşitli sorunları görerek yaşamak zorunda kalacağız.

Eğer sultanizm rejimine geçmek için her türlü yol denenmeden önce bu konudaki siyaset bilimi araştırmalarının bulgularına bakılsaydı, görülecekti ki her sultanizm rejimi uygulamasında aynı gelir dağılımı bozulması – yoksullaşma, siyasal yozlaşma, artan yolsuzluk ve özgürlük ve insan hakları uygulamalrının fevkalade aşınması ile karşılaşılmıştır (Chehabi ve Linz, 1998). Buna kısaca, yoksullaşma, yozlaşma, yolsuzluk, yasaklar (4Y) sarmalı diyebiliriz.

SONUÇ: TECRÜBE EN ETKİLİ AMA EN PAHALI ÖĞRENME YOLUDUR

Burada ele alınan siyasal fanteziler konusunda ortaya çıkan genel bir örüntü söz konusuymuş gibi duruyor. Öncelikle bu fantezilerin ne tür sonuçlara yol açabileceği konusunda yapılacak olan bir karşılaştırmalı gözlem, onların uygulanması durumunda karşılaşılacak sorunların vahameti ve etkisi hakkında yeterince fikir verebilecek durumdadır. Bu ussal (rasyonel) ve bilimsel yöntem kullanılarak karar almak hayatidir. Oysa, sultanizm rejimi tek siyasal liderin şahsi takdiriyle siyasal karar üretmek üzerine kurulduğundan, eğer lider bilime mesafeli duruyor, bilim yöntemi ve onu uygulayan bilim insanlarına derin bir güvensizlik duyuyorsa, doğal olarak bu karar alma sürecine başvurulmayacaktır. Nitekim, tüm sultanizm rejimlerinde olduğu gibi Türkiye’de de bilimsel – ussal yönteme siyasal karar üretimi için başvurulmamaktadır. Onun yerine çeşitli heves, tahayyül, ideolojik, partizan öncelik veya kısaca fantezinin gerçekleştirilmesi için karar alınıp uygulanmaktadır.

Eğer sultanizm rejimine geçmek için her türlü yol denenmeden önce bu konudaki siyaset bilimi araştırmalarının bulgularına bakılsaydı, görülecekti ki her sultanizm rejimi uygulamasında aynı gelir dağılımı bozulması – yoksullaşma, siyasal yozlaşma, artan yolsuzluk ve özgürlük ve insan hakları uygulamalrının fevkalade aşınması ile karşılaşılmıştır (Chehabi ve Linz, 1998). Buna kısaca, yoksullaşma, yozlaşma, yolsuzluk, yasaklar (4Y) sarmalı diyebiliriz. Türkiye’de de olan bu 4 Y sarmalının ortaya çıkması olmuştur. Bunda şaşıracak ve açıklanamayacak bir durum yoktur. Sultanizm neden, 4 Y sarmalı sonuçtur. Türkiye örneğinde de bu denence (hipotez) yanlışlanamamıştır.

Nass ekonomisi konusunda da aynı yöntem kullanılsaydı, bu yöntemi uygulayan hiçbir ekonominin olmadığı, örneğin Türkiye bu ekonomik kararları aldığı tarihte bu tür kararlar almış olan Suudi Arabistan, Mısır, Tunus, Irak, Suriye, Kuveyt, BAE v.b. bir devlet yönetimi bulunmadığı görülecekti. Bu devletlerde de Müslüman bir nüfus çoğunluğu olduğu, Müslüman liderler iktidarda olduğu ve Nass hakkında en az bizim yöneticilerimiz kadar bilgili oldukları varsayılacak olursa, neden bizimki gibi bir uygulamaya başvurmadıkları sorulabilirdi. Onların hiçbirinin bu uygulamada bulunmadıkları bir durumda bizim Nass ekonomisi uygulamamazın bir heves, hayal veya fantezi olduğu açıkça görülmekteydi. Buna rağmen sürdürülen ısrar ortaya büyük bir iktisadi bedel çıkartmış bulunmaktadır. Faizin neden, enflasyonun sonuç olmadığı bir kez daha görülmüş ve bu denence bir kez daha yanlışlanmış bulunuyor.

Maarif reformu diye sunulan uygulamanın da hiçbir Müslüman çoğunluğa sahip, örneğin, Suudi Arabistan, Mısır, Tunus, Fas, Cezayir, Irak, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya gibi, ülkede uygulanmadığı görülmektedir. Üstelik, bu maarif uygulamasının on, yirmi, elli yıl gibi uygulandığı ülkelerde ortaya nasıl bir ürün (öğrenci) çıkarttığını görmek gerekmez miydi? Oysa böyle bir örnek mevcut değil ve herhalde bunun bir nedeni olmalı.  Bizim bugün reforma gitmemizin gerekçesi her neyse, ona hizmet edecek sonuçları doğurup doğurmadığını bu tür bir karşılaştırmalı gözlemle saptamak, sonra karar almak, etki ve maliyet açısından elzem değil midir? Bugün ülkemizde orta öğretimde PISA, TIMSS gibi uluslararası sınavların ortaya koyduğu sonuçlara göre, Türkçe okuduğunu anlamaktan aciz geniş bir öğrenci kitlesi olduğu görülmektedir. Bu durumda matematik sorularını anlamakta zorlanan öğrencilerin çok sayıda olduğu ve onların matematik ve doğa bilimleri performansının da düşük olduğu görülmektedir. Bu durumu düzeltmek yoluna gidilmeden, üniversitede okuyabilecek öğrenci kalitesini belirlemek nasıl olacaktır?

Bu müfredat değişikliğinin öğrencilerin Türkçe ve Matematik veya Yabancı Dil gibi başka alanlardaki eksiklerini gidermek için ne gibi bir katkısı olabilecektir?  Bu husus hiç tartışılmış veya araştırılmış mıdır? Oysa, ülkemiz, tüm dünya gibi daha büyük bir sorunla karşı karşıyadır.

Tarık Çelenk’in Türk Sağı: Mahalle, Kriz ve Kritik adlı kitabının 27 – 37. sayfaları arasında işaret ettiği gibi, şu anda dünya Sanayi Devrimi’nin yeni bir aşamasını (4.0) yaşıyor. Osmanlı devleti özellikle Sanayi Devrimi’nin 1760 sonrasındaki buhar, 19. yüzyıldaki elektrik ve Cumhuriyet Türkiyesi de elektronik endistrisi devrimlerini ya tamamen kaçırmış ya da geriden takip etmiş bulunuyor. Galiba şu anda yaşanan robot, otomasyon, yapay zeka ağırlıklı dördüncü devrimi de kaçırmaktayız. Bu durumda başka ülke ve ekonomilerin ürettiklerinin kullanıcısı, tüketicisi olmaktan öteye geçemiyoruz. Çelenk bu olguya dikkat çekiyor: “… biz günceli tartışırken korkunç bir robotik, enformatik, biyoteknolojik devrim gelişmektedir. Bunu fark edip yakalayamazsak kuşaklarımız yeni dünyanın köleleri olacaktır.” (2024: 37).  Bu konuda maarif reformunda herhangi bir ipucu mevcut değil. Maarif reformu fantezisinin bedeli sultanizmden de, Nass ekonomisinden de daha ağır olacakmış gibi duruyor doğrusu. Tecrübenin en etkili öğrenme yöntemi olduğunu bir kez daha, pek ağır bir bedel ödeyerek sınayacağa benziyoruz.

 

Kaynakça

Chehabi, H. ve Linz, J. J. (1998) Sultanistic Regimes, (Baltimore, Maryland: Johns Hopkins University Press).

Çelenk, Tarık A. (2024) Türk Sağı: Mahalle, Kriz ve Kritik, 2. Baskı, (İstanbul, Beyoğlu Kitabevi).

Kalaycıoğlu, Ersin (2021) Halk Yönetimi: Demokrasi ve Popülizm Çatışmasında Dünya, (Ankara: Efil Yayınları).

[1] Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre fantezi “1. Sonsuz, sınırsız hayal; … 2. … Değişik heves, değişik beğeni, değişik düşünüş“ anlamına gelmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir