Askıda merkez sağ

Askıda merkez sağ

Bilinçli bir şekilde kimliksizleştirilen bir toplumda sol/sosyalist grupların ne yapması gerektiği de, ne yapacağı da aşikar. Ama özellikle merkez sağın, Türkiye gerçeklerini doğru okuyup askıda kalan kitlelerle buluşarak siyaset sahnesindeki bu boşluğu en kısa zamanda doldurması gerekir.

Türkiye, 2002 genel seçimlerindeki AKP iktidarından beri; kurucu kodlarından da, 79 yıllık kazanımlarından da istikrarlı bir biçimde uzaklaştırıldı. 28 Şubat sürecinden sonra konsolide olan siyasal İslamcılar; mağduriyetlerinden beslenerek kendi ekonomik sistemlerini, adalet anlayışlarını, kültürlerini, eğitim sistemlerini her geçen gün büyüttüler. İnanç sistemi üzerinden oy devşirmeye çalışan, ekonomik sistem altyapısını böyle kuran siyasal İslamcılar; Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramitlerini, kendi matematiğini yaratmak suretiyle yeniden yorumladılar. Bu yorumda, aslında iki farklı piramitten bahsetmek gerekir: Sistemin en tepesindekilere en iyi eğitimleri aldırmak, ekonomik koşullarını maksimize etmek ama en altındakileri eğitimden, hukuktan, bilimden uzaklaştırıp din temelli bir anlayışla kendi seçmen kitlelerini yetiştirmek vardı. Piramitler birbirine eklemlendikçe en tepedeki ihtiyaçlar, oluşlar, ideolojik yaklaşımlarla en alttakiler arasındaki mesafe artacak; bağlılık temelli seçmen psikolojisini bağımlılık altyapısıyla değiştirecekti. Nitekim, 2013 yılında dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız “Eğitim seviyesi düştükçe, AKP’nin oyları artıyor” diyecekti. 

Dini değerlere bağlılık, yerini din temelli bir hayat kurgusuna; aile kavramının üstünlüğü, klasik aile tanımının içinde yer almayan her birey ve grubun radikal kabul edilip dışlanmasına, iş bitiriciliğin, “Yiyor ama çalışıyor” söyleminin normalleşmesine bıraktı. Türkiye sosyolojisi, sağ siyasetinin kodlarıyla köklendi.

MERKEZ SİYASET NASIL SAĞA KAYDI?

2002 genel seçimlerinde 3Y (yolsuzluk, yasaklar ve yoksullukla mücadele) üzerine kurduğu vaatlere yüzde 34’le karşılık bulan AKP, yıllar içinde oy desteğini yüzde 49,5’e kadar yükseltti. AKP’nin kuruluş yıllarında Türkiye’deki diğer siyasi aktörlerin ezici çoğunluğu, merkez sağ partilerin başkanları ya da kurmaylarıydı. O yıllarda da, siyasetin üzerine inşa edildiği kavramlar; ana temel din olmasa da İslami değerlere bağlılık, aile kavramının üstünlüğü ve en önemlisi, bugünün Türkiye’sinde hemen her alanda bedeli ödediğimiz Özal’ın “Benim memurum işini bilir” zihniyetinin kavramsallaşması, kötücül bir yerden de olsa iş bitiriciliğin kutsanması idi. Günümüzde bu temel kavramların her biri kendi içinde radikalleşti. Dini değerlere bağlılık, yerini din temelli bir hayat kurgusuna; aile kavramının üstünlüğü, klasik aile tanımının içinde yer almayan her birey ve grubun radikal kabul edilip dışlanmasına, hatta yaşam haklarının kısıtlanmasına; iş bitiriciliğin, “Yiyor ama çalışıyor” söyleminin normalleşmesine, hatta bu çarkın parçası olmayanların toplum tarafından nerdeyse hor görülmesine bıraktı. Türkiye sosyolojisi, sağ siyasetinin kodlarıyla köklendi.

Seçmenle doğru iletişim kanallarını kurup aynı ideolojilerden beslenerek güçlenen siyasi hareketlerin, doğru ekonomik modellerle güçlenmesi hemen her ülkede normal. Ama özellikle de az gelişmiş ülkelerde, o coğrafyaya uygun stratejilerle bu güç çok kısa sürede ve çok büyük ölçeklerde kendini gösteriyor. AKP iktidarında da böyle oldu. Kendi ekonomik, siyasal, kültürel kodlarıyla başka bir Türkiye hayal ettiler ve büyük ölçüde başardılar. Bir nesil onların doğrularıyla, o doğrularla şekillenen eğitim ve adalet sistemiyle büyüdü.

DYP, ANAP hatta CHP tabanı ne yaptı?

Bu soruyu CHP içinde sormak, AKP’nin büyüme döneminde kendisini sol olarak tanımlayan bir partiye sormak haksızlık olsa da; strateji dediğimiz şey, uzun vadede sonuç verir. Ama elbette ilk 10-15 yıl için, yıllarca sağ siyasette çerçevelenmiş bir siyasi anlayış için, bu soru önce DYP ve ANAP tabanına sorulmalı.

İnsanların psikolojik yaklaşımları toplumların kitlesel hareketlerinin öncelikli tepkilerini belirler. “Benim memurum işini bilir” zihniyeti dayatılan, bu zihniyetle güçlenen bir toplum da; güç ve iktidar yanında kümelenecektir. Elbette bizim örneğimizde bu kümelenme bir anda olmadı. Siyasi elitleri mevcut siyasal ve ekonomik ranta ortak ederek, siyasi rüşvetlerle kimilerini durdurarak gerçekleşti. Kimi üzerine dikilmiş gibi siyasal İslamı benimsedi ve hemen ona göre şekil aldı, kimisi de AKP’nin zaman içinde Milli Görüş’ten uzaklaşıp merkez sağın en büyük oyuncusu olacağını öngördü. Mehmet Ağar’la Erkan Mumcu’nun DYP ile ANAP’ı birleştireceği günden bir akşam önce bu fikirden vazgeçmeleri, ardından Mumcu’nun AKP iktidarında bakan olması, Ağar’ın kabarık suç dosyasının hasır altı edilmesi hatta Gülencilerin tasfiyesinden sonra kendisinin güvenlik bürokrasisini şekillendirmesine alan açılması da tesadüf değil.

İyimser bir yorumla, kimi siyasi elitlerin bu durumun Türkiye demokrasisine, adalet sistemine vereceği zararı öngöremedikleri de söylenebilir. Öngörebildikleri zaman geldiğinde, çoktan geri dönülmez bir çarkın, koparılamaz bir parçası olmuşlardı. Ancak konu eğitim ve adalet olduğunda sessiz kalmayı seçen her siyasetçinin temizlenemeyecek bir şekilde kirlendiğini söylemek de yanlış olmaz.

Türkiye’de AKP iktidarından bu yana merkez sağda büyük bir boşluk var. Son seçimlerde anketlerde gördüğümüz kararsızların çoğu, bu boşluktan dolayı kendilerini ait hissettikleri bir parti bulamıyor.

MERKEZ SAĞDA BÜYÜK BİR BOŞLUK VAR

Türkiye’de AKP iktidarından bu yana merkez sağda büyük bir boşluk var. Son seçimlerde anketlerde gördüğümüz kararsızların çoğu, bu boşluktan dolayı kendilerini ait hissettikleri bir parti bulamıyor. Kuşkusuz AKP’de bu çarkın içinde olan ama yeni bir imkan doğsa yeni bir merkez sağa inanacak %10-15’lik bir kesim var.

Elbette memleketteki siyasi yaklaşımlar, dünyada esen siyasi rüzgarlardan da etkilenir, hatta çoğu zaman o rüzgâr buradaki kümeleşmelere zemin hazırlar. Son yıllarda dünyada yükselen siyasi yaklaşım da milliyetçilik-popülizm temelli. Türkiye’nin DNA’sındaki kodlardan biri olan milliyetçilik, mülteci sorunundan beri aritmetik bir şekilde artan bir akıma dönüştü var. Bu akımda güçlenen Zafer Partisi oe, kuruluşunda MHP’nin alternatifi olacağı imajı veren sonra gözünü merkez sağa diktiği düşünülen İyi Parti de bu rüzgârı Türkiye sosyolojisini doğru okuyarak yorumlayamadı. Biri %5’lik bir alana sıkıştı, sadece kritik seçimlerde pazarlık gücü kazandı; diğeri ise hatalı ve tutarsız kararlarla kendi örgütsel tabanını da seçmenlerini de önemli ölçüde kaybetti. Seçimden sonra, İyi Parti’nin genel başkanının koltuğunun değişme ihtimalini öngörmek büyük bir siyasi zekâ olmaz sanırım.

Merkez sağ siyaset, bugün Türkiye’de hatırı sayılır bir orandaki seçmeninin de, adeta boşlukta asılı kalan önemli sayıdaki siyasetçilerinin de yarasına merhem olabilir. Kendini alternatifsiz hisseden seçmen davranışı ya sandığa gitmemek ya da radikalleşmektir.

Türkiye’de ideolojik tanımlar, siyasi kavramlar birbirine karışmış durumda. Kimliksizlik tüm ülkede temelsizliğin altındaki en önemli neden. Bilinçli bir şekilde kimliksizleştirilen bir toplumda sol/sosyalist grupların ne yapması gerektiği de, ne yapacağı da aşikar. Ama özellikle merkez sağın, Türkiye gerçeklerini doğru okuyup askıda kalan kitlelerle buluşarak siyaset sahnesindeki bu boşluğu en kısa zamanda doldurması gerekir. Böylece belki de hem ana muhalefet partisi hem de partinin seçmenleri, merkeze kayma tehlikesinden kurtulmuş olur, ne dersiniz?

Ceren Kumbasar Mumay

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir