Avrupa Parlamentosu seçimleri ve Avrupa’nın geleceği

Avrupa Parlamentosu seçimleri ve Avrupa’nın geleceği

Avrupa’nın geleceği için çok önemli olan bu seçimlerde popülist partilerin Avrupa Halk Partisi veya Sosyal Demokratlar’dan daha az sandalye alacağı beklenmekteydi. Fakat, Parlamento içinde daha fazla görünür olmaları dahi Birliğin geleceği için çok hayati bir sorundur. Güvenlik odaklı politikalar çerçevesinde illiberal demokrasilerin kabul görmesi ve insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel normlardan uzaklaşılması AB’nin geleceğini derinden etkileyecek bir tehdit olarak önümüzde durmaktadır.

6 – 9 Haziran arasında 4 güne yayılan Avrupa Parlamentosu seçimleri Avrupa’nın geleceğini şekillendirecek sonuçları ortaya koyması sebebiyle önemli bir seçim olarak tarihe geçti. Seçimler öncesi yapılmış kamuoyu yoklamaları sonuçları ve tahminler sağ ve popülist partilerin hem oylarını hem etkilerini artıracağı yönündeydi. Bu yazının yazıldığı saatlerde sandıkların kapanması sonrası açıklanan çıkış anketlerinde de bu tahminlere benzer bir şekilde sağın genelde daha başarılı olduğu görülmektedir.

Bu seçimlerde de Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ilk günden bu yana en büyük sorunlardan biri olarak görülen seçime katılım oranlarının düşüklüğü gözlemlenmiştir. 720 parlamenterin seçildiği bu seçimlerde Belçika, Yunanistan (bazı istisnalar hariç), Bulgaristan ve Lüksemburg’da oy vermek zorunlu iken diğer ülkelerde böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır. Halkın seçimlere olan ilgisi Avrupa Parlamentosu’nun meşruiyetini sağlamlaştırması için önemli bir faktördür.

Her bir üye ülkeden seçilen parlamenter sayılarının da farklı olduğu seçimlerde 96 sandalye ile en fazla Almanya’dan, 6 sandalye ile en az parlamenter Malta’dan seçilmektedir. 5 senede bir yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde 6 Haziran’da Hollanda’da, 7 Haziran’da İrlanda’da, 8 Haziran’da Malta, Slovakya ve Letonya’da, 7-8 Haziran’da Çekya’da seçimler gerçekleşti. İtalya’da seçimler 8-9 Haziran’a yayılırken, 2 gün önce Başbakan Frederiksen’e saldırının gerçekleştiği Danimarka da dahil olmak üzere çoğu AB üye ülkesinde seçimler 9 Haziran Pazar günü yapıldı.

Avrupa’nın geleceğini yakından ilgilendiren Avrupa Parlamentosu seçimlerinde seçimlere katılım oranları kadar, sadece Avrupa Birliği ile ilgili meseleler çerçevesinde oy vermemeleri de önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Seçmenlerin kendi ulus devletlerinde yaşadıkları sorunlar ve hükümetlerine verdikleri pozitif veya negatif tepkiler Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki oy verme paternlerini etkilemektedir.

SONUÇLAR AVRUPA’NIN GELECEĞİNİ YAKINDAN İLGİLENDİRİYOR

Avrupa’nın geleceğini yakından ilgilendiren Avrupa Parlamentosu seçimlerinde seçimlere katılım oranları kadar, seçmenlerin sadece Avrupa Birliği ile ilgili meseleler çerçevesinde oy vermemeleri de önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Seçmenlerin kendi ülkelerinde yaşadıkları sorunlar ve hükümetlerine verdikleri pozitif veya negatif tepkiler Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki oy verme paternlerini etkilemektedir. Dün geceki AP seçimleri sonrasında Fransa’da erken seçime gidileceği haberleri de bu ilişkinin en güncel örneği olmuştur. İrlanda, Belçika ve Güney Kıbrıs gibi üye devletlerde ise yerel seçimler ile AP seçimleri aynı güne denk gelirken Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ulusal ve yerel politikanın gölgesinde gerçekleşmesi kaçınılmazdır.

Bu seçim maratonunda ilk gün oyların kullanıldığı Hollanda’da, 2023 yılında genel seçimler yapılmış ve bu seçimlerde popülist lider Wilders’in partisi en çok oyu alan parti olmuştu ve sonrasında kurulan koalisyonun şimdiye kadar görülen en sağ politikalar yürüten hükümet olması, göç konusunda çok daha sıkı politikalar uygularken AB’ye de her politika alanında uyum gösterilmeyeceği beklenmektedir. Bu sonuçlar ışığında, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de Wilders’in partisi PVV’nin başarı göstermesi sürpriz olarak görülmemekteydi. AP seçimleri sonrası çıkış anketlerinde ise İşçi Partisi ve Yeşiller’den oluşan sol partiler, her ne kadar sonuçlar kesinleşmemiş olsa da 1 sandalye farkla PVV’nin önünde seçimleri bitirdiler. 2019 AP seçimlerinde PVV’nin hiç sandalye kazanamadığını hatırlayacak olursak, bu sonuç PVV için çok büyük bir zaferdir.

Popülist partilerin AB üye ülkelerde 2019 seçimlerine göre daha başarılı oldukları bu seçimde Fransa, Almanya ve Avusturya’daki başarıları özellikle dikkat çekmektedir. Fransa’da Le Pen seçimlerden galip çıkarken, Avusturya’da FPÖ’nün diğer partilerden daha fazla oy alarak ilk sırada, Almanya’da ise CDU’nun arkasından AfD’nin ikinci sırada olduğunu görmekteyiz. Bu seçimler sonrasında birçok üye ülkede ise aşırı-sağ parlamenterlerin ilk defa Avrupa Parlamentosu’na girebildiklerini görmekteyiz.

2022 yılında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması sonucu artan güvenlik endişeleri güvenlik/özgürlük ikilemini bir kez daha gözler önüne sermişken, bu ikilemde güvenliğin ağır basması, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi temel ilkelerden uzaklaşmak anlamına da gelecektir.

GÜVENLİK/ÖZGÜRLÜK İKİLEMİ

Bir yandan popülist ve Avrupa entegrasyonu karşıtı partilerin oylarının artması endişe yaratırken, bir o kadar (hatta daha da fazla) endişe yaratması gereken konu bu partilerin söylemlerinin diğer partiler tarafından da benimsenmesi olmalıdır. Avrupa Halk Partisi’nin Komisyon Başkanı adayı Ursula von der Leyen, seçimi kazanması halinde önceliklerinin ne olacağını sıralarken savunmaya yatırım, rekabetçi piyasa, dış müdahalelerden korunma gibi meselelerin ön planda olacağını net bir şekilde defaatle belirtti.

Bu önceliklere bakıldığında Avrupa değerlerinden, AB’nin normatif etkisinden ziyade güvenliğin ön plana çıktığı çok açıktır. Zaten son 10 yılda özellikle göç tartışmaları çerçevesinde değerlerinden uzaklaşan bir Avrupa imajı kuvvetlenmişken, AB’nin bu çerçevede politikalar gütmesi Avrupa normlarının 3. ülkeler tarafından hiç ciddiye alınmadığı bir ortam yaratma potansiyeline sahiptir. 2022 yılında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması sonucu artan güvenlik endişeleri güvenlik/özgürlük ikilemini bir kez daha gözler önüne sermişken, bu ikilemde güvenliğin ağır basması, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi temel ilkelerden uzaklaşmak anlamına da gelecektir.

Aynı zamanda, bu seçimlerde AB karşıtı, popülist ve aşırı sağ partilerin oylarını artırması ve söylemlerinin Avrupa genelinde daha çok kabul görmesi, AB’nin Ukrayna’ya desteği ve Rusya ile ilişkilerini de doğrudan etkileyecektir. AB, Şubat 2022 sonrasında, kendisinden beklenmeyecek bir hızda Rusya’ya cevap verdiğinde Avrupa yanlılarının takdirine mazhar olmuştu. Fakat savaş uzadıkça, maliyetler arttıkça ve seçimlerde Rusya’ya yakınlığı ile bilinen siyasetçilerin ön plana çıkmasıyla savaşın ilk aylarında gösterilen uyumun yavaş yavaş bozulmaya başladığını gözlemliyoruz. Örneğin, Slovakya’da Nisan 2024’te yapılan seçimlerde Cumhurbaşkanlığını kazanan Pellegrini ile 2023 yılında Başbakan olan Fico, Rusya yanlısı görüşleri ile bilinmekteler ve Ukrayna’ya yapılan yardımların azaltılması/kesilmesinden yanalar. Bu tip örneklerin çoğalması ve AB kurumlarında da bu görüşlerin yer bulması AB’nin Rusya karşısında elinin zayıflamasına sebep olabilir.

Avrupa’nın geleceği için çok önemli olan bu seçimlerde popülist partilerin Avrupa Halk Partisi veya Sosyal Demokratlar’dan daha az sandalye alacağı beklenmekteydi. Fakat, Parlamento içinde daha fazla görünür olmaları dahi Birliğin geleceği için çok hayati bir sorundur. Güvenlik odaklı politikalar çerçevesinde illiberal demokrasilerin kabul görmesi ve insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi temel normlardan uzaklaşılması AB’nin geleceğini derinden etkileyecek bir tehdit olarak önümüzde durmaktadır.

Çiğdem Üstün, Prof. Dr., İstanbul Nişantaşı Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü & EDAM Genel Sekreteri

Çiğdem Üstün

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir